Avrupa'nın Ekonomi Platformundaki Gelişmesi, Değişimi ve Yaşanan Krizler
AB ülkelerini yaşadığı ekonomik buhranlar
Kısaca AB (Avrupa Birliği) ekonomisinin geçmişini hatırlayacak olursak;
1200’lü yıllarında Doğuda Çin ve Batı’da ise Endülüsler medeniyetin zirvesindeydi. 1400 yıllarında her iki güç de taht kavgaları nedeniyle ekonomik olarak çöktü. 1400’lü yıllardan sonra Osmanlılar sadece siyasi bir güç haline geldi. Ekonomik veya teknolojik olarak bir güç haline gelmediğinden bir süre sonra bu gücünü kayıp etmemek için savaşlar yaptıysa da savaşlarda mağlup olduğundan Batı’ya verdiği kapitülasyonlar ve Balta Limanı antlaşması ile Osmanlılar ekonomik olarak tamamen güç unsuru olmaktan çıkarak hasta adam konumuna girdi. Kırım savaşı sonrasında yapılan Paris Antlaşması ile Osmanlı toprakları Rus yayılması karşısında (1856) Avrupa’nın koruyuculuğu altına girdi. Osmanlıların I. Dünya Savaşı sonrası tarih sahnesinden silinmesi ile güç dengeleri tamamen Avrupa’nın eline geçti.
Avrupa 16. Yüzyıldan itibaren ortaya atılan merkantilizm ekonomik teori politikasını sistemli olarak uygulayarak bir güç haline gelmişti. Merkantilizme göre bir milletin refahı anaparanın miktarına bağlıdır ve küresel ticaret hacmi değişmez. Bu anlayışa göre bir ülkenin zenginliği sahip olduğu altın, gümüş gibi değerli madenlerin miktarıyla ölçülebilir. Merkantilizme göre, yönetim ekonomide korumacı bir rol oynamalı, ihracatı desteklemeli ve ithalatı sınırlandırmalıdır. Bu fikirler üzerinde kurulan ekonomik sisteme merkantilist sistem denir. Bu ekonomi sistemini uygulamaya geçiren Batı dünyası, 1838 yılında yapılan Balta Limanı Anlaşması nedeniyle Osmanlı ekonomisi bir süre sonra tamamen iflas etti. Böylece Batı, dünyada sömürgeciliğin de etkisi ile büyük bir güç haline geldi.
Merkantilizm ekonomi sistemi 1930’lu yıllarda tıkanarak ABD’de Kara Perşembe olarak anılan bir günde büyük ekonomik kriz meydana geldi. Dünyadaki bu ekonomik kriz nedeniyle ekonomide yeneden yapılanmaya gidildi. Yapılan değişiklikler sonucu Keynezyen İktisat Politikası uygulamaya konuldu. Böylece Batı dünyası tarafından, sömürgeciliğin de etkisi ile güçlü bir ekonomi ağı oluşturuldu.
1930’lu yıllarında uygulamaya konulan Keynezyen İktisat Politikaları 1970'li yılların sonlarına değin uygulanabilmiştir. Keynezyen İktisat Politikaların bir sonucu olarak devletin ekonomideki rolü ve işlevleri pek çok ülkede genişletildi. Keynezyen İktisat Politikasında; devletlerin ekonomik gücü ve büyümesi 1960’lı yıllarda başlıca beraberinde; kronik bütçe açıklıkları, yüksek vergi yükü ve enflasyon sorunlarını getirdi. Bu nedenlerden dolayı 1970'lerin ortasında Keynezyen İktisat Politikası Batı'da yeni bir krize neden oldu. Keynezyen İktisat Modeli'nin çökmesi nedeniyle yeni bir şey yapılması gerekiyordu. Devletlerin ekonomik krize girmesi özellikle sosyal toplumsal hareketlerin yükselişe geçmesine neden oldu. İşte bu dönemde eski modellerin yenileştirilmesi amacıyla ABD’li İktisatçı Milton Friedn tarafından “Neo Liberalizm” ortaya atıldı.
