Müslüman Devletlerin Güç Dengesi ve Bozulan Birlik
Bismillahirrahmanirrahim
-Neden, Müslümanlar arasında bir türlü "Vahdet" oluşturulamıyor. İstenildiğinde tekrar Müslümanlar arasında birlik oluşturulabilinir mi, değilse niçin?
-Neden Ortadoğu’da hep kan ve gözyaşı var?
-Neden Müslümanların yaşadığı topraklarda karışıklıklar yaşanıyor?
Dünya genelinde tarihte ve günümüzde kurulan devletler, belirli bir denge ve çıkar üzerine kurulmuşlardır. Bu nedenle yürüttükleri dış politikada devletler hep kendi çıkarlarına göre hareket etmişlerdir. Tarihte veya günümüzde Allah rızasından uzak kurulan güçlü devletler her zaman gücü yettiğince bir diğer devleti baskı altına almaya veya yok etmeye yönelik hareket ettiğini görmekteyiz. Kurulan devletler;
1-Kendi siyasi, ideolojik, kültür ve inanç değerlerini dünyaya yaymak
2-Bu siyasi görüş ve sosyal yapısını yayarken buradan elde edecekleri menfaatler.
Dünya genelinde mevcut devletler dış politikada bu iki kuralla göre ilişkilerini yürütürler.
İslâmiyet’in doğduğu yıllarda dünya genelinde hangi devletler vardı ve biz bu devletlere genel olarak baktığımızda; Doğu Roma (Bizans), Sasaniler, Göktürkler, Avarlar, Çin, Hindistan, Japonya gibi güçlü devletler vardı.
Biz, yukarıdaki soruların cevabını ancak, Hz. Muhammed (s.a.a.) döneminden itibaren dünyadaki güçlü devletlerin tarih akışı içindeki Müslüman devletlerle olan ilişkilerini doğru bir şekilde analiz ederk bulabiliriz.
İslâm Dini, Şanlı Peygamberimiz tarafından teblik edildiği yıllarda Doğu Roma (Bizans), eski Yunan kültür ve uygarlığından etkilenerek Hıristiyanlığın da etkisi ile yeni bir yapıya kavuşmuştu. Bizans’ın Ortodoks mezhebini benimsemesi Katolik olan Batı Avrupa'dan uzaklaşmasına neden olmuştu. Bizans’ta, Herakliyüs Hanedanı zamanında (610-717) batıda Avar ve Slav, Doğuda da Göktürler ve Sasaniler'le mücadele içindeydiler. Müslümanların bir güç olarak ortaya çıkmalarıyla Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika topraklarını kaybetmişlerdir.1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra bir daha toparlanamayan Bizans 1453’te Fatih'in Bizans’ın merkezi İstanbul'u fethiyle yıkılmıştır.
Hz. Muhammed İslâm dinini yaydığı dönem olan Avrupa’da ise; kavimler göçü sonrası Avrupa'da krallıklar güçlerini kaybetmişlerdi. Soyluların güç kazanmalarıyla birlikte tüm ortaçağ boyunca Avrupa'da etkili olacak olan siyasi yönetim biçimi " Feodalite ( Derebeylik) " ortaya çıkmıştı. Toplumsal eşitsizlik üzerine kurulan bu düzen içinde halk, farklı toplumsal sınıflara ayrılmıştı.
Soylular (Senyörler); her türlü hakka sahiptiler ve şatolarda otururlardı. Soyluların en üstünde senyör denilen derebeyler yer alırdı. Senyörlerin en büyüğü kral idi. Bundan sonra sırasıyla dük, kont, baron ve şövalyelergelirdi. Bir diğer ayrıcalıklı sınıf ise rahiplerdi, kiliselerin sahip olduğu toprakların geliriyle rahat bir hayat sürmekteydiler. Daha alt sınıflar da vardı, bunlar burjuvalar, köylüler ve hiçbir hakkı olmayan serfler (esirler) vardı.
