Klasik Dönem Osmanlılarda Ekonomik Yapı

Klasik Dönem Osmanlılarda Ekonomik Yapı

Klasik Dönem Osmanlı Ekonomisi

 

      Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nin iktisadi yapılanması; merkez maliyesi, tımar sistemi ve Vakıf sistemi olmak üzere üç kısımda incelenmektedir.

      A. MERKEZ MALİYESİ

 -Merkez maliyesinin başında sadrazama karşı sorumlu başdefterdar bulunmakta idi.

- Ülkede mali yargı ve hazine işleri Rumeli Defterdarı olan başdefterdar etrafında örgütlenmişti. Bu sistem merkezde hazinenin çeşitli gelir ve gider hesaplarının tutulduğu ve koordinasyonun sağlandığı bürolardan oluşmakta idi. Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin dışında kalan diğer eyaletlerde baş defterdara bağlı taşra defterdarlıkları bulunmaktaydı.

     Not: Merkez maliyesi daire ve bürolarında çalışan memurlar maaşlarını hazineden almayıp, geçimlerini kayıt ve tescillerden tahsil ettikleri vergi ve harçlardan karşılamakta idiler.

     Osmanlıların kendilerinden önceki Türk devletleri gibi  en önemli gelir kaynağı halktan alınan vergilerdi. Devlet bir taraftan İslam hukukunun gereği şer’i vergiler (zekât, cizye, haraç)  toplarken diğer taraftan geleneklere dayanılarak konmuş örfi vergilerde toplamaya devam etmiştir.

      B. TIMAR SİSTEMİ

 Büyük ölçüde tarıma dayalı olan Osmanlı ekonomisi tımar sistemiyle teşkilatlandırılmıştı.

 Osmanlı Devleti’nde askerlere ve devlet görevlilerine, vergi kaynakları ile birlikte belirli bölgeleri bir tür maaş olarak verme usulüne tımar sistemi denirdi. Yani bir kısım asker ve memurlara geçim, hizmet veya masraflarına karşılık belirli  bölgelerin vergi kaynaklarının tahsis edilmesine tımar sistemi diyebiliriz. Bu sistem Selçuklulardaki İkta sisteminin devamı niteliğindedir.

 Osmanlı Devleti’nde geliri görevlilere verilen bölgelere dirlik denmektedir. Dirlikler, gelirlerine göre üç kısma ayrılmaktadır.

     1. Has: Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan topraklar.

     2. Zeamet: Yıllık geliri 20.000 akçe ile 100.000 akçe arasında olan topraklar.

     3.Tımar: Yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan topraklardır. Tımar, “Sipahi” denen eyalet askerlerine verilmekte idi.

      Yönetenler ve Yönetilenler arasındaki ilişkinin sağlanmasında tımar sisteminin payı büyüktür. Özellikler Osmanlılarda kuruluş döneminde bu sistem, Ahilerin elinde bulunmaktaydı. Ahilerin bu teşkilatlı çalışmaları Osmanlıları beylikten devlete ve sonrasında imparatorluğa taşımıştır. Ama ne yazık ki sonraki dönemlerde Ahilerin bu yetkileri kısıtlanarak tımar sisteminin güçlendirilmesi ve tımarların da zamanla bozulması ile ülke ekonomisi giderek çöküşe gitmiştir.

      Tımar toprakları devlet mülkü sayıldığından dolayı miras bırakılması, bağışlanması ve vakfedilmesi yasaktı. Bununla birlikte toprak sipahinin ve köylünün elinden keyfi olarak alınamazdı.

     Sipahi-Reaya İlişkisi:

     Devletin Yönetenler sınıfını oluşturan Seyfiye kesimi ile yönetilenler sınıfını oluşturan reaya ilişkileri kanunla düzenlenmiştir. Tımar sisteminin temel ilkesi üretimin sürekliliğiydi. Bu nedenle sipahi ve reaya arasında karşılıklı sorumluluklar ön plandaydı.

     Sipahilerin Görev ve Sorumlulukları:

 – Köylünün güvenliğini sağlamak

– Köylünün vergilerini rahatça ödemelerini sağlamak

– Toprağı terk eden köylüleri kadının emri gereğince toprağa dönmeye zorlamak

– Toprağını terk eden ve geri dönmeyen köylüden çift bozan vergisi tahsil etmek

– Köylünün tarım ihtiyaçlarını temin etmek

– Toprağını bir başkasına devreden köylünün üzerinden toprak tapusunun alınarak yeni sahibine toprak tapusunun verilmesini sağlamak

Not: Osmanlılarda sipahilerin geniş yetkileri olmakla birlikte reaya üzerinde egemenlik hakları yoktur. Suç teşkil eden bir olay karşısında ceza verme yetkileri yoktur. Bu yetki Kadı’ya aittir. Kurallara uymayan Sipahi’nin tımarı elinden alınıyordu.

