Narin Cinayeti Neden Çözülemiyor? Arkasındaki sır ne?
Hz. Ali (a.s)'a bir gün hak ile batılın ne olduğuna dair bir soru sorulduğunda; cevaben dört parmağını birleştirerek gözü ile kulağı arasına koyar ve "İşte hak ile batıl arasında 4 parmak vardır"cevabını verir. "Gördüğün şeyler hak (doğru,) duyduğun şeyler ise batıl( yanlış)'dır," söylemiş. Yahu şu haberleri baktığımızda duyumlara dayalı ortalıkda dolaşan o kadar çok sayıda sansasyonel haberler var ki. Hak söz ve işler insana Cennet yolunu, batıl sözler ve batıl işler ise insana Cehennem yolunu açar. Ama ne yazık ki haber yapan ve yayanların bir çoğunun içinde Ahiret, Cenne ve Cehennem inancı olmadığı veya umrunda olmayınca bu sözler de onlara kâr etmiyor. Onlara bakın Ahiret var orada Cennet ve Cehennem var dense de bu sözler onların bir kulaklarından girip diğer kulaklarından çıkıyor.
Dıyarbakır Tavşantepe köyünde işlenen Cinayet neden çözülemiyor. Bunun üzerine bazı tahlil ve yorumlamalarda bulunmak istiyorum.
Batı Hukuk sistemini gözden geçirdiğimizde, mahkemede Hristiyanlarca kutsal kabul edilen kutsal kitap üzerine ellerini basıp doğruyu söyleyeceklerine dair yemine veriliyor.
Bu nedenle mahkemeye girenlerin içlerinde veya yüreklerinde biraz inanma hissi varsa yemin ettiklerinde doğruyu söylüyor. Bundan dolayı batıdaki mahkemeler bizdeki gibi çıkmaza girmiyor.
Peki bizde bu nasıl oluyor?
Bizde ise “Şeref ve namus” üzerine, yemin ettiriliyor. Mahkemeye katılanların birçoğu namus ve şerefin ne olduğunu veya önemini bile bilmiyor. Ve böylesi zihniyette olan birine şeref ve namusu üzerine yemine versen sonuç yine aynı olacaktırr.
Peki mahkemeye girenler Kutsal kitabımız üzerine, en çok sevdiği ve değer verdiği oğlunun, kızının, peygamberinin canına ve Yüce Yaratıcı Allah adına yemine verilse o zaman yine de yalan yere tanıklık yaparak doğruyu söylemeyecekler mi? İşte bu biraz tartışmalı ve bu tarz yemin bizde yapılarak sorgulama yapılmıyor.
Peki Neden?
Burada hakim ve savcılarımıza hak veriyorum. Mahkemede tanıklara, zanlıya, suçluya veya şikayette bulunan şahsa elini kutsal saydığı ilahi bir kitap üzerine koyup doğruyu, çarpıtmadan anlatacağına dair yemin ettirilemez mi? Bildiğim kadarıyla mahkemelerimizde böyle bir kural yoktur. Peki neden? Çünkü söylediğim nedenlerden dolayı. Yani şeref ve namusun ne olduğunu veya önemini bilmeyen biri ne yazık ki yalan yere yemin edebiliyor.
Belki bu nedenlerle Türkiye'de bu tür sorunlar yalancı tanıklar yüzünden ya çözülemiyor ya da yeterli delil bulmak için uzuyor. Oysa tanık şahitler doğruyu söylese mahkeme olayı uzamadan hemencecik çözülü verecektir.
Cinayeti işleyen kişi Narin’in kendi öz be öz 18 yaşındaki abesi uyuşturucu bağımlısı Enes Güran mı? Güran'ın annesi; "Kızım öldü, geri getirmek mümkün değil, bari oğlum Enes’i kurtarayım, hapse girmesin, hayatı mahvolmasın, diye mi gerçekleri söylemeyerek çelişkili ifadeler veriyor. Yoksa Güran ailesi içinde bir iç hesaplaşma mı var Narin'in annesi korkusundan mı gerçekleri söyleyemiyor?