İran topraklarında miladi 224 yılında kurulan Sasaniler, Partlar'ın zayıf düşmesiyle Sasanoğlu, Babek sınırlarını genişletmişlerdi. Zerdüştlük inancına sahip olan Sasaniler en güçlü oldukları dönemde Suriye ve Yemen'i topraklarına katmışlardı. Sasaniler; Göktürklerin saldırılarıyla giderek zayıfladılar. İslâmiyet’in Arap yarımadasına hakim olmasıyla Müslüman Araplar karşısında tutunamayan Sasani Devleti, 651'de Müslümanlar tarafından yıkıldı.
552 'de kurulan I.Göktürk Devleti, Sasaniler, Bizans, Akhunlar ve Çin ile mücadeleler Göktürkleri zayıflatmıştır. 581'de Çin'in siyasi oyunlarıyla Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılarak iyice zayıfladı. 630'da Doğu Göktürkleri, 659 'da Batı Göktürkleri Çin'in egemenliğini kabul etmiştir.
Evrenin üst üste gelen katlardan oluştuğuna inanan Türkler; gökyüzünün on yedi, yerin altının ise yedi kattan oluştuğuna inanırlardı. Göktür inancına göre bu ikisinin arasında insanların yaşadığı yeryüzü bulunurdu.
Bütün evren göğün en üst katında oturan Tanrı'ya itaat ederdi. Göktürkler Tanrı'ya "Türk Tanrısı" adını vererek onu millileştirmişlerdir.
İslâm Dini Hz. Muhammed (s.a.a.) tarafından tebliğ edilerek yayıldığı sıralarda Asya'nın güneyinde yer alan Hindistan ise bu dönemde çeşitli kavimlerin istilasına uğradığı için Hindistan'da siyasî bir birlik sağlanamamıştı. Kast sistemi; toplumsal, siyasî ve dinî düzenin temelini oluşturuyordu. Bu sistemde halk, sınıflara ayrılmıştı.
İslâmiyet kurulduğu yıllarda Çin'de ise feodal bir yapı bulunmaktaydı. Yönetimde hanedanların egemenliği vardı ve soylular toplumun egemen sınıfını oluşturuyordu. İpek yolu egemenliği Türklerle-Çinlileri karşı karşıya getirmişti. İslâmiyet’in doğuşu sırasında Çin'de Taoizm, Konfüçyizm ve Budizm yaygın olan dinlerdendi.
Bu dönemde Japonya ise büyük ölçüde Çin uygarlığının etkisinde kalmıştır. Güçlü bir merkezî yönetimin olmayışı, derebeylik sisteminin doğmasına neden olmuştur. İslâmiyet’in ortaya çıktığı 7.yüzyıl başlarında Japonya, bulunduğu bölgede siyasî yönden güçlü değil, ekonomik yönden de gelişmemiş bir ülkeydi.
İslamiyet Öncesi Arap Yarımadasında; Güney Arabistan’da; Main, Seba, Himyeri Devletleri ile Kuzey Arabistan’da ise Nebatlılar, Gassaniler ve Hire Beyliği gibi devletler kurulmuş olmasına rağmen; Araplar arasında siyasi birlik sağlanamadığından kısa sürede yıkılmışlardı.
İslâm Dini ortaya çıkıp yayıldığı dönemdeki devletlerin siyasi güçlerine bakacak olursak elbette ki böyle yeni bir devletin kurulması mevcut dengeleri değiştire bileceği, sarsacağı ve devletler arasında yeni bir dengenin oluşmasını dönemin devletleri çıkarları açısından hoş karşılamaları mümkün değildi.
Böyle bir zamanda, Medine’de Hz. Muhammed (s.a.a) tarafından kurulan devlet tabi ki hem siyasi yapısıyla, hem ekonomik yapısıyla, hem kültürel ve inanç yapısıyla kurulması diğer dengeleri sarsacaktı.
Ama dönemin güçlü devletleri içinde bulundukları şartlar nedeniyle Hz. Muhammed (s.a.a) tarafından kurulan yeni devlete, saldıramamışlardır.
-Hz. Muhammed (s.a.a.) İslam Dini’ni yaydığı sıralarda Dünya Genelindeki siyasi dengeler Nasıldı?
