Soğuk Savaş Dönemi

Soğuk Savaş Dönemi

Soğuk Savaş dönemi dünyü ülkelerinin izledikleri dış politika Ortadoğu'da Bağımsızlık Hareketleri

S O Ğ U K    S A V A Ş    D Ö N E M İ

      II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada Meydana Gelen Kutuplaşma:

     II. Dünya Savaşı sonrası ABD ve SSCB bu savaştan en güçlü devlet olarak ortaya çıktı. SSCB  II. Dünya Savaşı sonrasında mevcut sosyalis-kominist sistemini dünyaya yaymak isteyerek egemenlik alanını genişletmek istedi. Rusya’nın bu yayılmacı politikası karşısında Avrupa’da İngiltere’nin başını çektiği ülkeler , tek balarına hareket edemeyeceklerini anlayınca ABD’den yardım istediler. Böylece Rus yayılmacılığı karşısında; ABD’nin başını çektiği Batı Bloğu kuruldu. Bu bloğun başlıca en önemli ülkeleri; ABD, İngiltere, Batı Almanya, Fransa yer alırken Doğu Bloku’unda da SSCB’nin başını çektiği Doğu Almanya; Kuzey Kore, Çin, Yugoslavya gibi ülkeler oldu.  

    II. Dünya Savaşı’ndan İngiltere ve Fransa’nın yıpranmış, SSCB ile ABD’nin süper güç olarak çıkması Soğuk Savaş dönemini başlamasına neden oldu.

   Soğuk Savaş Dönemi’ni başlatan gelişme,  II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD ile SSCB arasındaki dünya egemenliği mücadelesidir.   "Soğuk Savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır.

  II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da SSCB'nin etkisinin korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimler başlattılar.

Bu gelişmeler iki taraf arasında karşılıklı ittifakların ortaya çıkmasına ( NATO, Varşova Paktı gibi) ve gerginliğin giderek tırmanmasına neden oldu.  

  Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, Küba krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturmuştur. Ancak Küba Krizi Soğuk Savaş için bir dönüm noktası oluşturmuş, nükleer savaş tehlikesine neden olmuştur.

 a) II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Dünya Siyasetindeki Gelişmeler:

 Bunlar:

  Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa'nın ve Avrupa devletlerinin savaşta büyük bir tahribatla çıkması

  Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin savaştan sonra süper güç haline gelmiş olmaları,

  Nükleer silahların geliştirilmesi,

 Dünyanın çeşitli bölgelerindeki sömürgeci devletlere karşı ulusal bağımsızlık hareketlerinin başlaması,

 b) İki Kutuplu Dünya Düzeni

  II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa'nın bir güç merkezi olarak dünya politikası Kapitalizmin savunucusu ABD ve Sosyalizmin savunucusu Sovyetler Birliği'nin çevresinde " iki kutuplu " bir nitelik kazandı.

Bu iki kutuplu dünya Batı Bloğu, “kapitalizm-liberalizm-demokrasi” ile Doğu Bloğu “komünizm” veya ABD ile SSCB etrafında arasında meydana gelmiştir.

Bu düzende dünya devletleri ya iki bloktan birisini seçmiş ya da Bağlantısızlar Hareketine katılan devletler gibi her iki bloğa da eşit mesafede durmaya çalışmıştır.

 c) Soğuk Savaşa Yol Açan Gelişmeler

  ABD ve SSCB’nin Aralarında Yaptıkları Yüzdeler Antlaşması:

  Tarihte " Yüzdeler Antlaşması " diye geçen bu antlaşmada, Churchill ve Stalin arasında 1944 Ekim'inde gerçeklesen ve amacı Doğu Avrupa'da etki alanlarının kesin olarak belirlenmesi olan anlaşmayla İngiltere ve Rusya Doğu Avrupa'da sahip olacakları üstünlüğü yüzdelerle belirlemişlerdir. Macaristan'da İngiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan'da %25, %75; Romanya %10, %90; Yugoslavya'da %50, %50; Yunanistan'da %90, %10, Churchill'in anılarından yazdıklarında anlaşıldığına göre, bu anlaşma o andaki savaş durumu düzenlemesiydi.

 Bu durum Avrupa'nın, komünizmin kıtada çökmesine kadar süren, bölünmüşlüğünü başlatmıştır. Bu kararlar, Batı’nın Doğu Avrupa'daki gücünün sınırının ve bölgedeki Sovyet üstünlüğünün önemli bir göstergesidir.

 II. Berlin Buhranı

  II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya'nın tümünde yapıldığı gibi Berlin şehri de dört işgal bölgesine ayrılmıştı. SSCB’nin kendi işgal bölgesinden Batılı devletleri çıkarmak istemesi nedeniyle Berlin Buhranı ortaya çıktı.

Bu durum karşısında ABD ve İngiltere Almanya’nın birleşmesini önermişse de her iki taraf arasında anlaşma sağlanamamıştır.

 Bunun üzerine ABD, İngiltere ve Fransa kendi işgal bölgelerinde Federal Alman Cumhuriyetini kurdular. Bu durum karşısında da SSCB, kendi işgal bölgesinde Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

 Baruch Planının Ortaya Atılması:

   II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD Baruch Planı’yla atom enerjisinin geliştirilmesi ve kullanımının tüm aşamalarını denetleyecek olan bir uluslararası Atom Geliştirme Kuruluşu'nun kurulması; ihlallere karşı bu kuruluşa sınırsız denetleme yetkisinin tanınması; atom silahının yapımıyla ilgili her türlü ihlalin en sert biçimde cezalandırılması; kuruluş tam denetim kurduktan sonra atom silahının yapımının yasaklanması ve mevcut atom stoklarının yok edilmesini istemiştir. Bununla beraber anlaşmayı ihlal edenlerin cezalandırılmasını engellenmemesi için Güvenlik Konseyindeki veto sisteminin değiştirilmesini istemiştir.

   Baruch Planı, Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmedi ancak daha sonra ABD tarafından nükleer silahsızlanma konferanslarında ortaya konan önerilerin temelini oluşturması açısından önemlidir.

Sovyetler Birliği'nin planı reddetme nedeni; planın uygulanmasıyla ABD atom silahı yapabilme yeteneğine sahip tek devlet olarak kalması;

ABD, BM'de karar verme sürecine egemen olduğu için, bu örgütün bir kuruluşu olan Atom Enerji Komisyonu'nu da etkisi altına alabileceği;

Planın tartışıldığı sırada Sovyetler Birliği atom silahının gizlerini ele geçirip bu silahı çok kısa bir süre içinde yapabilme uğraşı içindeydi.

Bu nedenlerden dolayı bu planı kabul etmeyen Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki gerginlik giderek yükseldi.

 SSCB’nin Komünizm’i Yayma Çabaları 

  II. Dünya Savaşı’nın doğrusunda Avrupa’nın doğusu (Yugoslavya ve Arnavutluk dışında) Sovyet ordusu tarafından kurtarılmış, Fransa, İtalya ve Almanya’nın Batısı ise İngiliz ve ABD ordularının denetimi altındaydı. Fransa ve İtalya’da siyasal iktidarı ele geçirebilecek güçlü Komünist partiler İngiltere ve ABD’nin baskıları nedeniyle bu partiler iktidardan uzak tutuldu. II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyetler Birliğinin etki alanı içinde kalan sekiz ülkede

Doğu Almanya,

Polonya,

Çekoslovakya,

Macaristan,

Romanya,

Bulgaristan,

Arnavutluk,

Yugoslavya

Marksist-

Leninist devletlerinde SSCB’nin etkisi ile Komümist partiler siyasal iktidarı ele geçirmişlerdi. Komünist partisinin büyük ölçüde oy alabildiği Çekoslovakya SSCB’nin baskısı altındaydı.

 Yugoslavya ve Arnavutluk dışında komünist parti o kadar güçlü değildi. Çünkü bu ülkeler kendi çabaları ile II. Dünya savaşında direnmişlerdi.

  Savaşın yarattığı güç dengesi ve savaştan hemen sonra Sovyetler Birliği ile Batılı güçler arasında gerginleşen ilişkiler Yugoslavya ve Arnavutluk dışında bu ülkelerin sürekli olarak Sovyetler Birliği’nin etkisinde kalmaya zorlamıştır.

