İki Dünya Savaşı Arası Avrupa ve Dünya Ülkeleri
I. ve II. Dünya Savaşı arası Avrupa ve Dünya ülkelerindeki siyasi gelişmeler
Birinci Dünya Savaşı sonucunda İttifak devletlerinin yenilgisi ile sonuçlanınca savaşın galipleri ile mağlup devletler arasında antlaşmalar imzalanmıştı. Yapılan antlaşmalar galip devletlerin çıkarlarına yönelik olduğu için sonuçtan kimse memnun kalmadı ve dünya ülkeleri arasında gerilimin tırmanmasına ve bir süre sonra da II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden oldu.
Bu antlaşmalar sonrası Avru¬pa'nın siyasi yapısı ve haritası büyük ölçüde değişmiştir.
Savaş sonrası üç önemli imparatorluk
-Almanya,
-Osmanlı ´
-Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ortadan kalkmıştı.
Bu durum Avrupa'da büyük bir boşluğun meydana gelmesine neden olmuştu. İngiltere, Fransa, İtalya devletleri bu boşluğu doldurmak istemişlerse de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerinden istenilen barış sağlanamamıştır. Çünkü antlaşmalar büyük devletler tarafından hazırlandığından onların çıkarları doğrultusunda hareket edilmiştir.
Yapılan barış antlaşmalarına ağır savaş tazminatları ekonomik krizlere neden olmuştur. 1929 Dünya Ekonomik bunalımı ile Almanya'daki hiperenflasyon buna verilecek en iyi örneklerdir.
Bu durum gerçek hayatta düzensizlik ve istikrarsızlığa neden olmuştur. Bu nedenle 1930'lara kadar çeşitli barış antlaşmaları yapmaya çalışılmışsa da 1930'dan sonra Almanya, Japonya ve İtalya devletleri gerilim yaratmaları II. Dünya Savaşının çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Nihayetinde 1939'un Eylül'ünde ikinci büyük dünya savaşı patlak vermiştir.
II. Dünya Savaşı Arası Yapılan Barış Antlaşmaları:
Fransa: Savaş sonrasında galip devletlerden biri olan Fransa savaşta elde ettiği çıkarları korumak istiyordu.
İngiltere; ekonomik kayıplarını gidermek ve mevcut konumunu korumak istiyordu.
İtalya; Birinci Dünya Savaşı’nda bazı vaatlerle taraf değiştirmiş fakat savaş sonrası istediklerini alamamıştır. Adete “Turuva Atı” atı gibi cepheden cepheye koşturulmuş ama İngiltere kendi çıkarları doğrultusunda İtalya’ya pek fazla öncelik vermemiştir. Bu nedenle İtalya, amacına ulaşamadığından yeni çıkarlar elde etmek amacındaydı.
ABD ve SSCB ise Avrupa siyasetinden büyük ölçüde uzaklaşmışlardı. Böylesi bir atmosferde büyük devletler dünya barışının sürekliliğini sağlamak için çalışmaları hızlandırdılar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslar arası barışın sürekliliğini sağlamak amacıyla birçok antlaşma yapılmıştır. Bunlar:
Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam):
10 Ocak 1920’de merkezi Cenevre Olmak üzere asil üyeleri Birinci Dünya Savaşı’nın galip gelen devletlerin oluşturduğu Milletler Cemiyeti kuruldu.
10 Haziran 1919’da Londra’da çalışmalar başlayan Milletler Cemiyeti 10 Ocak 1920 de resmen kuruldu. Bu cemiyetin kurulması ile ilgili karar Paris Kongresinde 32 ülke tarafından kabul edilmişti.
Türkiye’nin de 1932’de davet edilmesi üzerine Milletler Cemiyeti’ne üye oldu.
-Bu cemiyetin merkezi Cenevre olarak belirlendi.
-Asıl amacı uluslararası barışı korumak olan kuruluş ne yazık ki büyük devletlerin çıkarlarını korumak pahasına ilkelerinde ödün verdi ve büyük devletlerin organı gibi faaliyet gösterdi. Azınlık ve baskı altında kalanların haklarını savunmada yetersiz kaldı.