-Tüm Orta Çağ Boyunca Siyasi dengeler nasıldı?
-Yakın Çağ’da Siyasi Dengeler Nasıldı?
-Günümüzde Siyasi dengeler nasıldır?
Bunlar üzerinde iyi bir siyasi analiz yapıldığında, neden Müslümanların vahdet birliği oluşturamadığını ve neden Ortadoğu’da ve Müslümanların yaşadığı belde ve şehirlerde kan, gözyaşı ve ölüm olduğunu anlamak mümkün olacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.a.) döneminde dünyadaki devletler arasındaki siyasi denge; Bizins imparatorluğu ile Sasaniler savaş halindeydi. Öncesinde Göktürkler sonrasında ise (Göktürkler Yıkıldıktan Sonra) Hazar Türkleri bu iki devlet ve Çin arasında bir denge oluşturmuştu. Yani Hazarlar hangi devlet ile birlikte hareket etse veya yardım etse o taraf galip duruma geliyordu.
Hz. Muhammed (s.a.a.) İslâm Dini’ni yayarak İslâm Devleti’nin temellerini 622 yılında Medine’de attığında Müşrikler bu yeni kurulan İslâm Devlet’ini ortadan kaldırmak istedilerse bunu başaramadılar. Müşrikler tek başlarına bunu yapamayacaklarını anlayınca bu defa Sasaniler ve Bizans’tan yardım istediler. Dönemin müşrik ve Yahudilerinin yardım taleplerini hem Sasaniler hem de Bizanslılar kayıtsız kalmışlardır. Çünkü Bizans ile Sasaniler arasında savaşlar vardı. Bu savaşlar, hem Bizans’ı hem de Sasaniler’i hem de Hazarları yıpratmıştı. Bundan dolayı müşriklerin isteklerini dikkate alamadılar. Bazı tarihçilerin görüşüne göre eğer bu üç devlet birbirleriyle savaş halinde olmasaydı; müşriklerin ve Yahudilerin istekleri doğrultusunda mutlaka Araplar üzerine (Hz. Muhammed’in üzerine) bir ordu gönderirlerdi. Bu durumu; Yauhudiler ve günümüzün ateistleri büyük şanssızlık olarak değerlendirmektedirler.
Hz. Muhammed (s.a.a) vefat ettiği miladi 632 tarihinden iki yıl önce Göktürkler yıkılmıştı. Hz. Muhammed (s.a.a.) İslâm Devlet’inin temellerini sağlam temeller üzerine oturtmuş, yapılan saldırılar karşısında Müslüman Araplar kendilerini savunabilecek güçteydiler.
Hz. Muhammed döneminde Medine Merkezli kurulan İslâm devleti bir güç olarak ortaya çıkmış ve bu yeni İslâm devleti halifeler döneminde bu gücünü koruyarak geliştirmiştir. Halifeler döneminde İslâm Orduları’nın Hazar, Bizans ve Sasaniler ile şiddetli savaşlar yaptığını görmekteyiz. Bu savaşlarda Sasaniler güçlükle yıkılmıştır. Araplar Hz. Osman döneminde Hazarlara saldırmışlar ve Hazar Türkleri Hz. Osman’ın ordularını yenerek geri püskürtmüştü. Emeviler döneminde taht kavgaları nedeniyle zayıflayan Türkler ile Araplar arasında yapılan savaşlarda Türklerin ağır bir şekilde yenilmesi sunucunda Araplar Asya’da da bir güç haline gelmiştir.
Emevilerin yıkılma tarihi olan miladi 750 tarihinde Çinliler bu karışıklıktan istifade ederek Asya ve Orta Doğu’ya yayılma girişiminde bulunmuşsa da, Türklerin ve İranlıların yardımı ile Araplar; Çin saldırısının önüne geçerek Çinlileri geri püskürtülmüştür. Eğer burada Çinliler, 751 tarihindeki Talas Savaşı’nın mağlubu değil de galibi olsaydılar Asya, Orta Doğu ve Hicaz’daki dengeleri Çinliler Müslümanlar aleyhine bozarak Çin çıkarları doğrultusunda yeni bir denge kuracaklardı.