Zamanın emperyalist dünyası 1970'li yıllardan itibaren içine girdiği krizden çıkış yolu olarak belirlediği ve 80'lerde temelleri atılmakla birlikte esas olarak 90'ların başında yaygın uygulama şartlarına kavuştu. Bu görüşe göre;
- Devletin ekonomik hayat üzerindeki ayrıntılı müdahaleleri ortadan kaldırıldı.
- Piyasanın işleyişini engelleyen ve yeni girişimlerin kurulması konusunda cesaret kırıcı olan sübvansiyonlara son verildi. Devlet, ürünleri değerinden fazlasına veya ihtiyaçtan fazla miktarda satın alma hadisesine son verdi.
- Enflasyonu kamçılamaktan ve daha önce hiç görülmemiş derecede yüksek bir istikrarsızlık meydana getirmekten başka bir yararı olmayan parasal reformlar, hükümetlerin inisiyatif kullanamayacakları sağlam esaslara bağlandı.
- İthal kotaları ve ihracat kısıtlamaları kaldırılarak serbest ekonomiye geçildi.
- Genel fiyat ve ücret kontrollerine son verildi.
- Ulusal parklar, posta taşıma hizmetleri ve paralı otoyollar devlet mülkiyeti altına alındı.
- Devlet teknik tekelleri engellendi. Sömürgeleri altındaki ülkelerdeki ve gelişmekte olan ülkelerde ise devamlı bir ekonomik istikrarsızlık yaratıldı. Dünyanın bazı bölgelerinde sistemli ve kontrollü olarak savaşlar çıkararak silah satışı yaptılar. Mesele İran-Irak, Azerbaycan-Ermenistan, İsrail-Arap savaşları çıkarılarak bolca silah satarak büyük kârlar elde ettiler.
Bu sistemde; Microsoft , Office, Windows , google , facebook gibi geçmişi olmayan ve bir anda bir Türkiye büyüklüğünde dev ekonomilere sahip şahıslar ortaya çıktı. Bu ekonomik sistem, serbest demokratik bir piyasada güçlendi.
Keynezyen İktisat Modeli 1960’lı yıllarda çökünce Neo Liberalizm görüşünü uygulayan Batı dünyası şimdi yine bir çıkmaza girdi. Günümüzde bu sistem tıkanmış durumda, hatta çöküşün eşiğinde sayılır. Şimdi Avrupalılar bu durumdan bir çıkış yolu arıyor.
Hindistan, Çin ve İran’ın teknolojik bakımından güçlenmesi Avrupa’dan buralara yapılan ihracatın azalması, Avrupa’daki aşrı lüks tüketim, gereksiz harcamalar, genç nüfusun azlığı Avrupa’da ve ABD’de derin ekonomik krize neden oldu. Neo Liberalizm de bu nedenler dolaysıyla şimdi bir çıkmaza girmiş durumdadır.
İspanya’da ekonomik çöküntü devam ediyor. Batı dünyası İspanya’yı kurtarma çabası içinde olsa da bunda şimdiye kadar belirgin bir başarı kaydedilmedi. Avrupa Devletlerinin siyasi liderleri büyük sorumluluk taşımaktadır. Eğer Avrupa’daki kriz derinleşir ve yangın çok büyükse bu anda Avrupa’nın itfaiyesi durumda olan Avrupa Merkez Bankası kesenin ağzını açarak ekonomik kiriz dalgasının Avrupa’ya yayılmasının önüne geçmeye çalışır.
Çin dünya ekonomisinin lokomotifi durumdadır. Çin ekonomisi büyürken diğer ülkelere de olumlu etkisi olmaktadır. Çin ekonomisi şu anda iyi yönetiliyor ve hatta Çin dünya ekonomisinin umudu olabilir.
Çin Avrupa’daki krizin dibini görürse yani tünelin ucundaki ışığı görürse ciddi yatırımlar yapabilmenin sinyallerini vermiş durumda ama şu anda Avrupa ekonomisinde kurtuluş ışığı görünmüyor krizden çıkış görünmüyor sonuç nere gider şimdiden kestirmek zordur.
Ekonomik kriz nedeniyle Batı kapitalizminin, her geçen gün zayıflaması nedeniyle ekonomik güç dengeleri -serbest demokratik bir piyasada- doğuya kaydığını görmekteyiz. Yani Avrupa ekonomisi giderek doğunun etkisi altına giriyor.