-Bu durum uluslar arası bir cemiyetin güvenirliğini yitirmesine sebep oldu.
Locarno Antlaşası:
1 Aralık 1925’de Londra’da imzalandı.
Fransa XIX.yüzyılda da Alsas-Loren bölgesi yüzünden Almanya ile savaşa girmişti. 1925 yılına gelindiğinde Almanya’ya olan güvensizliğini gerekçe gösteren Fransa, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olduğunu bildirdi. Milletler cemiyeti daimi üyesi olan Fransa’nın bu çağrısı üzerine Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya’nın katılımı ile yapılmıştır (1 Aralık 1925).
Bu Antlaşma ile Almanya Avrupa’nın güçlü devletleri arasında yerini aldı.
Antlaşma ile Avrupa’daki siyasi gerginlik bir süre azaldı.
Bu antlaşma ile ülkeler arasındaki sorunları barış yoluyla çözümlenmesi, antlaşmazlıklarda milletler Cemiyeti’nin hakem olması karalaştırıldı.
Briand-Kellogg Paktı;
27 Ağustos 1928’de imzalandı.
Kellogg Paktı
-Barışın sürekliliğini sağlamak,
-Devletlerarası ilişkilerde zor kullanmayı ve askeri mücadeleyi önlemek amacıyla 27 Ağustos 1928’de imzalandı.
Anlaşmaya Katılan Devletler: ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya; Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalandı. Aynı yıl SSCB ve Türkiye de antlaşmaya dahil oldu.
Bu antlaşma ile; “Savunmaya dayanmayan savaş, kanundışı sayılmış ve devletler arası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması” esas alınmıştır.
Japonya
Japon Tarihine bakıldığında , M.S. 7. yüzyılda Çinlilerle kısa süren çatışmaları görülür. Ancak, Japonlara yapılan en ciddi tehdit, Moğol Hanı Kubilay Han’dan gelmiştir. Çin’i egemenliği altına alan Moğol Hanı Kubilay Han, 1274-1281 yılları arasında, Japonya’yı ele geçirebilmek için Japonya’ya bir donanma gönderdi 1274. 30 bin Moğol ordusu Japonya’nın dağlık ve zor coğrafi şartları nedeniyle geri çekilmiştir.
1281’de Kubilay’ın ordusu Korelilerle birlikte 140.000 kişilik güçle Kyuşu’nun kuzeyine iki noktadan çıktılar. Fakat, tam Japonları yenmek üzereyken çıkan bir tayfunda gemilerinin çoğu battı. Bu nedenle Moğollar geri döndüler.
Japonya, çok sayıda adadan oluşan dağlık, verimsiz yerlerden oluşmuş bir coğrafi yapıya sahiptir. Çin’e göre Stratejik bir özelliği de yoktu. Bu nedenle Kubilay Han, Japonya’yı almaktan vazgeçmiştir. Daha sonraki yıllarda, geniş Çin ve Orta Asya bozkırları, verimli topraklar dururken, başka hiç kimse adalar topluluğu dağlık Japonya ile ilgilenmedi.
Dolayısıyla Japonya, yüzyıllar boyu hiçbir dış temas olmadan içe kapalı yaşadı. Toprak beylerinin (daimyo) ve aristokrat bir savaşçı kastın (samurai) oluşturduğu dağınık düzenleri vardı. Merkezileşemeyen bir feodal oligarşi (sınıf) tarafından yönetildi. Toprak bütünlüklerinin olmayışı, çok sayıda adadan oluşmaları merkezi yönetimin oluşmasını engelledi.
1853’teki sömürgecilerle ilk defa karşılaştılar ve bu temas şokunu çabuk atlattıktan sonra, bir dış politikalarının olmamasının eksikliğini hissettiler.
Japonyayı Batıya açan 1854 de Birleşik Amerika olmuştur. Japonya Çin gibi açılmaya karşı koymamıştır. Amerika’nın baskısı karşısında Japonya, bu devletle baş edemeyeceğini görmüş ve kapılarını Amerika’ya açmıştır. Tabii Amerika’nın arkasından diğer devletler gelmiştir.