Emeviler’den sonra bu dengeyi Abbasiler, Abbasilerden sonra da Büyük Selçuklular sağlamıştır. Orta Doğu’da ve Asya’da; Çin, Bizans ve Avrup’dan gelebilecek saldırılara karışı dengeyi Müslümanlar lehine Türkler sağlamışlardır.
1095 yılının Kasım ayında, Papa II. Urban'ın başkanlığında ve üç yüz rahibin katılımıyla gerçekleşen Clermont Konseyi’nde Hıristiyanlar Müslüman dünyasının üzerine kışkırtılmıştır. Papa II. Urban, bunu yaparken ayni anda duygulanarak bunu yapmamıştır. Veya rast gele seçilmiş bir zaman değildi. Çünkü bu dönemde Büyük Selçuklularda taht kavgaları vardı. Merkezdeki taht kavgaları nedeniyle Selçuklulara bağlı eyaletler de bu fırsatı değerlendirerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Merkezdeki taht kavgalarının yanı sıra Selçuklu Devleti’nden ayrılan eyalet veya bağlı devletlerle de bir birleriyle savaş halindeydi. 1092 yılında ölen Selçuklu Sultanı Sencer’in oğulları arasında taht kavgaları yüzünden Müslümanlar güç kaybettiler. Bu dönem öğle bir dönemdi ki, Cehalet bütün Müslümanları kasıp kavurmaktaydı. Şafilerle Hanifiler, Sünniler ile Şii devleti olan Fatimiler ve yine Sünni Türk Beylik ve devletleri kendi arasında taht ve toprak savaşları yapmaktaydı. Müslümanların içinde bulunduğu bu iç çekişmelerden faydalanmak isteyen Avrupalı krallar Müslümanlar üzerine kurdukları haçlı ordularını sürmüşlerdir. Bu saldırılarda Anadolu’dan Filistin’e kadar yüz binlerce Müslüman canından olurken, İslamiyet’in o güzelim belde ve şehirleri Haçlıların yağmasına uğramıştır. Kudüs ele geçirilip Hıristiyan Krallık kurulduğunda, sadece ilk üç gün içinde Kudüs’te 70 bin insan katledilmiştir. Kudüs sokaklarındaki yollarda topuklara kadar ve çukurlarda ise diz boyu kan birikintileri oluşmuştur.
Orta Doğu’daki dengeleri kendi lehlerine çevirmek isteyen Avrupalı krallar ve Bizans imparatorluğunun çıkarmış olduğu karışıklıklar iki yüz yıl sürmüştür. Müslüman şehirleri yağmalanarak ateşe verilmiştir. İslâm dünyasında yapılan tüm ilmi çalışmalar, araştırma merkezleri, talan edilmiştir. Kütüphanelerdeki kitaplar Batıya taşınırken taşıyamadıklarını da ya yakmışlardır ya da Fırat ve Dicle nehirlerine atmışlar.
Asya ve Çin arasında ise Uygur Türkleri ile Moğollar bir denge unsuruydular. Bu karışıklıktan faydalanarak İslâm beldelerine saldıran ikinci bir düşman daha vardı. Onlar da Moğollar ve Uygurlardı. Gerçekten Emeviler döneminde Türklere çok şiddetli zulüm uygulanmıştı. Emeviler, bayındır Uygur şehirlerini yağmalayarak yakmışlardı. Uygur Türklerini şehrin girişinde kilometrelerce yol boyunca uzanan yolların kenarındaki ağaçlara asmışlardır. Tarihçiler 5 kilo metre uzunluğundaki yolun kenarlarında Uygur erkeklerinin ağaçlara asılarak idam edildiğini yazmaktadır. Kadın ve kızlarına Emeviler tarafından tecavüz edilmiştir. Uygurlar, yamyam Emevi Araplarının kendilerine yaptıkları bu zulmü unutmamışlardı. Uygur Türkleri bu nedenle Müslüman olan Türkmenlere sitem etmiş ve kendilerine zulüm edilen Arapların acısını unutmamışlardı. Bu nedenle Moğolları örgütleyen, harekete geçiren ve Müslümanların üzerine kışkırtan da Uygurlar olmuştur. Böylece, Uygur Türkleri Moğollar döneminde kendilerine yapılan zulmün intikamını Müslümanlardan almışlardır.