Veya Amca Muhtar Salim Güran ailelerinin tanınan saygın bir aile olduğu görüşünde olduğundan dolayı mı işlenen cinayet ile bölgede saygınlıklarının sarsılacağı düşüncesiyle mi yiyeni Enes Güran’ı korumaya çalışıyor şimdilik bu bir sır.
Ama ortada bir gerçek var ki, işler ve olaylar yanlışa ve yalana düştü mü bir türlü işler rast gitmiyor. Çünkü doğa ve tabiatın kanunu böyledir. Kültürümüzde bununla ilgili bir atasözü var: “Yanlış hesap Bağdat’tan döner,” cümlesi yaşanmış tecrübeler sonucunda söylenmiş önemli bir atasözüdür.
Bununla ilgili bir örnek vermek istiyorum. Lise’ye gittiğimde Iğdır’ın Melekli köyünden samimi olduğum bir arkadaşım anlatmıştı.
Köylerinde birisi komşusunun bahçesinden açılan bir el ateş sonucu öltürülmüş. Jandarma hemen soruşturmaya başlamış. Komşunun Jandarmaya verdiği ifadesine göre aynı saatlerde evinde olmadığını söylemiş. İfadesinde, aynı saatlerde köyün merkezinde bir yerde oturup üç arkadaşıyla sohbet ediyorlarmış. Evinde de kimsenin olmadığını söylemiş. Savcı da bu cinayeti bir türlü çözemiyormuş.
Savcı bu cinayeti çözmek için, birinci derecede şüpheli komşuyu ve komşusuna tanıklık yapan üç arkadaşını son bir defa tekrardan çağırmış ve onları yemine vermiş. Tanıklar ellerini Kur’an üzerine koyarak doğru söyleyeceklerini belirtmişler. Öncesinde verdikleri ifadenin aynısını tekrarlarmışlar. Mahkeme de davayı kapatmış.
Böylece cinayet zanlısı bulunamaz ve aradan birkaç ay geçer. Barkaç ay sonra şahitlik yapanlardan birisi elim bir kaza sonucu ölür, diğeri şahit ise 1 yıl sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır. Üçüncü tanık ise evlendikten sonra doğan bütün çocukları sakat doğar.
Peki acaba mahkemede Kutsal Kitabımız Kur’an üzerine yemine verilerek ifadeleri alınmak istese şahit tanıklar yine de yalan konuşmayacaklar mı?
Yemin ettiği halde yalan konuşan olacaktır ama kanaatimce tanıkların hepsi değil. İçinde yemin ettiği için doğruyu söyleyenler çıkacaktır.
Peki yemin nasıl olmalı?
“Nefsimin yedi kudretini elinde bulunduran Allah’a, Peygamberlerine ve Peygamberleri aracılığı ile gönderilen kutsal kitaplarına, evlatlarımın canına, anne ve babamın canına, Kutsal Kitabım Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ederim ki doğruları söyleyeceğim. Eğer burada yalan konuşursam, Allah bana verdiği tüm nimetleri alsın, aklımı, sağlığımı ve bereketini alsın.” şeklinde yemine verlise yine de tanık şahitler yemin ettikleri halde yalan konuşurlar mı? Hiç sanmıyorum.
Ama bu işin içinde bizim bilmediğimiz başka bir iş var gibime geliyor.
Burada şunu da belirtmek isterim ki Narin Cinayeti ile ilgili duyumlara dayılı basın ve yayında yüz binlerce yorum var. Savcı ve hakimlerin işini biz yapacak değiliz. Duyduğumuz şeyler batıl, gördüğümüz şeyler ise haktır. Duyumlar üzerine haber yapmak, bir ailenin iffedi ile oynamak oldukça yanlış bir şeydir. Hem bu tür haberler doğru bile olsa yalan, ve sapkın haperleri yayınlamak kötü olan şeylerin normelleşmesini sağladığından doğru değildir. Duyumlar üzerine haber yaparak, savıcı ve hakimlere yön çizmeye çalışmak doğru değildir.