Bununla beraber, Çin ve Japonya Batıya açıldıktan sonra çok farklı gelişmeler göstermiştir. Bu gelişmeler birbirine ters istikamette olmuştur.
Çin; Batıya açıldıktan sonra her gün biraz daha sömürü bataklığının içine gömülmüştür. Bunun da sebebi, Çin, Batı ile temasa gelmesine rağmen, Batı medeniyet ve tekniğine tepki göstermiş ve Çin halkı Avrupalı ile temas etmekten daima kaçınmıştır. Körü körüne bir Avrupa düşmanlığı politikası takip etmiştir.
Japonya ise Çinin tamamen aksi bir politika takip etmiştir. Japonlar Batıya açıldıktan sonra şu noktayı gayet iyi görmüşlerdir. Eğer kendilerini kısa sürede toparlamaz ve Batı tekniği seviyesine ulaşamayacak olurlarsa, Avrupa tarafından sömürülüp ezileceklerdir. Bundan dolayı, Japonya bir an önce Batı tekniğini almak zorundadır.
Böyle bir yol takip eden Japonya, 40 yıl sonra, 1894-95 de Avrupa devletlerinin karşısına, sömürgeleşmiş bir ülke olarak değil, sömürgeci bir devlet olarak çıkmıştır.
Japonya 1854'den sonra Batının seviyesine çıkabilmek için, Amerika ve Avrupa’ya öğrenci göndermiştir. Batı teknik ve teknolojisine ulaşabilmek için bununla da yetinmemiş, tamamen feodaliteye dayanan iç idari ve sosyal yapısını da değiştirmeye başlamıştır. İmparator Mutsihito'nun 1868 de kabul ettiği Meiji Restorasyonu ile Japonya bir dizi hızlı ve köklü değişiklikler yaptı. Hızlı gelişmenin olduğu Meiji (Aydın Hükümet Çağı) döneminin yaşanmasında önemli pay imparatorun idi. Bu sebeple öldükten sonra meicitenno (aydın imparator/göğün oğlu) adıyla anılmıştır. Bu dönemde aydınlar, Japonya’nın lehine karaları cesaretle uyguladılar. Zaman zaman yenilikleri kabul etmeyen halk ve samuraylar direndi. Bazı Japon seçkinleri de muhalefet ettiler. Aydınlar, bütün bu direnişleri kırmak için, mücadelelerinde inançlı davrandılar. Halkın direnmesini normal karşılamak gerekir. Çünkü Japonya’da çağdaşlaşma, insanlar ve halk istediği için yapılmadı. “Devlet” buna gerek duyduğu için çağdaşlaşmaya çalışıldı.
Aydınların bu mücadelesi ve imparatorun da desteği işe yaradı. Japonya’nın maddi gelişmesi Avrupalı devletlerinkinden daha hızlı ve kararlı oldu.
Meiji Restorasyonu
Japonya'nın siyasî ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere yol veren bir olaylar dizisidir. 19. yüzyılın ikinci yarısında yer alarak Edo döneminin sonunu ve Meiji döneminin başlangıcını kapsar. Bu olayların çoğu 1866'dan 1869'a kadar yer aldı.
Bu dönemde Çin ve Rusya ile savaşmıştır. Bu devletleri yenilgiye uğratan Japonya Uzakdoğu’da yeni bir güç olarak ortaya çıkmıştır.Japonya dünya siyasetinde sömürgeci devletler arasında yerini almıştır.
Meiji Restorasyonu'ndan sonra Japonya, çok hızlı bir şekilde gelişmeye başladı ve özellikle sanayisi çabucak gelişti. 1905'e kadar Japonya bir askerî gücü oldu.Yapılan Reformlar
-1872 de çıkarılan bir kanunla kadın ve erkek her japon için ilk öğretim zorunlu oldu. 1871 de ilk gazete yayınlandı.
- Takvim değiştirildi.
-Yine 1871 de "Daymiyo" denen derebeylik sistemine son verilerek ülke çağdaş bir şekilde idari bakımdan organize edildi.
-Ekonomik alandaki gelişmeler de aynı hızlı tempo ile gerçekleştirildi.