Nazi işgaline karşı Yugoslav halklarının silahlı direnişini örgütlemiş olan Tito; yönetiminde 1948 yılından sonra Sovyetler Birliğine karşı çıkarak kendi başına hareket etmeye başlamıştır.

Böylece Arnavutluk da 1961 yılında Sovyetler Birliği’nden ayrılmıştır.  Öteki altı ülke ise gerek ülke içi sosyalist uygulamalar, gerekse dış politika bakımından Sovyetlerin uydu devletleri olarak bağlılıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Zaman zaman bu etkiden sıyrılmaya çalıştıklar olduysa Sovyetlerin sert müdahalesine neden oldu.

Sovyetler Birliği:

-1953’te Doğu Almanya’ya

-1956’da Macaristan’a askeri birlikler gönderdi.

-1968’de ise yine Sovyetlerin öncülüğünde beş Doğu Avrupa ülkesi Çekoslovakya’daki yönetime askeri müdahalede bulundu.  

 Arnavutluk’ta Enver Hoca önderliğindeki Milli Kurtuluş Cephesi 29 Kasım 1944'de iktidara gelerek Komünist  idareyi kurmuşsa da bir zaman sonra halkın sert tepkisine neden olmuştur.

 Avrupa Dışında Komünizm’in Yayılması

 Küba Buhranı:  Küba’da Fidel Castro 1959`da Batista`nın diktatörlüğünü yıkıp yönetimi ele geçirmiş, ekonomiyi millileştirme kararı almıştı. Bu kararla Küba’da faaliyet gösteren ABD şirketlerinin faaliyetlerinin kısıtlanması, ABD ekonomisini olumsuz etkiledi. ABD’nin Castro yönetimini yıkmak amacıyla muhalifleri desteklemesi, Küba’yı SSCB’ye yaklaştırdı. Bunun üzerine SSCB 1962 yılı başında Küba’ya füze yerleştirerek ABD’yi yerleştirilen füze ile tehdit edilmesi Küba Krizine neden oldu.  

  ABD bu duruma tepki göstererek Küba’daki füzelerin sökülmesini istedi. SSCB’nin olumsuz cevap vermesi sonucunda ABD Donanması Küba kıyılarını kuşattı. SSCB savaş gemilerini bölgeye göndermekle birlikte meseleyi BM Güvenlik Konseyine taşıdı.

Bu durum bir nükleer savaş ihtimalini ortaya çıkardı.   Nükleer savaş tehdidi  nedenle her iki ülke geri adım attılar. SSCB, Türkiye’deki ABD’ye ait Jüpiter füzelerinin sökülmesi karşılığında Küba’daki füzeleri sökebileceğini bildir.i ABD’nin öneriyi kabul etmesi sonucunda  karşılıklı füze sökmümü ile Küba Buhranı çözüldü.

 Uyarı: ABD Türkiye’ye yerleştirdiği Jüpiter füzelerini Türkiye’ye bilgi vermeden sökmesi Türkiye’nin ABD’ye olan güveni sarsıldı.

  Çin Devrimi: 1934’te komünist devrimi amaçlayan Mao Tse-Dung’un kuvvetleriyle milliyetçi Çan Kay Şek arasında II. Dünya Savaşı’nı da kapsayan iç savaşa neden oldu bu durum iktidar mücadelesi başlattı.

ABD’nin desteklediği milliyetçiler yönetimi ele geçirdilerse de zamanla yönetimdeki başarısızlıkları nedeniyle Komünistler milliyetçi kapitalistleri devirerek yönetimi ele geçirdiler. Mao Tse Dung 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmesiyle sonuçlanmıştır.

  Uyarı: Çin’de komünizm’in kurulması SSCB’nin Asya’da büyük bir müttefike kavuşmasını sağlamıştır.

  Kuzey Kore Devrimi: Kim İl Sung önderliğindeki komünistler 1946 yılında Kore İşçi Partisi’ni kurmuş, 25 Ağustos 1948 yılında hem güney hem de kuzey bölgelerinde yapılan genel seçimlerde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti tüm Kore halkını temsil eden tek meşru devlet organı olarak kabul edilmiştir. Ancak daha sonra 1950 yılında başlayan Kore Savaşı sonunda Kore 38. enlem sınır olmak üzere Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kuzey Kore Komünist rejimi, Güney Kore ise demokrasi benimsenmiştir

   a) Kominform:

  Stalin, 5 Ekim 1947'de "Amerikan emperyalizminin bir aleti" olarak tanımladığı Marshall Planı'na (Avrupa Ekonomik Kalkınma planı) karşıt bir girişim başlattı. SSCB, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya komünist partileri liderlerini bir araya getiren Kominform'u kurmuştur. Kominform, görünüşte Marshall Planı'na mukabele amacına yönelik bir adım olarak takdim edilmişse de, gerçekte amacı, dünya ve özellikle Avrupa Komünist hareketinin koordinasyonu ve Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı ertesinde lağvedilen 3. Enternasyonal'in fonksiyonlarını üstlenmekteydi.

 b) COMECON (Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) (25 Ocak 1949)

  SSCB’nin uydusundaki ülkeler arasında ekonomik işbirliği ve dayanışma amacıyla kuruldu(25 Ocak 1949).

COMECON olarak adlandırılan uluslararası örgüt. 5-8 Ocak 1949'da Moskova'da yapılan görüşmelerden sonra CMEA'nın merkezi Moskova' olmuştur.

Örgütün temel amaçları;

-ekonomik gelişme için uzmanlaşma ve işbirliğine dayalı planlar hazırlamak:

-hammaddelerin üretim ve dağıtımını yönlendirmek,

-üye ülkeler arasında ve öbür ülkelerle ticareti geliştirmek için ortak girişimde bulunmak;

-bilimsel ve teknik araştırmalarla işbirliği yapmaktır.

 CMEA’na üye ülkeler, tüm yeryüzündeki sanayi üretiminin 1/3'den ve ulusal gelirin 1/4'den fazlasını sağlamaktaydı. Yüzölçümü 25 milyon kilometre kare olan üye devletlerin topraklarında yaklaşık 400 milyon kişi yaşamaktaydı.

d) NATO:

Uluslararası bir kuruluştur. Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye bazı uluslar 1949 yılında kendi aralarında yeni bir birleşme ve dayanışma örgütü kurdular Marshall Planı ve Truman Doktrini, Sovyetlerin Orta Doğu ve Avrupa'da girişmiş oldukları yayılma faaliyetlerine karşı Birleşik Amerika'nın almış olduğu ilk tedbirlerdi. Uluslararası bir kuruluştur. Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye bazı uluslar 1949 yılında kendi aralarında yeni bir birleşme ve dayanışma örgütü kurdular. Bu örgütü Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Fransa, İngiltere, İzlanda, Hollanda, Belçika, İtalya, Danimarka, Norveç ve Portekiz kurdu. Daha sonra NATO’ya 1952 yılında Türkiye, 1954 yılında Yunanistan, 1982 yılında da Batı Almanya ve ispanya katıldı.

  Uyarı:SSCB’ye karşı kurulan Batı Avrupa Birliği’nin bu devlete karşı tek başına yeterli olmayacağının görülmesi ABD’yi Monroe Doktrini politikasından döndürdü.

Senatör Vandenberg Nisan ayında Senatoya sunduğu bir karar tasarısında, Amerika Cumhurbaşkanına, Amerika'nın güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan "bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara" katılma yetkisinin verilmesini istedi. Vandenberg'in bu teklifi 11 Haziran 1948 de Amerikan Kongresi tarafından kabul edildi ve bu karara bundan böyle Vandenberg Kararı denildi. Vandenberg Kararı, Amerika'nın 1823'ten beri tatbik etmekte olduğu Monroe Doktrinini terk ettiğini gösteriyordu.

 Not: Günümüzde NATO’nun üye sayısı 26’dır. ( Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, İngiltere, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Hollanda, İspanya, İzlanda, İtalya, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan)  

       e) Varşova Paktı (14 Mayıs 1955)

     SSCB’nin başkanlığında; Çekoslovakya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya ve Arnavutluk (1968'de çekildi) tarafından14 Mayıs 1955’de kuruldu.  

    Kurulma amacı: NATO saldırısına karşı Doğu Avrupa ülkelerini askeri tedbirlere dayalı olarak savunmaktır.