      Toprağı kullanan köylünün vazife ve sorumlulukları:

– Nedensiz olarak toprağını terketmemek

– Toprağına üç yıl üst üste boş bırakmamak,

– Ödemek zorunda olduğu vergiyi sipahiye ödemek,

– Bulunduğu köyde Sipahi’nin evini, ambarını yapmak,

– Elde edilen mahsülünü bir günlük mesafeye kadar olan pazarlara taşımak.

– Sipahi’nin çayırını biçmek

      XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde;  70 – 80 bin kişilik Cebelu denilen silahlı ve zırhlı askerlere karşılık Kapıkulu Ocakları’nda 27 bin civarında asker  olduğu tahmin edilmektedir.  XVII. asrın sonlarında ise devletin nakdi gelirleri 600 milyon akçeyi geçmişti.

Tımar gelirleri toplam gelirin % 40 civarındaydı.

    C. VAKIF SİSTEMİ

     Vakıf; Bir malı, menfaati kamuya bırakılmak üzere özel mülkiyetten çıkarmaktır.  Tarihte ilk defa Uygurlardan öğrenilmiştir. Uygurların da Çinlilerden öğrendiği sanılmaktadır.

    Osmanlı Devleti’de Türk – İslam Devletleri’nde olduğu gibi, servet ve mülkiyetin toplumun tüm katmanlarına eşit olarak paylaştırılarak, ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmıştır.

    Bu amaca ulaşmak için Osmanlı Devleti vakıflardan istifade yoluna gitmiştir. Vakıflar, toplumsal dayanışma ve sosyal refahı artırmak için bir çok yatırım yapmışlardır.

     Vakıfların faaliyetleri:

 -Vakıflarda biriken paralar geri ödeme şartıyla tüccarlara kredi olarak verilmiş ve bu durum ticarî hayatı canlandırmıştır.

-Mahallelerde sıkıntı içinde bulunan hak veya bazı yardıma muhtaç kişiler desteklenmiş.

-Ulaşım için gerekli olan han, kervansaray ve yolların yapımı ve işletilmesi gerçekleştirilmiştir.

 Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde fethedilen yerlerin Türkleşmesi için yapılan iskân faaliyetlerinde,

-Şehir duvarları ve kaleler inşa edilerek savunma çabalarına katkıda bulunulmuş.

-Vakıflarda toplanan avarız akçesi ile ortak giderin karşılanmasında devlet vakıflardan yararlanmıştır.

-Hayır amaçlı kurumlar finanse edilerek korunmuştur.

-Köy, kasaba ve şehirlerin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasında, kullanılmıştır.

-Sağlık, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapılmasında, etkili olmuştur.

Vakıflar sayesinde devlet birçok eğitim kurumları açarak çok değerli bilim adamlarının yetişmesini sağlamıştır.

Vakıflar sayesinde binlerce ciltlik kütüphaneler kurulmuş ve halkın kültürel seviyesi artmış, kurulan imarethaneler (aşevi) ile binlerce yoksul insan karnını doyurmuş ve devlet halkına olan vazifelerini (sosyal devlet anlayışı) yerine getirmiştir;

 Vakıflar yaptıkları faaliyetler karşılığında vergi vermemişlerdir. Gelirleri ise;

 – Nakit para bağışı,

– Kira getiren bir gayrimenkulun bağışlanması,

– Bağışlanan herhangi bir varlığın satılarak nakite dönüştürülmesi,

– Vakfedilen arazilerin ekilerek elde edilen ürünlerin geliri gibi farklı yollardan gelir elde edilmekteydi.Vakıflar ekonomide düzenlive muazzam bir para akışının gerçekleşmesini sağlamaktaydı. 1527' istatistiklerine göre Osmanlı Devletinde merkezde toplanan  vergi gelirinin yaklaşık % 12'si kadarının vakıf paraları oluturmuştur.

     Üretim Yapısı:

     Osmanlı Devleti iaşe ilkesi gereği ihtiyaç duyulan her türlü malın karşılanması için tarımsal ve sınai üretime büyük önem vermiştir. Tarımsal üretim, tımar sistemi çerçevesinde, sınai üretim de loncalarca gerçekleştirildi.  Devlet, üretimde devamlılığı sağlamak için zirai topraklarınmülkiyet hakkını fertlere bırakmaz, fertler ancak muhafaza görevini üstlenir ve üretim yapardı. "Miri"  adı verilen bu mülkiyet rejiminde toprak, çifçilere babadan oğula geçecek  şekilde kiralanmış sayılır, alımı satımı devletin sıkı kontrolü altında tutulur düşürmeye sebep olacak şekilde şehirlere ya da başak bölgelere göç etmelerine izin verilmezdi.