-Okur yazar sayısı hızla arttı.
-1873 de mecburi askerlik sistemi kabul edildi.
-Avrupa’nınkine benzer bir bankacılık sistemi getirildi.
- Giyim kuşam değiştirildi.
- Bilhassa İngiltere ile yaptıkları mal ithalatı antlaşmalarına, alışılmadık maddeler koydurdular. Belli bir miktar dış alım için, belli sayıda insanına İngiltere’nin ihtisas düzeyinde eğitim vermesini istediler.
- Subaylarını eğitim için Batılı ordu ve donanma akademilerine gönderdiler.
Devlet, ekonomi alanında yaptığı yatırımlarda, Japon müteşebbisleriyle ortak çalıştı. Halk da iyi çalıştı. Ne var ki, Japonya’nın bu hızlı gelişmesi, bu ülkeyi de bir sömürgeci devlet haline getirdi. Japonya ilk işi olarak gözlerini dışarıya çevirdi ve hemen yakınındaki Kore'ye göz dikmişti.
Önce 1894 yılında, Kore için Çin ile savaştılar. Daha sonra, Ruslara karşı, İngilizlerle müttefik oldular. 1904-1905 yıllarında İngilizlerden destek alarak Mançurya’da Ruslara saldırdılar. Rusları yendiler. Japonlar, bu savaşta süngüyle öne atıldılar. Ruslar barutla ve hatta makineli tüfekle cevap verdiler. Ama sonuçta, on binlerce Japon askeri ölmesine karşın samurai ruhu savaşı Japonlara kazandırdı. Bu olay Japon milliyetçiliğinin önemli bir zaferi oldu. Japonlar “Güçlü ordu, zengin ülke” sloganını geliştirdiler. Sadece yatırımlar için değil, artık ordu için de dış borç almaya başladılar.
............
Mac Mahon antlaşması
İngiltere bu anlaşma ile Mekke Şerifi Hüseyin’i desteleyerek kendisine bağlı Irak ve Lübnan üzerinde bir Arap krallığı kurmak istemesine karşı çıkan Fransa yeniden düzenlenmesini istemişlerdir.
İngilizlerin Mısır valisi olan Mac Mahon’un amacı Arapları Şerif Hüsiyin’in kontrolünde Türklere karşı ayaklandırarak İngilterenin egemenliğinde olan bir Arap krallığı kurmaktı. Bu amaçları için Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’i bir piyon olarak kullanmışlardır.
1916 Sykes-Picot Antlaşması:
Kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle uluslar arası yönetim kurulması kararlaştırılmıştır.
Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nın toplanma amacı:
Orta Doğu topraklarını kendi aralarında paylaşmak için toplanmışlardır.
I. Dünya Savaşından sonra
-Orta Doğu’dan Çekilen Osmanlı topraklarını paylaşmak için Sevr Antlaşması maddelerini görüşmek üzere toplanmıştır.
İtalya’nın San Remo adlı şehrinde 19 ve 26 Nisan 1920 tarihleri arasında toplanılan milletlerarası konferans, San Remo Konferansı olarak adlandırılmaktadır.
Bu barış konferansı, Ortadoğu’daki durumu düzeltmek adına 24 Nisan 1920’de Avrupa ülkelerinin belirleyeceği politikaları içermektedir.
Konferansa İngiltere, Fransa, İtalya, Yunan, Japonya ve Belçika’dan da çeşitli temsilciler katıldı.
Osmanlı Devleti ile yapılacak olan Sevr Antlaşması’nın son hali San Remo Konferansında şekil aldı. Fransız mareşali Ferdinand Forch’un başkanlığında gerçekleştirilen konferans 19 Nisan’da başladı ve bu konferansta ilk olarak:
Boğazlar, borçlar ve Kürt meseleleri konuşuldu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson, San Remo Konferansında alınacak olan tüm kararların her taraf için adil olması gerektiğini savundu.
İngiltere Başbakanı Lloyd George bu konferansta alınan kararların uygulanmadığı taktirde güç kullanılması gerektiğini bildirdi.
Yunanistan Başbakanı Venizelos, alınacak kararların daha ağır olmaları gerektiğini söyledi.