  Varşova Paktı, Londra ve Paris Antlaşmaları ile Federal Almanya’nın NATO’ya girmesi ve NATO’ya bağlı olarak Batı Avrupa Birliği’nin kurulmasıyla Avrupa’da giderek artan savaş tehlikesine karşı şekillendi.

 Pakt kurucularına göre bu gelişmeler, barışsever devletlerin güvenliği bakımından bir tehdit oluşturuyor ve savunma sağlayıcı karşı önlemlerin alınmasını gerektiriyordu.

  Varşova Paktını kuruluşuyla; SSCB ile üye ülkeler arasında zincirleme bir biçimde ikili yardım anlaşmaları imzalandı.

SSCB aynı zamanda Polonya, Macaristan, Romanya ve Demokratik Almanya ile Aralık 1956 Mayıs 1957 yılında bir dizi kuvvet statüsü anlaşması imzalandı.

Aynı tür bir antlaşma, Çekoslavakya’yla 1968′de imzalandı.

Anlaşmada uluslar arası ilişkilerde tehdit ve kuvvete başvurma kınanarak, üyelerin bunu önlemek konusunda gerekli tüm çabayı gösterecekleri hususiyetinde anlaşmaya vardılar.

     Varşova Paktı’nın özellikleri

  - Nato’ya karşı kurulmuştur.

- Üyelerin ortak çıkarlarını ilgilendiren tüm sorunlarda birbirlerine danışacaklardır.

- Avrupa’da silahlı bir saldırı durumunda üyelerin tek tek ya da ortak bir biçimde kendilerini savunacaklardır

- Birleşik Komutanlık kurulacaktır.

- Siyasal Danışma Komitesi kurulacaktır.

- Üye ülkeler herhangi bir uluslar arası bağlantıya girmeyecekleri ve girişimde bulunmayacaklardır.

- Tarafların birbirleriyle ekonomik ve kültürel ilişkilerini daha ileri boyutlarda bir dostluk ruhu içinde davranacaklardır.

- Bu sözleşmenin toplumsal ve siyasal sistemleri göz önüne alınmaksızın öteki tüm devletlere açıktır.

- Antlaşma 20 yıl geçerli olacaktır. Sürenin bitiminden bir yıl önce, anlaşmayı sona erdirme isteğinin belirtilmemesi durumunda, anlaşmanın 10 yıl daha uzayacaktır.

- Varşova Paktı’nın en yüksek siyasal organı Siyasal Danışma Komitesi’dir(CPC).

- Doğu ile Batı arasında ortak güvenlik sağlayan bir pakt yürürlüğe girince, Varşova Paktı’nın kaldırılması göz önüne alınabilir.

a) Truman Doktrini

 SSCB’nin  üç ana yönde yayılma çabalarına girişimi;

 -İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfezi'yle Hint Okyanusu,

-Türkiye üzerinden Boğazlar,

-Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden Doğu Akdeniz.

İngiltere'nin SSCB’ye durduracak güçten yoksun olması İngiltere’yi ABD’yi dünya siyasetine çekmesine neden oldu.  

İngiltere 1947 Şubatında Amerikan hükümetine, bir Türkiye ve diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere iki memorandum (muhtıra) verdi.

Bu memorandumlarda,

-Türkiye'nin Batı savunması için önemi belirtilerek Türkiye'ye hem ekonomik ve hem de askeri yardım yapılması gerektiği,

-İngiltere'nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan'daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu gündeme getirdi.

Bu durum karşısında sorumluluğun Amerika'ya düştüğü belirtildi.

Bunun üzerine Başkan Truman, Amerikan Kongresi'ne 12 Mart 1947 günü gönderdiği mesajında, Türkiye ve Yunanistan'a 400 milyon dolarlık askeri yardım yapılması teklifini verdi.

 Turman:

-Türkiye'nin toprak bütünlüğünün korunmasının Orta Doğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğunu

-Türkiye ile Yunanistan'ın durumlarının birbirine bağlılığı şu şekilde dile getirdi: "Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolü altına düşerse, bunun Türkiye için sonuçları çok ciddi olur. Böyle bir durumda karışıklık ve düzensizlik bütün Orta Doğu'ya yayılabilir."

 Truman Doktrini savaş sonrası Amerikan dış politikasında, sonuçları günümüze kadar ulaşan, Amerika’nın Monroe Doktrini’ni terk ederek, SSCB’ye karşı aktif bir dış politika izlemesini sağlamıştır.

 b) Marshall Doktrini ( Planı)

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD tarafından Avrupa ülkelerine yardımda bulunmak ve bu ülkeleri kısa zamanda geliştirip güçlenmelerini sağlamak amacıyla hazırlanan bir programdır.

 Marshall Programı'nın başlıca iki amacı vardı:

- Barışı, sağlamak için dış yardımlarla Avrupa ülkelerinin çöken ekonomilerinin onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak,

-Komünizmin Batı Avrupa'daki yayılışına engel olmaktı.

 SSCB’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya karşı tehditlerinin artması üzerine ABD Dışişleri Bakanı GeorgeC. Marshall, Avrupa'ya programlı yardım yapılması önerisinde bulundu. Bunun üzerine bir Avrupa Onarım Programı (European Recovery Program) hazırlandı.

 Marshall Programı, 1948 yılında Başkan Truman tarafından imzalanan bir kanun ile kabul edildi. Program dört yıllık bir süreyi kapsamaktaydı.

 Avrupa ülkeleri aralarında gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını dağıtmak üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC)'ü kuruldu.

 17 Batı Avrupa ülkesinden her biri, 1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayarak, ekonomisini toparlayacak, üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler alacaktı.

 Marshall Planı savaş sonrası dönem dünyada "Soğuk Savaş”ın başlangıcına da neden olmuştur. Bu nedenle; ABD ne pahasına olursa olsun Komünizmin yayılışına set çekmeye çalışmıştır.

 Avrupa Onarım Programı uygulanmaya konuldu ve ilk dört yıl içinde ABD, Avrupa'ya 11.4 milyar dolar yardım yaptı. Yapılan yardımların  %90'i doğrudan hibe şeklinde oldu. En fazla yardım alan ülkeler sırasıyla;  İngiltere (%24), Fransa (%20), Federal Almanya (%11) ve İtalya (%10) idi. 

     

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELER

      Süveyş Krizi:

Süveyş Krizi Bu kriz, Mısır lideri Nasır'ın Süveyiş Kanalı’nı  millileştirdiğini açıklaması üzerine çıkmıştır.  Mısır'a karşı İngiltere, İsrail ve Fransa gizli ittifak yapmışlar.  Süveyş Krizi, SSCB’nin tehdidi ve ABD'nin baskısı yüzünde İngiltere ve Fransa'nın geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır.

  Nasır’ın Süveyş’in milletlerarası kontrole bırakılması teklifini reddetmesi üzerine İngiltere, Fransa ve İsrail bir araya gelerek Süveyş’i ele geçirmek için bir plan hazırladı. Bu plana göre İsrail Mısır’a savaş açacak, İngiltere ve Fransa ise taraflar arasındaki savaşa son vermek için bölgeye asker çıkaracak ve kanalı ele geçireceklerdi.

 Bu plan gereğince İsrail, 29 Ekim 1956 günü birdenbire Mısıra karşı saldırıya geçti. İngiltere ve Fransa taraflara verdikleri çatışmanın sona erdirilmesi ültimatomunun ardından Akdeniz üzerinden bölgeye asker çıkarmaya başladı.

 İngiltere ve Fransa’nın amacı kanalı ele geçirmek ve Nasır’ı iktidardan indirmekti. Bu arada Polonya ve Macaristan Ayaklanmalarını bastırmaya başlayan SSCB İngiltere, Fransa ve İsrail’e savaşın hemen durdurulmasını isteyen mesajlar gönderdi.

 SSCB Başbakanı Bulganin aynı gün Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower'a da bir mesaj göndererek, Amerika ve Sovyet Rusya’nın Mısıra ortak bir kuvvet göndererek savaşı durdurmalarını istiyor ve bu savaş durdurulmadığı takdirde bunun Üçüncü Dünya Savaşına gidebileceğini söylüyordu. Amerika ortak kuvvet teklifine şiddetle karşı geldi ve Sovyetler Mısıra asker gönderdiği takdirde Amerika’nın gereken tedbirleri alacağını bildirdi.