Neyse ki; bu baskı, zulüm ve yağmalanma Müslümanların aklını başına getirmiştir, zamanla toparlanmışlardır. Orta Doğu’da Memlük, Anadolu’da Osmanlı ve Asya’da Timur Devleti’ni kurarak yeni bir denge oluşmuştur. Bu denge; Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında oluşması gereken doğal bir dengedir. Asya’da, Anadolu’da ve Hicaz’da yaşayan halkların can, mal, namus, kültür ve inanç güvenlikleri açısından böyle bir denge; Kuzey’de Rusya, Doğu’da Çin ve Batı’da Emperyalist devletlere karşı şarttır. Bundan dolayı ne yapıp ne edip böyle bir dengeyi Ortadoğu ve Asya eksenli kurmak zorunda olunması bilincine varılmalıdır.
Bu denge tarihte çeşitli şekilde bozulsa da kısa sürede kendiliğinden veya dönemin devlet adamlarının basireti sayesinde yeniden sağlanmıştır.
Özetle üzerinde durulması gereken şu ki; Asya, Anadolu ve Orta Doğu arasında böyle bir denge vardı ve bu dengeyi biz kendi elimizle bozduk. Şimdi de bunun acısını çekiyoruz.
-Osmanlılarla Timur’un, Timur ile Akkoyunluların savaşları Timur Devletinin yıkılmasına ve Asya’daki dengenin Ruslar lehine kaymasına neden oldu. Ruslar böyle bir dengeyi kendi lehlerine oluşturmak için yüz binlerce Müslüman katlettiler. Orta Asya ve Anadolu arasındaki dengenin bozulması bu coğrafyalarda yaşayanlara mutluluk getirmemiştir, kan, gözyaşı, zillet ve ölüm getirmiştir. Timur Devleti’nin yıkılması sonrasında Orta Asya’daki Türklerin oluşturduğu dengenin bozulması karşısında ortaya çıkan boşluğu Çin ve Rusya doldurmuştur. Doğu Türkistan Çinlilerin egemenliği altına girmiştir.
Orta Doğu ile Anadolu Arasın’da Mısır’da Memlükler, İran’da Safaviler ve Anadolu’da ise Osmanlılar vardı. Bu denge bu şekilde kurulmuştu. İslamiyet’te Müslümanın Müslümanla savaşması kesin bir şekilde haram edilmesine rağmen bu üç devlet ne yazık ki bir birleriyle girdikleri savaşlarda yıpranmışlar. Yavuz Sultan Selim’in İran ve Memlüklerle savaşması Ortadoğu’daki bu dengeyi çok kötü bir şekilde sarsmıştır. Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’in Memlükleri ortadan kaldırması Arapların hoşuna gitmedi. Çünkü Yavuz Selim İslâm dünyasına çok sert şekilde müdahale etmişti. Arapların Memlük Devletinin Türkler tarafından ortadan kaldırılmasını kabullenmemeleri ve bu bunu bir türlü hazmetmeyerek çıkardıkları ayaklanmalar hem Arapları hem de Türkleri zayıflattı.
Yavuz Selim İle başlayan Osmanlı – Safavi (İran) savaşları her iki devleti yıpratmıştır. Böylece Asya ve Anadolu’da Müslümanların oluşturduğu dengeler sarsılmış, dengeler Avrupa ve Ruslar lehine gelişmiştir. Özellikle, İngilizler 1453 tarihinden sonra bu dengeyi kendi lehine çevirmek için planlı bir şekilde yayılma ve gayret gösterdiklerini görmekteyiz. İngilizler 17. Yüzyıldan sonra uluslararası politikada her zaman dengenin dengeleyicisi rolünü oynamıştır.