Çin, İran ve Rusya dünyada büyük bir güç haline gelmesi; Arap ve Afrika ülkelerinin Avrupa’dan mal alamayacak kadar fakirleşmesi, Hindistan’ın teknolojik bakımdan gelişmesi Batı dünyasında ekonomik krizi derinleştiriyor. Ambargo altında olan İran’dan bir şekilde Avrupa ülkeleri de olumsuz etkilenmektedir.
Ama Avrupa ekonomisini asıl zora sokan ve ekonomisini uçurumun eşiğine getiren olay Avrupa’nın çalışan genç nüfusunun azlığı, aşrı derecede lüks tüketim, israflar ve ahlâki yozlaşmadır. Ahlâkı yozlaşma içinde bulunan Batı toplumunda fertler; hem devlete hem de ailelerine karşı sorumsuzluk içindedir. Böyle olunca devlet daha fazla bu yükü sırtında taşıyamaz hale geldi.
Yunanistan’da ekonomik kriz giderek kötüye gidiyor ve Yunanistan Euro’dan çıkmak istiyor. Bu durum Avrupa piyasalarını olumsuz etkileyecektir. Yunan ekonomisi; aşrı israflar, genç nüfusun azlığı, lüks tüketim, devlet kademesinde ekonomi gücü elinde bulunduranların devlet hazinesini hortumlamaları gibi nedenler ile çöktü.
Krizin giderek derinleşmesi nedeniyle Avrupa’da bankalar birliği ve mali birlik çağrısı var. Kuzey Avrupa bu çağrıya şimdilik kulak tıkamış gibi gözüküyor. Ekonomi dünyasında, ahlakı değerler ele alınmalıdır. Sosyal güvenlik bakımından işsizlik rakamı kıta Avrupa’sında yüzde 11’e ulaştı. Acaba bundan 10 yıl sonra Avrupa birliği kalacak mı kalmayacak mı diye endişeler her geçen gün artıyor.
Türkiye ile Avrupa arasındaki ekonomi ilişkilerine baktığımızda Türkiye ile Avrupa arasındaki ekonomik ilişkiler, şuan iyi değildir. Avrupalılar her zaman olduğu gibi Türkiye ile yaptıkları ekonomik politikası merkantilizm felsefesine göre yapıyor. Bu nedenle Türkiye Avrupa ile yaptığı ticarette her zaman zarar ediyor. Çünkü bu felsefeye göre, Avrupa Türkiye’den aldığı mal kadarından daha fazlasını Türkiye’ye satmaya çalışmaktadır.
Her geçen gün Avrupa Birliğinin Türkiye’ye ihtiyacı artıyor. Avrupa’daki devletlerin hiç birisi tek başına bu krizin altından çıkabilecek durumda değildir. Şimdilik bu yükü Almanya sırtlanmıştır. Ama Almanya bu yükü daha ne zamana kadar taşıyabilir. Avrupa’da yükselen ırkçılık Avrupa için diğer olumsuz etkendir ve bu durum belki de Avrupa için vahim bir sonuç doğurabilir.
Çin Halk Cumhuriyeti büyük bir devlettir büyüme hızı yüzde 11’den yüzde 8’e inerse ayaklanmalar başlar. Sonuçta Çin bir totaliter ülkedir. Zamanın ne getireceği belli olmaz. Totaliter rejimlerin geleceğini kestirmek çok zordur. Bir anda toplumsal olaylar patlak verir ve ülkede her şeyin altının üstüne gelmesi durumu vardır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu bir sistem kurulmuştu. Bu farklı iki kutuplu ülkeler nedeniyle ülkeler birbirleri ile rekabet halindeydi. Bunlardan biri iflas etti diğeri de uyguladığı ekonomik politikaları nedeniyle yetersiz kaldı. Özellikle SSCB’nin başını çektiği Sosyalist Doğu Blokunun çökmesi Batı Bloğunu rakipsiz kıldı. ABD’nin başını çektiği blok ekonomik sınırların kesesinin ağzını açtı. Her şeyde bir aşırılığa gidildi. NATO kendisine yeni sanal düşman yaratarak Yıldız Savaşları kapsamında silahlanmaya giderek Körfez savaşlarını başlatması ABD’yi içinden çıkamadığı bir bataklığa sürükledi. Doğu’daki ülkelere hiç de gereği yokken saldırdı. Taliban, El Kaide, PKK, Pejak gibi terör örgütleri kurarak gizliden bu örgütlere kaynak aktarıldı. ABD körfez savaşında kullandığı silahlar, savaşta ölen askerlere verdiği tazminatlar ABD ekonomisini olumsuz etkiledi. Bu açıklığı kapatmak için Japonya, Almanya gibi ülkelerden yüklü miktarda yardım talebinde bulundu. Japonya, Almanya gibi ülkeler ABD’nin bu yardım taleplerini fazlasıyla karşıladılar ama bu durum bunların ekonomisini sarstı.