 Amerikan hükümeti ve kamuoyu İngiltere ve Fransa’nın giriştiği bu saldırıyı tasvip etmemişti. Zaten bu devletler saldırı planlarını hazırlarken, Amerikaya bir şey hissettirmemeye bilhassa dikkat etmişlerdi. Bu sebepten Amerika’nın tepkisi sert oldu. Fransa ve İsrail’e sert bir ihtarda bulunarak Mısır topraklarından çekilmelerini istedi. İki taraftan gelen bu ağır baskılar karşısında bu devletler daha ileriye gidemediler ve Mısırdan çekilmek zorunda kaldılar. Süveyş Kanalı da temizlenerek 1957 Martında dünya deniz trafiğine yeniden açıldı.

 1956 Süveyş buhranının en mühim neticesi, şüphesiz, Sovyet Rusya’nın Orta Doğudaki prestijini ve tesirini yok edilmek istenirken daha da artmış olmasıydı.

        1957 Suriye Bunalımı

  ● II. Dünya Savaşı öncesinde Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Suriye’de 1950’li yıllarda art arda hükümet darbeleri yaşanmıştır. Ancak 1955’ten sonra iktidara gelen Mısır lideri Cemal Abdün Nasır’la beraber SSCB’yle yakınlaşması komşularını rahatsız etmiştir.

● Suriye’nin 1956 yılında SSCB ile yardım antlaşması imzalaması üzerine Türkiye, Irak ,Ürdün,İsrail ve Lübnan tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

● Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi Suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" haline geldiğiydi.  

● Bunun üzerine Amerikan Başbakanı Eisenhower ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda, Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekâta girişmek zorunda kalması halinde, Amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi.

● Bu gelişmeler üzerine Türkiye’nin Suriye sınırına yığınak yaparak askeri tatbikatlar yapması Türkiye – Suriye ilişkilerini daha da gerginleştirdi.

● SSCB’nin karşı baskılarını artırdığı dönemde ABD’nin Türkiye’ye büyük bir destek vermesi, Suudi Arabistan’ın Türkiye ile Suriye arasında arabuluculuk yapması, Ürdün kralı Hüseyin’in Suriye’ye karşı tavrını yumuşatması üzerine kriz çözüme kavuşmuştur.  

Uyarı: Buhranın sona ermesinde etkili olan ikinci unsur ise, 14 Eylül 1957 de Suriye ile Mısır'ın imza ettikleri bir anlaşma ile 1 Şubat 1958'den itibaren Birleşik Arap Cumhuriyeti adı ile bir birlik kurmaya karar vermeleriydi. Ancak iki devlet arasındaki bu birliktelik: Mısır’ın Suriye’yi kendine bağlı bir eyalet gibi görmesi, iki devletin sosyalizm anlayışının farklı olması üzerine zayıflamış, 1961 yılında muhafazakâr askerlerin Suriye’de yaptığı bir hükümet darbesiyle sonlanmıştır.

      Ürdün Buhranı

      Ürdün Kralı Hüseyin, Mısır ve Suriye ile birlikte Eisenhower Doktrinine ilk karşı çıkanlar arasında yer almakla beraber, bu doktrinden ilk faydalanmak isteyen kişi kendisi oldu.

 1948-1949 Arap-İsrail savaşı sırasında Filistin'den kaçan bir milyona yakın Filistinli Arap’tan yarım milyon kadarı Ürdün'e sığınmıştı ve bunların büyük çoğunluğu hararetli Nasır taraftarı idi. Nasır'ın Filistin'i tekrar kendilerine kazandıracağına inanıyorlardı.

 Durum bu şekilde iken Ürdün'de 1956 Ekiminde yapılan seçimleri Nasırcılar kazandı ve Başbakanlığa Nabulsi geldi. Kral Hüseyin ile Başbakan Nabulsi arasında ilk günden başlayan sürtüşme, 1957 Nisanında tam bir çatışma içine girdi. Nabulsi, sol eğilimli Genelkurmay Başkanı Ali Abu Nuvar'la işbirliği yaparak Amman üzerine tank birlikleri sevketmeye hazırlanırken, Kral tarafından Başbakanlıktan düşürüldü. Kral Hüseyin Nabulsi'yi bertaraf ederken, Amerika'nın ve Suudi Arabistan'ın da desteğini sağlamıştı.

 13 Nisan’da krala bağlı kuvvetlerle sosyalist subaylar arasında çatışmalar başladı. Olaya Mısır ve Suriye’nin de dahil olması Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’nın Suriye’ye kaçması üzerine halk sokaklara döküldü ve grevler başladı.

 Gelişmeleri endişe ile takip eden Amerika bütün ağırlığını Ürdün'ün yanına koydu. Amerika, bir yandan "Ürdün’ün bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü hayati ehemmiyette telakki ettiğini" bildirirken, öte yandan da Akdeniz'deki Amerikan VI. Filosu 25 Nisanda Beyrut açıklarında demir atıyordu. İsrail’e de fırsattan yararlanmaması hususunda uyarıda bulunulmuştu.

 Irak ve Suudi Arabistan da Ürdün'ün yanında yer aldılar. Hatta Irak hükümeti yayınladığı bir bildiride, Ürdün'de krallık rejiminin yıkılması halinde, Irak'ın Ürdün'e asker sokacağını açıkladı. Arap dünyasının üç monarşisi sıkı bir dayanışma içine girmiş bulunuyordu. Bu dayanışma Amerika'nın desteği ile birleşince, Kral Hüseyin karışıkları ve ülkesine yönelen tehlikeyi bertaraf etmeye muvaffak oldu ve iç kriz de böylece kapandı. Böylece Ürdün Eisenhower Doktrini’nden yararlanan ilk ülke oldu.

     Lübnan Bunalımı ( 1958)

  ● 1957 Haziranında Lübnan'da yapılan genel seçimlere Cumhurbaşkanı Camile Chamoun’un hile karıştırarak kendisinin görev süresini 4 yıl daha uzatacak bir parlamento seçtirmesi ve Amerika’nın yayınladığı Eisenhower Doktrini’ni desteklemesi siyasal bir krize sebep olmuştur.

  ● Halbuki, yarısı Hıristiyan, yarısı Müslüman olan Lübnan halkının Müslüman-Arap kesimi esas itibariyle Nasır taraftarı idi ve Eisenhower Doktrinine aleyhtardı.

  ● Lübnan halkının ikiye bölünmesinden sonra muhalif bir gazetecinin öldürülmesiyle olaylar Beyrut ve Trablus'da (Tripoli) grevlere dönüştü.

  ● Cumhurbaşkanı Chamoun, 13 Mayısta Amerika, İngiltere ve Fransaya başvurarak, bütün bu yapılanların bir yabancı (bilhassa Suriye'nin) müdahalesinin eseri olduğunu bildirdi ve bu sebeple Lübnan'a yardım yapılmasın istedi.

  ● Bu arada Irak’ta monarşinin yıkılması ve Bağdat Paktı’nın zarar görmesi müdahale yanlısı olmayan ABD’nin fikrini değiştirdi. ABD yaklaşık 15.000 askeri Lübnan’a çıkardı.

  ● ABD’nin baskıları üzerine Chamoun cumhurbaşkanlığının süresini uzatmamayı kabul etti. Genel Kurmay Başkanı Şahab’ın Lübnan parlamentosu tarafından cumhurbaşkanı seçilmesiyle buhran yatışmıştır.

     Bağdat Paktı

 ● Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki etkinliğini azalınca Sovyet Rusya'nın Orta Doğu'ya sızmasını önlemek maksadıyla Orta Doğu ülkeleri arasında bir ittifak kurma fikri, esasında Amerika'dan gelmiş, fakat fikir Türkiye tarafından gerçekleştirilerek, 1955 Şubatında Türkiye ile Irak arasında Bağdat'ta bir ittifak antlaşması imzalanmıştır. Nisan 1955'te İngiltere, Eylül 1955'te Pakistan ve Kasım 1955'te İran Bağdat Paktına katılarak, ittifak genişletilmiştir.

  ● Ancak Irak dışındaki Arap ülkelerinin pakta katılmaması ve buna karşı Ortadoğu’nun; pakta katılanlar (Irak, İran ve Pakistan), karşı çıkanlar (Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen) ve tarafsız kalan ( Ürdün ve Lübnan) ülkeler olmak üzere gruplaşması SSCB’nin işini kolaylaştırmış, paktın amacına ulaşmasını engellemiştir.

