Dış Politikada Yaşadığımız Sorunlar

Dış Politikada Yaşadığımız Sorunlar


Savaş aynı zamanda yok olmanın da sırrını taşıyan toplumsal bir vahamettir. Bu nedenle savaş kararı alındığında bu hassas çizgiye çok dikkat edilmelidir. Hayati bir tehlike olmadığı sürece savaş bir cinayettir.

Yazık Allah'ın bol nimetleri karşısında insanlar, milletler, kabile ve toplumlar; hırsları, ihtirasları yüzünden, adil paylaşım yapamamaları veya egemen olma nedeniyle birbirleriyle savaş yaparak birbirlerini öldürmeleri çok yazık. Hem de kutsal bir ay, Recep Ayında savaşın kıvılcımını ateşleyip tetiye basılması.  Bu aylar haram aylardır ve savaşmak haram kılınmıştır. Hem de iki müslüman gücün birbirleri ile savaşması. Resmen Batılı devletlerin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelir. 

Suriye politikasında NATO’yu ve Batılı devletleri yardıma çağırıyoruz.  Tarihte Batılı devletleri defalarca yardıma çağırdık hangi birisinde yaramıza merhem oldular?

1830-1840 yıllarında Mısır valisinin çıkardığı isyanda Mısır meselesinde mi? Yok hayır olmadılar.

1853-1856 Kırım meselesinde mi, bunda da yapmadılar, Ruslarla aynı masaya oturtarak yenilmiş devlet statüsüne oturttular.

1877-78 Osmanlı Rus Savaşında mı hayır İngiltere Rusya karşısında bize yardım edeceğini söyledi ve bunun karşısında Kıbrıs’ı istediler, ama sözlerini tutmadılar ardından Mısır’ı da işgal ettiler.

Rusya’ya ile iyi ilişkiler geliştirerek bir politika uygulayan Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.  Milli mücadele döneminde Ruslar bize silah yardımı, para yardımı yaptılar. Lozan antlaşmasını kabul etmek istemeyen İngiltere karşısında Türkiye’yi desteklediler. Bu şüphesiz Atatürk'ün dış politikada uyguladığı başarılı çalışmalarından kaynaklanmaktaydı.  

 NATO'nun yanında NATO ile birlikte Esad'ı vuracak olursak ve Esad oradan düşerse Batılı devletler Türkiye'yi Esat ile ya da onun yerine gelecek birisi ile birlikte aynı masaya oturtur her ikisini de yenik Sayar ve Türkiye'ye de istedikleri şeyi yaptırırlar.

 En güzeli kendi gücümüzle bir işi yapabiliyorsak yapalım,  yapamıyorsak ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız. Dünyanın adalet kılıcı bizim elimizde değil.  Şu anda dünyada hâkim 4 tane güç var. Bunlar; İngiltere, ABD, Çin ve Rusya.

Dünyanın bu güç odakları karşısında boy göstermenin bir bedeli olur. Bu bedeli çok ağır olarak ödemek zorunda kalabiliriz.  Rusya'dan işe başlayacak olursak Rusya 1711 yılı Prut Savaşı'nda Osmanlılara ağır yenilmenin ve yok olmanın eşiğinden döndüler. Bir şekilde Prut kıskacından kurtulduktan sonra Türklere karşı oldukca acımasız oldular ve girdikleri yerlerde yüz binlerce Türk öldürdüler. Osmanlılar ne zaman ortaya bir güç olarak çıkmaya çalıştıysa da Ruslar karşısında yenildiler. Nevarın, Çeşme ve Sinop’da donanmalarımızı yakarak imha ettiler.

Tarihin seyiri içinde Rusya, 17. yüzyıla kadar Türk hanlarına karşı bir güç olarak Ortaya çıkmak, Türk hanlarının egemenliğinden kurtulmak için dörtyüz beşyüz yıl boyunca mücadele etmiştir. Biz şimdi Rusların önüne bir güç olarak çıkmaya çalışırsak elbette ki bunu kabul etmeyecekler. Emperyalist güçlerin karşısında Libya’ya, Suriye'ye yerleşmeye çalışırsak bu bizim için felaket senaryosu olabilir. Çünkü sömürgeci ülkeler karşısında ne silah üstünlüğümüz var, ne de ekonomik gücümüz var. Zaten şu anda ekonomimiz pek iyi değil.

Geriye bir yol kalıyor ki iman gücümüz, İman gücünün kaynağı takvadır. Takva’nın ise dört temel sütunu vardır. Hikmet, Şecaat, İffet, adalet ilkeleridir. Yani yaptığımız şeylerin tamamını Allah rızası için olmalıdır. Tamamen Kuran ilkeleri üzerine göre bir yaşam tarzı oluşturması lazım. Bu kemaletlere ulaşılmadan hakiki bir iman, erdem ve yüceliğine ulaşılamaz. Oysa ülkemizde giderek deizm yaygınlaşıyor, adaletsizlikler sonucu aile cinayetleri, kadın cinayetleri başını almış gidiyor. Eğitim sistemimiz  kültürümüzü, geleneğimizi, inancımızı yaygınlaştırmaya yöneliktir dersem bunu biraz düşünmemiz gerekir, acaba öğlemi? Eğitim sistemimiz Batıya endeksli yapılmaya çalışılıyorsa da bunda da maalesef bir karış bile yol  almadık. Eğitim sistemimiz egemen güçlere itaate yönelik mi diye düşünmekteyim.  Düşünerek akleden bir toplumdan ziyade egemen güçlere karşı itaat eden bir toplum yaratma üzerine kuruludur sanki. Hal böyle olunca iman şuurumuzda çözülmeler başlıyor.

Takva’nın da suyunu çıkardılar, takvalı olarak ortaya çıkanlar,  mezhepçilik tasubu içine düşmüşlerdir. Öğle ki bu taasubları onların gözlerini kör, kulaklarını sağır vicdanlarının yok olmasına ve iftiraya varana dek her kötülüğün derin saplantısı içindedirler. Tanrının rızasına sığınmadan ziyade Tanrı’nın sözlerini kendilerine uydurmaya çalışarak ortaya yeni bir din, yeni bir mezhep anlayışı çıkarmaya çalışanlar. Hal böyle olunca  yanlışlıklar yapıyorlar ve bu yanlışlıklarını da İslam’a mal ettiklerinden dolayı, insanlarımız İslam dininden uzaklaşarak deizm gibi farklı fikir akımlarına yöneliyorlar. 

Vedat AKBULAK

Google+ WhatsApp