Anadolu, Orta Doğu, Hicaz, Hindistan, Afrika’daki Müslümanların dünya devletleri karşısındaki dengesini; bu dönemin güçlü Müslüman Türk Devletlerinin birbiriyle savaşmaları bozdu. 1514 Çaldıran Savaşıyla Başlayan Osmanlı – İran savaşları 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’na kadar sürdü. Bu savaşlar her iki tarafı da yıprattı. Çaldıran Savaşı’ndan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na kadar Türkler ile İranlıların arasındaki bu gerilim ve savaşlar bu coğrafyalardaki halkı cehalete sürükledi. Osmanlı-İran savaşları nedeniyle Osmanlılar, kapılarını İran’a kapatması, Türkleri Batı kültürü ve teknolojisi karşısında zayıflattı. Osmanlıların İranlılara kesin olarak sınırlarını kapatmaları ve mezhepçilik taasubu yapmaları nedeniyle Türkler, Batı kültür ve tekniği karşısında pek fazla direnemedi. Türkler kendilerini Batı karşısında zayıf hissedince bu defa da Batı’nın kültürünü almaya çalışarak ikinci büyük hatayı yaptılar. Osmanlı Devleti’nin yıkılması sonucu Müslümanları savunacak Güçlü Müslüman bir devletinin olmaması İslâm dünyasının hâkim olduğu coğrafya işgallere ve saldırılara karşı açık hale geldi. Böylece İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından Müslüman ülkeler sömürgeleştirildi. İngiltere ve Fransa Nisan 1920'de toplanan San Remo Kongeransı'nda Orta Doğu'yu kendi aralarında paylaştılar.
Birinci Dünya Savaşı sonrası İslâm coğrafyasının hâkim olduğu topraklarda kurulan Arap Devletlerinin tamamı bağımsız bir devlet olarak kurulmadı. Kurulan Arap devletlerinin tamamı İngilizlerin çıkarları veya İngiltere'nin belirlemiş olduğu sınırlar çerçevesinde kuruldu. Lozan Antlaşmasıyla Türklerin; teknolojik faaliyetleri ve yeraltı kaynaklarının kullanımı sınırlandırıldı. Arapların kurdukları devletlerde yer altı petrolleri kullanıma izin verildiyse de teknolojik gelişme ve faaliyetleri yasaklandı. Bağımsız gibi görünen Arap devletlerinin tamamı sömürge haline getirildi.
Bu denge II. Dünya Savaşı’na kadar böyle devam etmişse de. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve SSCB bu dengeyi yeniden kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalıştığını görmekteyiz. ABD’nin başını Çektiği kapitalist devletler; İngiltere, Fransa, Almanya …gibi devletler dengenin bir tarafını oluştururken, SSCB ve Çin’in başını çektiği; Romanya, Doğu Almanya; Yugoslava; Kuzey Kore gibi sosyalist devletler de dengenin bir diğer kefesini eşitlemiştir. Bu denge SSCB’nin başını çektiği devletlerin dağılmasıyla bozulmuştur.
Bu durum karşısında Batılı devletler dünya genelinde bu dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda yeniden oluşturmak için hareket geçtiklerini görmekteyiz. İran, Türkiye gibi bazı devletler bu dengenin Batı lehine sağlanmasında bir engel teşkil ettiğinden özellikle de İran’ı ortadan kaldırma planı içindedirler.
Türkiye burada İran ile birlikte hareket ederek diğer Müslüman devletleri de kendi gruplarına dahil etmesi gerekirken zaman zaman Batı’ın çıkarları doğrultusunda hareket etmesi Müslümanları hayal kırıklığına uğratmaktadır. Türkiye Suriye yönetimini devireceğine; Suriye’deki Sünni kardeşlere ortam çok kritik isteklerinizi biraz erteleyin dese Müslümanlar açısından daha iyi bir sonuç ortaya çıkar.