  ● Amerika, Arap devletlerinin tepkisini fazla çekmemek için pakta resmen üye olmadı, ama üye devletlere askeri teknik ve ekonomik yardımda bulunacağını belirterek paktın güçlenmesine çalıştı. Sovyetler Birliği'nin tehdidine ve yayılmasına karşı, NATO ile SEATO'yu birleştiren Bağdat Paktı'nın kurulması Türk-Sovyet ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Ayrıca, Irak hariç Arap devletleri ile Türkiye arasındaki münasebetler olumsuz bir seyir takip etmeye başladı.

    Uyarı:Bu pakt ile Ortadoğu’nun liderliğinin Türkiye’ye geçmesi Arap dünyasını kendi çatısı altında toplamak isteyen Mısır lideri Nasır’ı endişelendirmiştir. Nasır, paktın kurulmasından sonra batı aleyhtarlığını artırmış, SSCB ile ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Buda Süveyş Krizine ortam hazırlamıştır.

      CENTO

- Irak’ta yapılan askeri darbenin ardından monarşinin yıkılması üzerine 24 Mart 1959'da da Irak, Bağdat Paktı'ndan çekildiğini resmen açıkladı. Irak'ın ayrılmasından sonra Pakt'ın merkezi Ankara oldu. 18 Ağustos 1959'da da Bağdat Paktı'nın adı 'Merkezi Antlaşma Örgütü" yani "CENTO" olarak değiştirildi.

 - CENTO'nun ilk toplantısı, 7-9 Ekim 1959'da Washington'da yapıldı. Örgüt, aslında savunma amacıyla kurulmuş olmasına rağmen; faaliyetlerini, üyeler arasında ekonomik, kültürel ve teknik işbirliği konularına yöneltti. ABD, örgüte daha fazla destek vermeye başladı. Bu şekliyle 20 yıl devam eden örgüt, 12 Mart 1979'da Pakistan'ın ve İran'ın ayrılması ile dağılma noktasına geldi. Türkiye, 13 Mart 1979'da, bu devletlerin CENTO'dan ayrılması kararlarını saygıyla karşıladığını ve bu durumda CENTO'nun bölgedeki işlevini fiilen kaybettiğini, örgütün ilgili anlaşma hükümleri gereğince sona erdirilmesi için gerekli işlemlerin yapılacağını açıkladı. Böylece, Bağdat Paktı'nın bir devamı şeklinde olan CENTO, hukuken olmasa bile fiilen sona ermiş oldu.

              Eisenhower Doktrini

      Eisenhower Doktrini'nin ortaya atılmasında Süveyş Krizi'nin sunucu etkili olmuştur.

ABD özellikle 1956 yılında ortaya çıkan Süveyş krizinden sonra Arap Dünyasında Batılı devletlerin imajının zedelendiğini bunun yerine SSCB’nin prestijinin arttığını anlamıştır.

 Bu durumu düzeltmek için Başkan Eisenhower 5 Ocak 1957 de Amerikan Kongresine gönderdiği mesajda Süveyş Krizinden sonra SSCB’NİN Süveyş Kanalına ve Batı'nın Orta Doğu'daki petrol kaynaklarına hakim olarak, bölgeyi siyasi kontrolleri altına almaya ve Batı Bloğuna bu sayede büyük bir darbe vurmaya yakın oluğunu belirtmiştir  

Orta Doğu'daki olaylara kayıtsız kalmayan ABD, bu bölgeyi çok önemsiyor ve kendi denetiminde tutmak istiyordu. Bu durum Eisennhower Doktrini'nin açıklanmasında önemli rol oynamıştır.

    İsrail’le Gazze’de başlayan çatışmaları üzerine Mısır ABD ve İngiltere’den silah satın almak istemiş ancak bunun reddedilmesi nedeniyle bu defa Çekoslavakya üzerinden SSCB’den silah satın alma yoluna gitmiştir.

  Bu durum Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından tepkiyle karşılandı. Bu arada Mısır için çok önemli bir proje olan Asvan Barajı için ABD ve Dünya Bankasından istenen kredi teklifinin Amerikan Senatosu tarafından engellenmesi Süveyş Buhranı’nı başlattı.

   1956 yılında Nasır, yıllık 100 milyon dolar geliri olan İngiliz - Fransız ortaklığındaki Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etti.

  Bunun üzerine olaya Macaristan İhtilalleri’nden yüzünden SSCB’nin çok fazla müdahil olmadığını gören ABD, İngiltere ve Fransa, Süveyş’in Mısır’ın kontrolünden çıkarılması için birçok girişimde bulundu ancak başarılı olamadı.

       Eisenhower Doktrini'nin açıklanmasında,

  ~ ABD'nin, İngiltere ve Fransa tarafından boşaltılan Orta Doğu'da doğacak siyasi boşluğu doldurmak istemesi

 Süveyş Krizi'nde Araplardan yana tavır koyan SSCB'nin bölgede taraftar bulması ve Batı karşıtlığının artması

 ~ ABD'nin, Orta Doğu'nun SSCB'nin kontrolüne girmesini önlemek ve bölge halkını kendi yanına çekmek istemesi gibi nedenler etkili olmuştur.

 ABD başkanı Eisenhower, 5 Ocak 1957'de kongreye bir mesaj gönderdi. Bu mesaj Eisenhower Doktrini adını almıştır.

 Eisenhower Doktrininin yayınlanması sonucunda;

-ABD Orta Doğu ilişkilerini geliştirmiştir.

-ABD ile SSCB ilk defa orta Doğu’da karşı karşıya gelmiştir.

-Orta Doğu ikiye ayrılmış; Türkiye, Pakistan, Lübnan, Yunanistan, Irak, Afganistan, Libya, Tunus, Fas, İsrail, Suudi Arabistan bu doktrine olumlu tepki vermiş. Suriye, Mısır, Ürdün ise olumsuz ise olumsuz tepki vermiştir.

 Eisenhower Doktrini’nin amacı:Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapmak, bu ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi halinde Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması için izin almak ve her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekti.  

 

SSCB’NİN YAYILMACI POLİTİKASINA KARŞI TEPKİLER 

       Yugoslavya’nın Kominform’dan Çıkarılması:

      Yugoslavya'nın Kominform'dan ve Moskova'dan kopmasında; diğer uydu ülkelerde olduğu gibi, Sovyetler Yugoslavya'yı da tam manasıyla kontrolleri altına almak istemişler, fakat Yugoslav lideri Tito buna müsaade etmemiştir. Çünkü Yugoslavya'nın komünist rejim altına girmesi, Sovyet askerleri veya Sovyet Rusya'nın sayesinde değil, Tito ve "Partizan"larının Almanlara karşı yaptığı silahlı mücadele sonunda olmuştu. Diğer SSCB’nin uydusundaki ülkelere göre bu farklılık, Tito'ya, Moskova'ya karşı davranışında büyük bir bağımsızlık sağlamış ve Moskova da bunu hazmedememiştir.

 Tito Yugoslavya'da kendi komünist rejimini kurduktan sonra Moskovaya dayanmakla beraber, kendisine özgü bir yol izlemiştir.  Tito, kendisini Balkanların bir lideri yapmak istiyordu. Bu amaçla, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan ile çeşitli işbirliği anlaşmaları ve ittifak antlaşmaları imzaladı. Tito, bu ülkeleri Belgrad etrafında toplamak ve hatta Yunanistan'da Markos galip geldiği takdirde Yunanistan'ı da katarak, bir Balkan Federasyonu kurmak istiyordu. Bu durum SSCB’nin tepkisine neden oldu.  

Sovyetler, Tito'nun da aynen Sovyet komünizmini ve sistemini tatbik etmesini istemişler, Tito ise buna karşı gelerek, komünizmi Yugoslavya'nın milli şartlarına göre tatbik etmek istemişti. Tito'nun bu hareketi, milletlerarası komünizm hareketinde ilk "milli komünizm" çabası olarak kabul edilebilir.

