Enver Paşa'nın Destansı Mücadelesi
Nasıl ‘ölüm’son değilse, ‘yenilmek’de son değil... Alçakça ve kuralsızca galip gelmektense, haktan yana olup yenilgiyi göze almak, sonra da tarihin bir başka döneminde “Ben ölmedim” dercesine kardelen gibi başkaldırmak... Asalet bu olsa gerek...
Asaletle yenilmek ve Enver Paşa
Yenilmek başlı başına bir ‘son’, yenmek de ‘mutlak zafer’anlamına gelseydi, bugün gönüllerimizde yaşattığımız Hz. Hüseyin değil..., Yezid olurdu... Oysa Yezid tarihin kaybedeni, ailesiyle birlikte vahşice katledilen Hz. Hüseyin ise kazananı olmuştur... Kerbela’da akan kan, gelecek kuşak Müslümanların kalbine Hz. Hüseyin’in ismini coşkuyla taşırken, Yezid ve şürekasının ismini boğmuştur... Hak uğruna mücadele etmek yenilgiye bile asalet yükler... Bazen öyle bir yenilir ki kahraman, düşmanı dahi ona saygı duyar... Çünkü o ruhen kazanmış, sadece bedeniyle esir düşmüştür... Gerçekte kazanan o olduğu için de tarihler onu yazar, kalpler ve milletlerin hafızaları onu yaşatır...
Buna en iyi tarihî örneklerden birisi Şeyh Şamil’dir... O da yenilmişti... Ama Rusya’ya Kafkasları dar ederek... Savaşlarda eşini, çocuğunu, kardeşlerini kaybetse de, bir kavme değil, dünyaya yetecek direniş ruhunu hiç kaybetmedi... 35 yıllık direniş destanının sonunda, 6 Eylül 1859’da, bütün kaynakları tükendiğinde, 70 bin kişilik Rus ordusu tarafından teslim alındı... Çar I.Nikola ve II.Alexandr’a kök söktüren büyük gerilla Şeyh Şamil, götürüldüğü Petersburg’da Çar’dan büyük ilgi ve saygı gördü... Bir ay sarayda misafir edildi... Daha sonra geri dönmek kaydıyla Hacc’a gitmesine izin verildi... 4 Şubat 1871’de Medine’de dünyaya gözlerini kapadığında geriye yenilmiş, ama adı, askerlik dehası ve mücadele ruhuyla çağları aşacak bir Şeyh Şamil efsanesi kalmıştı... Verdiği şerefli mücadele onu hep var kıldı ve bugünlere taşıdı...
Gazi Osman Paşa da yenildi... 1877-78 savaşında dünyaca ünlü savunmasını yaparak Plevne’de 5 ay direndi... Yaralanarak gazilik unvanını aldığı bu savunmadan sonra Plevne daha fazla dayanamadı ve düştü... Düşman, karşısında saygıyı hak eden bir komutan olduğunu biliyordu... Onun bu direnişine saygı adına, o dönemin itibar nişanesi olan kılıcını teslim almadı... Yenilirken düşmanın bile saygı duyacağı bir şekilde yenilmek bu olmalıydı...
Ve Enver Paşa... Türk tarihinin belki de en dramatik yenileni... Hem kahraman, hem de yüzyıla yakındır anlaşılmaz bir kompleksin mağduru... 41 yıllık hayatından çocukluğunu ve savaşları çıkardığınızda geriye neredeyse hiçbir şey kalmayacak olan Enver... Küçük bedenini yaşlı imparatorluğun altına sokarak ayakta tutmaya imanlı Enver... Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’dan Kafkaslar ve ötesine milletimiz adına tutunmak için pençelerini geçirmeye çalışan Enver... ‘Ümit’le ‘korku’arasındaki insanoğluna inat o hep ümidi koynuna aldı ve koşturdu... ‘Teslimiyetçiler’in yanında adı ‘maceracı’ya çıktı... Halbuki o sanayi devriminden sonra dişlerini daha da gösteren Batı saldırganlığına karşı, en küçük bir kıvılcımdan büyük ateşler çıkarılabileceğine inanan ruhu temsil etti...
Cepheden cepheye nefes nefese bir hayat yaşadı... Mücadeleyi Turan’dan yeniden başlatmak için düşündüğü son hamlede, ancak bir kahramana yakışır final yaptı... Asla teslim olmayacağı mitralyözlerin üzerine yalın kılıç giderken bir hayal son bulmayacak, tam aksine, bir millete hayal kurmanın ölçülemez değerini miras bırakacaktı... İsmail Enver’in göğsünde eriyen gerçekte mitralyöz mermileri değil, mazlum milletlere dayatılan korku, teslimiyet ve ümitsizlikti... Çegan Tepesi’nde yatarken kanlar içinde, boynunda dürbünü, koynunda Mushaf’ıyla?”
4 Ağustos, yeniden doğuşu Türkistan’dan başlatmak niyetiyle Turan’a ümit ve cesaret taşıyan bu büyük meşalenin şehadet yıldönümüydü... Bundan yirmi-yirmi beş yıl öncesine kadar bu tarih sınırlı sayıda insan tarafından bilinmeye değerdi... Geçmişte Enver Paşa, yanlı tarih tarafından olumsuz çizgilerle resmedilirken, Türk tarihinin bu en dramatik ve hakkı teslim edilmemiş kahramanına son yıllarda ilgi giderek artıyor... Her yıldönümünde bu gelişme ve ‘hak teslimi’ bariz şekilde göze çarpıyor...
Demek ki, Enver Paşa da yenilmiş ama kaybetmemişti... Çegan Tepesi’nde son bulan fizikî mücadelesi, o mücadelenin gereğine inananlarca bir sonraki yüzyılda bile yükselen değer olarak kabul görüyorsa ve bu insanların sayıları sürekli artıyorsa, buna nihaî anlamda yenilmek denmezdi...
İddia ile söylüyorum, bundan sonraki yıllar daha fazla ‘Enver Paşa’lı yıllar’ olacaktır... Bugün içimizi daraltan ateşler, onun imparatorluk coğrafyasındaki yangınları söndürmek ve millete ümit vermek için yürüttüğü büyük mücadeleyi daha da incelenmeye ve takdir etmeye değer kılacaktır... Yakın gelecekte Enver Paşa Üniversitesi ile onun fikirleri ve mücadele külliyatının toplanacağı enstitüsünün açılacağı günleri göreceğimizi ümit ediyorum...
Nasıl ‘ölüm’son değilse, ‘yenilmek’de son değil... Alçakça ve kuralsızca galip gelmektense, haktan yana olup yenilgiyi göze almak, sonra da tarihin bir başka döneminde “Ben ölmedim” dercesine kardelen gibi başkaldırmak... Asalet bu olsa gerek...
Servet Avcı