Eğer günümüzde bu dengeyi İran ve Türkiye birleşerek kurabilirse Batı’nın Orta Doğu’da oluşturmak istediği denge Batı lehine olmayacak. Arap Baharı, Suriye Olayları, PKK Meselesi gibi problemlerin çözümünde; Kürtler, İranlılar, Türkler, Araplar birbiriyle dalaşırsa buradaki dengeler Batı’nın lehine gelişir. Buradaki dengenin oluşması Batı lehine olursa, Batı şüphesiz Orta Doğu’da ne güçlü bir İran devleti, ne de Anadolu’da Güçlü bir Türk Devleti, ne de Orta Doğu’da güçlü bir Mısır ve Suriye devleti istemeyecekler. Batılı devletler; Orta Doğu’da böyle bir dengenin kendi lehlerine oluşturulması için bütün kozlarını kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Bu Hususiyette; Türklerin, İranlıların, Arapların, Kürtlerin ve bu coğrafyalarda yaşayan diğer müslüman halkın bilinçlendirilmesi gerekir. Aksi durumda bu coğrafyalarda yaşayanlara bu hatalı ilişkiler; yeni bir zillet ve ölüm getirir.
Batı’nın hiç mi hiç merhameti yoktur. Tarihe baktığımızda tarihte ne iseler şimdi de aynısıdırlar.
Tarihte Müslümanlar lehine böyle bir denge vardı, bu dengeyi; Yavuz Sultan Selim’in Kılıcı, Şah İsmail’in gaprisi, Timur ve Yıldırım Beyazit’in birbirlerine besledikleri kini ve Arap asıllı Hicaz Mebusu (milletvekili) Şerif Hüseyin’in aptallığı bozdu. Bu beş kişinin 4’ü Türk’tür. Dolaysıyla biz Türkler hiç de tarihimizle yaptıklarımızla, İslâmiyet’e hizmetlerimizle övünmeyelim. Tarih’te yaptığımız hatalar; Müslümanlara gözyaşı, kan, zillet ve ölüm indirmiştir. Tarihte yaptığımız bu hataları telafi etmemiz gerekir. Bu dengeleri yeniden oluşturmamız gerekir. Bu dengeyi oluşturamadan İslam-i Vahdet kurmamız mümkün değildir.
Sorun bu, bu sorunu görmeden İslâm Dünyası’nda bir güç oluşturmak mümkün değil. İran burada bir güç olarak ortaya çıkmıştır. İran’ın güç olarak ortaya çıkması sömürgeci Batılı devletlerin çıkarlarına terstir. Güçlü bir İslâm devleti karşısında Ortadoğu’da rahat hareket edemiyorlar. Eğer İslâm Dünyası’nda güçlü bir İslâm Devleti olsa idi, ne Filistin’de, ne Ortadoğu’da ne de Asya’da bu kadar Müslüman kanı akıtamayacaklardı. İşte bunların bu eylemlerine İran, Suriye veTürkiye karşı çıkıyor. Bundan dolayı Türkiye’yi överek Jön Türkleri gibi “Osmanlıcılık İdealini hortlatmak uğruna” Arap toprakları vaat edebilirler. İran’ın ise Şii olduğu gerekçesiyle Türkiye’yi İran üzerine kışkırtabilirler, nitekim yapıyorlar da. Bu nedenle bu oyunlara gelmemek ve kanmamak lazımdır. İran, Suriye, Türkiye; Batılı devletlerin kışkırtması sonucu birbirlerine girerek zayıflaması durumunda Müslümanları çok ürkütücü ve korkunç kadere mahkûm eder. Bu nedenle burada Türkiye, Suriye, İran ve diğer Müslüman Arap devletleri bu oyunlara kanmamalı, aldanmamalıdırlar. Tam aksine bu üç ülke arasındaki bağlar güçlendirmeli ittifaklar yapılmalıdır. Bu üç ülkenin aracılığı ile Mısır’daki yeni kurulacak devlet güçlendirilmelidir. Ortadoğu, Batı ve Asya’da Müslümanlar lehine dengeyi sağlayabilecek güçte oluncaya kadar Müslümanlar bilinçlendirilmelidir.