       Çin – SSCB Anlaşmazlığı

SSCB’nin 1956 yılında Cominform’un kaldırılması kararını alması komünizmin dünya çapındaki zaferini isteyen komşu komünist devlet Çin Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği'nin arasını daha da açmıştır. Bu Çin-Sovyet görüş ayrılığı 1967'de Muhafızların Pekin'deki Sovyet elçiliğini kuşatmasıyla patlak vermiştir. 1969'da da Çin - Sovyet sınırında anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

       Macaristan’da Tepkiler

     Macarlar Sovyet Rusya destekli Komünist idareyi kaldırmak üzere 23 Ekim 1956′da başkaldırdılar. Bir öğrenci mitingi şeklinde başlayan olaylar bir anda tüm ülkeye yayıldı. Fakat Rus tankları devreye girerek kanlı bir şekilde isyanı bastırdı. 10 Kasım’da denetimi ele geçirerek  Orta Avrupa’da Ruslar böylece kontrollerini sağlamlaştırdılar.

 Çatışmaların sonunda 2500 Macar öldürülmüş 13.000′i yaralanmış, 200.000′i de mülteci olarak vatanlarından kaçmak zorunda kalmışlardı. Binlerce Macar Sibirya’daki çalışma kamplarına ölümüne gönderildi.

        Çekoslovakya’da Tepkiler

       II. Dünya Savaşı’ndan önce  çekoslovakya’da “sosyal demokrasi” anlayışı hâkimdi. Çekoslovakya toplumu; liberal, milliyetçi, demokrat vb. farklı düşünceden insanlarıdan oluşuyordu.  Çekoslovakya II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB'nin etkisi ile Varşova Paktına girdi. 1953 baharında doğu blokunda görülen ekonomik şartlar Çekoslovakya’yı da etkiledi. Mevcut hükümetin aldığı tedbirler halk tarafından tepki ile karşılandı. Fabrika işçileri “hür seçim” sloganlarıyla ayaklanma başlattılar.  Çekoslovakk Komünist Parti yönetimi sert tedbirlerle ayaklanmaları bastırdı.

1967 yılında Çekoslovakya Komünist Partisi Genel Sekreterliğine Alexander Dubçek’in getirilmesiyle “İnsancıl Kominz”  hareketini başlattı. Bu duruma SSCB tepki gösterdi.

Dubçek’le başlayan "milli komünizm", "insancıl komünizm" gibi liberal sayılabilecek hareketler Sovyetlerin 1968 Ağustosunda bu ülkeyi askerleriyle işgal etmesiyle sona ermiştir.

       Batı Avrupa Birliği

     1948’de Komünistlerin Çekoslovakya’da iktidarı ele geçirmeleri, SSCB’nin yayılmacı siyasetini ve tehditlerini ortaya koyması bakımından Batılı devletleri harekete geçirdi. İngiltere ve Fransa ile Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında, 4 Mart 1948 de Brüksel’de bir toplantı tertiplendi.  17 Mart 1948 de Batı Avrupa Birliği’ni kuran bir antlaşma imzalandı.

 Bu antlaşmaya göre beş devlet, aralarındaki her türlü işbirliğinden başka, taraflardan biri Avrupa’da bir silahlı saldırıya uğradığı takdirde, diğerleri her türlü vasıtalarla onun yardımına gideceklerdi.

-Batı Avrupa Birliğine başlangıçta, İskandinav Ülkeleri de dahil edilmek istenmişse de, bu ülkeler, Sovyetler Birliği ile komşulukları dolayısıyla, bu devleti kışkırtmak istememişler ve bu ittifaka dahil olmaktan kaçınmışlardır.

- Batı Avrupa Birliği Avrupa’daki Sovyet tehdit ve yayılmasına karşı alınmış ilk askeri tedbir olmuştur. Fakat Amerika’nın bu ittifak içinde olmayışı, Batı Avrupa Birliğini Sovyetler karşısında bir denge unsuru olmaktan yoksun bırakmıştır. Muhtemeldir ki, İskandinav ülkeleri de bunun için bu ittifaka katılmamışlardı. Lakin 1948 yılının gelişmeleri, Batılıları ve Amerika’yı, daha geniş bir ittifak sistemi kurmaya sevk edecek ve NATO ortaya çıkacaktır.

      Avrupa Konseyi

5 Mayıs 1949′da, Avrupalı 10 devletin katılımıyla kurulan birliktir. Bunlar: Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg ve Norveç’tir.

 Birliğin kurulma amacı:

 Üye ülkelerin ortak mallarını ve ilkelerini koruma ve yayma;

 İktisadi gelişimlerini sağlamak amacıyla aralarında daha sıkı bir işbirliği yapmak

Buna ek olarak, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ile Avrupa İnsan Hakları Divanı da kuruldu. Bu iki komisyon da, Konsey’in merkezi olan Strazburg’ta çalışmaya başlamıştır.

Türkiye, Avrupa Konseyi’ne 1949 yılında katıldı. Avrupa Konseyi’nin üye sayısı, kuruluşundan yirmi yıl sonra 18′e ulaştı.  

Konsey'in çalışma alanları:

 insan hakları, medya, hukuki işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınır ötesi işbirliği, çevre ve bölgesel planlamadır.

       Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

 Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın Batı Almanya ve Fransa'da çelik ve kömür üretimini denetleyecek tek bir organ oluşturması ve bu ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine ve Birleşmiş Milletlerin işbirliğine de açık tutulması üzerine bir plan önerdi. Schuman Planı 9 Mayıs 1950'de önerdiği plan kabul edildi. Bu plan 18 Nisan 1951’de Batı Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya Dışişleri Bakanlarının katıldığı Paris Konferansı’nda kabul edilerek Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1958 Roma Antlaşmasıyla, "Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu"na (EURATOM) dönüştü.

     Avrupa Ekonomik Topluluğu:

Avrupa Ekonomik Topluluğu, 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan Roma Antlaşması ile kuruldu. Topluluk, Altı kurucu üyesi; Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya ekonomi politikalarının yaklaştırılmaları yoluyla bir ortak pazarın kurulmasını istediler Bunun için:

-ekonomik faaliyetlerin uyum içinde gelişmesini,

-dengeli ve sürekli bir gelişme sağlanmasını,

-istikrarın artmasını,

-topluluk üyesi ülkeler arasındaki ilişkilerin daha sıkılaştırılmasını öngörülmüştür.  

1 Ocak 1958'de yürürlüğe giren Roma Antlaşması, üye ülkeler arasında önce gümrük birliğini, yani malların gümrük vergisi ödenmeksizin üye ülkeler arasında serbestçe alınıp satılması kararlaştırıldı.

Ancak Roma Antlaşması'nda nihai hedefi sadece ekonomik değil:

   -ortak tarım,

   -ulaştırma,

   -rekabet gibi diğer birçok alanda ortak politikalar oluşturulması

   -ekonomik politikaların yakınlaştırılması,

   -ekonomik ve parasal birlik kurulması,

   -ortak bir dış politika ve güvenlik politikası oluşturulmasıdır.

Bu amaca ulaşmak için AET Antlaşması, yürürlük tarihinden (1 Ocak 1958) itibaren 12 yıllık bir geçiş dönemi içinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanmasını ve sosyal Avrupa’nın kurulmasını öngörmüştür. Geçiş döneminde ortak tarım ve ulaştırma politikaları belirlenecekti. Üye devletlerin ekonomi politikaları ve gerekli ulusal mevzuatları yakınlaştırılacak ve rekabetin bozulmamasına ilişkin önlemler alınacaktır.

  UZAK DOĞU’DA HÂKİMİYET MÜCADELELERİ

  ÇiN HALK CUMHURIYETI'NIN KURULMASI 

 Çin 'de Mao'nun yönetimi ele geçirmesiyle komünist yönetim iş başına geldi (1949).

 Çin'deki yeni rejim,

 - Ülkede büyük değişikliklerin yaşanması

- Çin dış politikasının değişmesi

- Çin’in uluslar arası politikayı etkilemesi gibi sonuçları ortaya çıkarmıştır.

 Çin'deki yeni rejim, SSCB ve müttefikleri tarafından hemen tanınmış, Çin ile SSCB arasında 30 yıllık dostluk ve ittifak antlaşması imzalanmıştır (1950). Ancak önceki bölümlerde anlattığımız şekilde 1959'dan itibaren Çin - SSCB ilişkileri bozulmuş, Moskova - Pekin çekişmesine dönüşmüştür.