Avrupa’da ortak Euro var, ama ortak mali ve siyasi birlik yoktur. Ekonomi olarak Avrupa’yı bu krizden kurtarma çabaları var ama farklı kafalardan farklı düşünce ve fikirler nedeniyle ortak hareket edilemiyor. Avrupa bu durumdan, ortak mali ve siyasi birliğe giderek kendisini kurtarmanın yollarını arıyor. Zaten Almanya bu işin öncülüğünü yapmaktadır. İngiltere elini kendi çıkarları açısından bu kiriz taşının altına koymaktan çekiniyor. Kuzey Avrupa ülkeleri ise şimdilik bu duruma kulak tıkamıştır. Kuzey Avrupa ülkeleri harcamaları artırmalı ki Güney Avrupa ülkelerinde iş imkânları doğsun. Avrupalılar; bu krizin altından kalkabilecek ve akılcı yaklaşım ve çözümler getirebilecek bir lider arayışı içindeler. Şu an Avrupa halkı; Tayyip Erdoğan gibi bir liderin olmayışından yakınmaktalar. ABD’deki özel sektör yüzde 130’luk borç içindedir. Bunların üçte biri borcuna sadık kalmıyor öylece işyerini kapatarak çekip gitmektedir. Ama üçte ikisi ise kendi borçlarını ödemektedir. ABD ve Avrupa’da lüks harcamalar giderek artıyor. ABD’de bir grup 8 odalı bir odada otururken bir kısmı ise giderek yoksullaşmaktadır. Zengin ile fakir arasındaki uçurum giderek derinleşmektedir.
Eğer Avrupa’daki ekonomik kriz daha da büyürse Türkiye bundan nasıl etkilenir? Türkiye bu gün ihracat ve ithalatının yüzde 45’ni Avrupa ile yapmaktadır. Türk ekonomisi, 1839’ yılından beri Tanzimat Fermanı ve Balta Limanı anlaşmaları ile günümüze kadar, hep Avrupa tarafından şekillendirmiştir. Türkiye, ekonomik ilişkilerini bu şekilde sürdürürse Avrupa’daki ekonomik krizden kötü etkilenir. Bunun için yönünü doğuya çevirmelidir. Türkiye; Çin, İran, Suriye, Arap ülkeleri ve Rusya ile ekonomik işbirliğini geliştirmeli. Aksi durumda çöken Avrupa enkazının altında Türkiye de kalır. Türkiye gücünü abartmadan çevresindeki komşu ülkelerle barış politikası yürütmek zorundadır. Türkiye bu gücünü komşu ülkeler ile olan ilişkilerini kabadayılık yaparak bir baskı kurmaya çalışmak istemesi karşısında oldukça kötü sonuçlara neden olur. Bugün Suriye olayı Türkiye’nin karşılaştığı en büyük sorundur. Türkiye gammazlık yaparak Suriye olaylarına müdahale etmesi Türk ekonomisini oldukça riske sokar. Hatta çökertir ve bir çıkmaza sokar.
Bu gün bu güç dengesinin ve medeniyetinin tekrar Doğuya kaydığını görmekteyiz. Doğu’da Çin ve İran medeniyeti teknolojik bakımdan hızlı bir şekilde ilerleme görülmektedir. Bir dağ büyürse etekleri de büyür, Türkiye’nin de konumu Doğu’daki teknolojik gelişme karşısında böyledir, bu durumda tabi ki Türkiye de doğudaki gelişmelerden olumlu etkilenecektir.