 Yeni Çin yönetimi döneminde yaşanan önemli olaylardan bazıları şunlardır:

-Çin, ABD’ye karşı Kore Savaşı’na girmiştir. (1950)

~ 1959'dan itibaren Çin - Hindistan ilişkileri bozulmuştur. Bu gelişme Keşmir meselesinden dolayı Hindistan ile sorun yaşayan Pakistan'ın Çin'e yaklaşmasına neden olmuştur.

  ~ Çin, Malaya'daki İngilizlere ve Çin Hindi'ndeki Fransızlara karşı devrimci hareketlere destek vermiştir. Vietnam Savaşı'nda Kuzey Vietnamıları destekledi. Çin, 1956'daki Süveyş Krizi'nde Mısır'ı desteklemiştir.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya'nın ekonomik olarak hızla kalkınması, Japonya'nın ABD nüfuzu altında olması, Çin - ABD ilişkilerinin yumuşamasına ortam hazırlamıştır.

    UZAK DOGU'DA ÇATIŞMA 

  Soğuk Savaş Dönemi'nde ABD ile SSCB'nin Uzak Doğu'daki çıkar çatışmaları, bölgede sorunlara ve savaşlara neden oldu. Kore'de ABD ve SSCB askerlerinin bulunması, Fransa'nın Hindi Çin 'deki varlığı bölgedeki çatışmaların diğer nedenidir.

      KORE SAVAŞI

II. Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarla Japonları Kore'den çıkarma görevi ABD ile SSCB'ye verildi. Japonya'nın teslim olmasından sonra SSCB Kuzey Kore'ye, ABD Güney Kore'ye yerleşti ve 38. meridyen sınır kabul edildi.

 ABD, SSCB ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı iki Kore'yi birleştirme konusunda başarılı olamayınca; kuzeyde SSCB kontrolünde Kore Halk Cumhuriyeti, güneyde ABD kontrolünde Güney Kore Cumhuriyeti kuruldu.

 SSCB, ABD'nin Kore ve Japonya'da asker bulundurmasından rahatsız oldu. Sovyet Rusya, Çin'de komünist rejimin kurulmasından sonra ABD 'yi Uzak Doğu'dan atmaya karar verdi. Bu kararın devamı olarak, SSCB'nin talimatıyla Kuzey Kore, Güney Kore'ye saldırdı (25 Haziran 1950) Bu saldırıdan sonra ABD'nin başını çektiği Birleşmiş Milletler Kuvveti oluşturuldu. Türkiye bu kuvvete bir tugay askerle katıldı. Taraflar 1953 yılına kadar süren savaşta birbirine üstlük sağlayamadı ve SSCB, ABD 'yi Kore'den çıkaramayacağını anladı.

       SEATO’NUN KURULUŞU 

   II. Dünya Savaşı'ndan sonra ikiye ayrılan Vietnam'ın kuzeyinde komünistlerin gücünü artırması ve Kore Savaşı, ABD'yi bölgede yeni önlemler almaya zorladı. Bu yüzden Amerika, Uzak Doğu'daki etkinliğini artırmak amacıyla ilk adım olarak bağımsızlığını yeni kazanan Tayland, Laos, Kamboçya ve Güney Vietnam'a askeri ve ekonomik yardımları artırdı.

 İkinci adımda ise, SEATO veya Manilla Paktı denen Güney Doğu Asya Antlaşma Teşkilatı 'nı (South East Asia Treaty Organization) kurdu. Bu kollektif savunma sistemi, 8 Eylül 1954'de, Amerika, İngiltere ve Fransa ile, Uzak Doğu ülkelerinden Yeni Zelanda, Avustralya, Filipinler, Tayland ve Pakistan'ın katılması ile kurulmuştur. ABD, bu faaliyetiyle, SSCB ve Çın’i Batı Avrupa kıyılarından Pasifik'e kadar uzanan bir çember içine almıştır.

 GÜNEY ASYA’DAKİ GELİŞMELER:

1763'ten beri İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da 1917'de Mahatma Gandi'nin faaliyetleri  Hindistan'daki milliyetçilik hareketlerine hız kazandırdı. İngilizler bu gelişmeler üzerine 1919'da bazı eyaletlerde bir kısım yetkilileri halk tarafından seçilen yerli liderlere bıraktıysa da bu gelişme, Hindistan'daki bağımszılkı mücadelesini durdurmay yetmedi. İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da ilk bağımsızlık hareketlerini yurt dışında eğitim öğretim gören aydınlar başlatmıştır. Hintliler, bağımsızlık faaliyetlerine ilk olarak yerel yönetimlerde söz sahibi olma çalışmalarıyla başladılar.

 1917'de Gandi'nin faaliyetleriyle milliyetçilik hareketleri hız kazandı. İngiltere, 1935'te Hindistan'da yeni bir anayasa hazırlayarak eyaletlerde bütün yönetim yetkilerini Hintli yöneticilere bıraktı. Ayrıca 30 milyon kadar Hintliye seçme hakkı tanındı.

 Hindistan'da bu gelişmeler yaşanırken, Hindu yönetimi altındaki Müslümanlar ayrı bir devlet kurma isteklerini açıkladılar. 23 Mart 1940'ta Lahor'da toplanan "Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi" Hindulardan ayrı bir Pakistan Devleti kurulmasını kararlaştırdı, Pakistan'ın kurulması için çalışmaların liderliğini Muhammed Ali Cinnnah yapıyordu.

 İngiltere, 1945'te kurucu meclis ve geçici bir hükümetin kurulmasını kabul etti. 1946'da Hint Yarımadası'nda Hindistan ve Pakistan adıyla iki bağımsız "dominyon" kurulması kararlaştırıldı.

 15 Ağustos 1947'de İngiliz askerleri Hindistan'ın kuzeyinden çekilmesi ile Pakistan Devleti kuruldu. 15 Ağustos 1947'te Hindistan Devleti bağımsızlığını kazanarak İngiliz Uluslar Topluluğunun birer üyesi oldular.

Uyarı:  Hindistan ve Pakistan'daki bağımsızlık mücadelesi bölge ülkeleri üzerinde etkisini göstermiş, Seylan, Birmanya ve Malezya İngiltere'den, Endonezya Hollanda'dan, Vietnam, Laos ve Kamboçay Fransa'dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Uyarı 2: Hindistan 1947'de bağımsızlığnı kazandıktan sonra iki bloka da dâhil olmayıp Bağlantısızlar Hareketi'nin önde gelen devletlerinden biri oldu.

 ASEAN:

Bölge ülkeleri Soğuk Savaş Dönemindeki siyasi şartlara bağlı olarak farklı bloklarla ilişki kurmuşsa da kendi aralarındaki sorunların çözümünde:

-büyük güçlerin müdahalesini dengelemek

-siyasi ekonomik ve ticari alanda işbirliğini sağlamak

            amacıyla ASEAN (Güneydoğu Asya Milletleri Birliği)'ni kurdu (8 Ağustos 1967) Filipinler, Malezya, Tayland, endonezya ve Singapur tarafından kurulan bu teşkilata daha sonra Brunei, Vietnam, Laos, Birmanya ve Kamboçya dahil olmuştur.  

 

AFRİKA’DAKİ GELİŞMELER

1941 yılında ABD başkanıRoosvelt  ile İngiltere başbakanı Churchill tarafından açıklanan hür irade ve özerk ilkeleri, Afrika'da Avrupa sömürgeciliğinin sonunun geldiğini belirtiyordu. Afrika'da sömürgeciliğin sona ermesi, İtalya'nın Etiyopya ve Libya'dan sürüldüğü 1940'lı yıllarda başlamıştır.

 Sosyalist ülkeler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Asya ve Afrika'daki sömürgelerde başlayan bağımsızlık hareketlerini desteklediler. Bu destek, sosyalizme sempatiyi artırdı. Bağımsızlık hareketlerinin liderliğini yapan aydınlar, gerçek anlamda ulusal bağımsızlığın, ancak devletçi bir ekonomiyle gerçekleşebileceğini savundular. Böylece tek parti rejimleri ya da askeri diktatörlükler altında uygulanan ekonomi programları "Afrika Sosyalizmi" ve "Arap Sosyalizmi" gibi adarla geri kalmış ülkelerde uygulama alanı bulmuştur. Cezayir Tunus, Libya, Gana, Gine, Birmanya ve Tanzanya bu tür rejimlere örnek olarak gösterilebilir.

  AFRİKA

Afrika'da devletler bağımsız olmalarına rağmen, yaşam standartları çok düşüktür. Kabilecilik anlayışının hakim olması demokratikleşmenin önünde en büyük engeldi. Ülkelerin çoğunda tek parti ve askeri diktatörlükler iş başındadır. Bu ülkelerde serbest seçim ve özgür basın gibi kavramların önemi yoktur.

          Afrika Ülkeleri; Dünyanın en fakir ve borçlu ülkeleridir. Dış ülkelerden gönderilen yardımları yeterince verimli olarak değerlendirememişlerdir. Dış ticaret, tarımsal faaliyetler alanlarında sorunlar yaşamaktadırlar.

 -Sağlık sorunları, altyapı ve finansman eksiklikleri yüzünden en üst noktaya ulaşmıştır. Kara ve demir yolları, şehir ve kasabaları altyapı açısından çok yetersizdir.

 Afrika Birliği Teşkilatı(OAU)

Bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkeleri, Doğu - Batı bloklarının dışında kalarak öncelikle ekonomik kalkınmayı hedeflediler. Bu amaçla 25 Mayıs 1963 te 32 Afrika ülkesi tarafından Afrika Birliği Teşkilatı (OAU) kurulmuştur.

 Teşkilatın amaçları,

 1. Afrika ülkeleri arasında birlik ve dayanışmayı geliştirmek

 2. Üyelerinin bağımsızlığını gözetmek, tüm kolonileşme biçimlerini ortadan kaldırmak

 3.  Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine uygun olarak uluslararası iş birliğini ilerletmek; üyelerinin ekonomi, diplomasi eğitim, sağlık, bilim ve savunma politikalarını uyumlu hale getirmek şeklinde sıralanabilir.

Not:   Batı kültürünün etkisi ve Batı’nın siyasi-iktisadi müdahaleleri Afrika’daki geri kalmışlığın temel nedenleri arasındadır.  

 

     ASYA VE AFRİKA'NIN KURTULUŞU

. Mahatama Gandi:

Hindistan Bağımsızlık hareketini siyasi ve dini lideridir. 1869 yılında doğdu.  Hindistan’da resmi olarak ulusun babası ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler 2007’de Gandi’nin doğum günü olan 2 Ekim’i “Dünya Şiddete Hayır Günü” ilan edilmiştir.

Gandi;  Londra’da hukuk öğrenimini yaptıktan ksonra avukatlığa başladı.  Hindistan’da İngiltere sömürgeciliğine karşı Ulusal Kongresinin liderliğini üslendi. Ülke genelinde; yoksulluğa, kadın hakları, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik, kast ve dokunulmazlık ayrımcılığın sona ermesi fikrini savundu.

4. Muhammet Ali Cinnah:

23 Mart 1940’ta Lahor’da toplanan “Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi”, Hindulardan ayrı bir Pakistan Devleti kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin liderliğini Muhammed Ali Cinnah yapmaktaydı. 1946’da Hint Yarımadası’nda Hindistan ve Pakistan adlarında iki bağımsız devlet kurulmasına karar verildi. 

 Asya ve Afrika'da Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı sonrasında sömürgeler kurarak bölge halklarını hâkimiyetleri altına almışlardı. II. Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa'da eğitim gören halkın içerinden çıkan bazı aydınlar Asya'da ve Afrika'da milliyetçiliği yayarak zaman içerisinde Asya ve Afrika halklarını bilinçlendirerek kendilerine hükmeden devletlere baş kaldırmalarını sağladılar. 

II. Dünya Savaşı ise milliyetçiliğin dünya genelinde yayılmasında ve sömürgeler üzerinde Batı egemenliğinin yıkılmasında belirleyici etken oldu.

 Sömürge halklarının verdikleri mücadelenin farklı esin kaynakları vardı. Savaşanlardan bazıları kendi geleneksel kültürleri adına, Avrupa'dan gelen siyasal fikirlere ve yaşam biçimlerine karşı çıkıyorlardı. Senegalli Senghor gibi sömürgeci güçler tarafından eğitilmiş olan seçkinler sınıfından bazıları, 1789'da kabul edilen özgürlük ve eşitlik fikirlerini sömürgeci güce karşı kullanıyorlardı. Çin Hindi'nde Ho Şi Min gibi başkaları ise, Avrupa'dan gelen fikirlerden Marksizmi benimsiyor ve genellikle milliyetçilikle birleştirerek bundan devrimci bir mesaj çıkarıyorlardı. Bu çeşitlilik, bağımsızlık için mücadele eden hareketlerde bölünme tehlikesi de vardı. Ama ortak bir düşmanın, yani sömürgeci gücün varlığı, mücadele içinde birliği sağlıyordu.

 Sömürgecilik faaliyetlerinin zayıflamasında,

 - Sömürülen ülkelerde milliyetçilik fikrinin güçlenmesi

 -Batılı emperyalist güçlerin bağımsızlık için ayaklanan gruplara yenilmesi ve II. Dünya Savaşı sırasında Japonya'nın, "Asya, Asyalılarındır." sloganıyla İngiltere, Fransa, Hollanda ve Amerikalıları Uzak Doğu'daki sömürgelerinden çıkarmasının, sömürge halklarını derinden etkileyerek cesaretlendirmesi

 -Sömürgeci devletlerin II. Dünya Savaşı'nda yıpranması ve milli bağımsızlık istekleriyle baş edememesi

 -SSCB'nin, sömürgeci devletler Batı Blokuna dahil oldukları ve sömürgeciliği mücadele ettiği emperyalizmin bir türü olarak kabul ettiği için sömürge altındaki milletleri desteklemesi durumları etkili olmuştur.

  

Soğuk Savaş Dönemini Maddeler Halinde Özetleyecek Olursak;
1-Soğuk savaş döneminde dünyada önemli sanayileşme ve büyüme yaşandı.
2-Dünya genelinde önemli bir nüfus artışı yaşandı. Bu nüfus artışının nedenleri; Sağlık ve tıp alanındaki gelişmeler, yaşam standartlarının yükselmesi ve doğum oranında görülen artışlardır.
3-sanayileşme ile birlikte şehirleşme ve şehirlere göç arttı.
4- Ortadoğu ve Latin Amerika da Diktatörlük rejimleri ortaya çıktı. (Mısır, Irak, Suriye, Küba, Şili, vs.) bunun nedenleri ise Orta doğu ve Latin Amerika ülkelerinin sömürgecilikten kurtularak bağımsız olmaları ve ekonomik açıdan gelişememeleridir.
5- Askeri harcamalarda büyük artışlar yaşandı. Birçok devlet bütçelerinin önemli bir kesimini silahlanmaya harcadı.
6-Kadın hakları gelişti ve kadın hareketleri ortaya çıktı. Kadın haklarının gelişmesinin nedenleri ise; II. Dünya savaşında Batı ülkelerinde erkeklerin savaşlara gitmesi ile birçok alanda kadınların iş gücüne katılması ve kadınların ekonomik ve kültürel açıdan gelişmeleridir.
7-Tüketim toplumu ortaya çıktı. Batılı ülkelerde insanların Ev ve araba alma ile gayr-ı menkul ve otomotiv sektörü gelişti. Buna paralel olarak reklam sektörü, sinema, radyo, televizyon gelişti.
8-Hızlı nüfus artışı ile ortaya çıkan Genç kitlenin müzik anlayışı da değişti. Rock müzik yayıldı.
9- Bilimsel alanda büyük gelişmeler görüldü. (ENİAC adı verilen ilk bilgisayar, Uzay çalışmaları, Nükleer enerji Televizyon, video, DNA çözülümü, lazer, Kimyasal ve sentetik maddeler üretildi.)
10-Mimari ve sanatta gelişti. Şehirlerde Gökdelenler inşa edildi. Soyut resim gelişti. Paris ve New York sanatın merkezi haline geldi.
11- Birçok uluslararası spor organizasyonları başladı. 1951 de Mısır’ın İskenderiye şehrinde Akdeniz oyunları, 1955-56 sezonunda UEFA Avrupa Şampiyonlar ligi ( ilk Real Madrit bu kupayı aldı) başladı. 

 

Google+ WhatsApp