    Tarım üretiminden gelen zirai ürünler ham maddeleri kaza merkezinde satın almak, işlemek ve satmak kasaba esnafının tekelindeydi. Devlet üretim ve tüketim arasındaki dengeyi korumaya önem verirdi. Üretimin hedefi, yurt içi ihtiyaçlarının karşlanmasıydı. Yurt içi ihtiyaçların tümü karşılandıktan sonra kalan mal varsa onun ihaç edilmesine de müsaade edilirdi. Osmanlı iktisadi sisteminin diğer özelliği de "eşitlik" eğiliminin ticaret ve esnaflıkta kaynakların bölüşümünde büyük farklılaşmaların oluşması esastı.  

     Sınai Üretim:

     Selçuklulardan beri ekonomik faaliyetler üzerinde önemli derecede rol oynayan ahiler, Osmanlı Devleti'nde kuruluş dönemide de aynı görevi en iyi şekilde yerine getirmişlerdir. Yanlız Fatih döneminde ahilerin faaliyetlerinde bazı kısıtlamalar getirilmesi nedeniyle bu kurumda bozulma olmuş ve devletin kontrolündeki loncalar daha etkin olmuşlardır.  

    Bu süreçte sanayi küçük işletmelerden oluşmuş olup "lonca" adı verilen  esnaf teşkilatının eline geçmiştir. Bu süreçte ekonominin gelişmesiyle kentlerde çarşıların her köşesinde bir lonca oluşmuş her loncada da aynı mesleğe mensup esnaf bir araya gelmişti. Kentler büyüdükçe iş bölümü ve uzmanlaşma da derinleşmiş lonca sayısı artmıştı. Loncalar bir beldede üretilen malın miktarı, kalitesi ve fiyatının belirlenmesinde söz sahibiydi.

    Ancak Avrupa'daki sanayinin gelişmesi, coğrafi keşiflerle Avrupa'ya akan altın ve değerli paralar nedeniyle Avrupa toplumu zenginleşirken, Osmanlı toplumu ise bunun tam tersi bir durumla karşı karşıyaydı.  

     Tarım ve Hayvancılığa Dayanan Sanayiler

      a. Dokumacılık

 Osmanlılarda Dokuma Sanayii;

– Lifli bitkiler (keten, kenevir, pamuk vb) hammadde olarak kullananlar.

– Yünlü kumaş üretilenler

– İpekli dokumacılar

      Anadolu’nun her tarafında yaygın olan daha çok lifli bitkilere dayalı üretime elverişliydi. Pamuklu dokumalarda Batı, Orta ve Güneydoğu Anadolu ile Suriye ön plana çıkarken, keten dokuma sanayiide; Ege, İstanbul ve Kastamonu çevresi gelişmiş durumdaydı. Kadife ve İpekli dokumanın merkezi; Bursa ve Bilecik idi.

    Bursa; nefti, mavi bez, çeşitli renklerde kadifeler, altın (sırma) ve gümüş telli dokumalarla ünlüydü.

  Dış ticarette önemli bir yere sahip olan İstanbul’da kaliteli basma imalathanelerin yanı sıra Fener Tahta Minare örneğinde olduğu gibi iltizamla işletilen bir çuha fabrikası da vardı. Bu fabrikada 1720’den sonra kalın ipekli kumaşlar da dokunmuştur. XVIII. yüzyıl İstanbul’unda ipekli dokumanın zirve yaptığı dikkat çekmektedir.

 İç ve dış talebin yoğun olduğu yünlü dokuma (sof) Ankara ve çevresinde ileri gitmiştir. Bunun yanı sıra Selanik’te de çuha ve keçe üretimi yapılmaktaydı.

 Halıcılık, Türk tarihinde öne çıkan bir üretim alanıydı. Osmanlı Döneminde Uşak, Gördes, Kula, Milas, Ladik (Denizli) halıcılığıyla ön plana çıkmış, bu halılar tüm Avrupa’da büyük talep görmüştür.

      b. Dericilik

     Osmanlı’da var olan hayvancılık sektörü deri sanayiinin de gelişmesinde etkili oldu. Bu sanayi kolu İstanbul, Edirne, Kayseri, Konya, Ankara, Bursa gibi şehirlerde ön plana çıktı. Kürkçü esnafının en faal olduğu yerler İstanbul ve Edirne’dir. Dericilik ve dokuma sanayiinin gelişmesi beraberinde boyacılığın da gelişmesine neden olmuştur. Bursa ve diğer şehirlerde Avrupa’nın lüks kumaşlarının boyahanelerde boyanması, boyacılık alanındaki gelişmeyi göstermektedir.

         c. Sanayideki Gelişmeler;

  – Duraklama döneminde uzun süren savaşlar ve savaşlarda galibiyet olmaması nedeniyle ganimetlerden elde edilen gelirin ortadan kalkması

– Celali İsyanları

– Bir çok sermaye sahibi ve kalifiye elemanın savaşlarda ölmesi ve buna bağlı olarak bazı atölye ve tezgah sayısının azalması

– Batı’nın yüksek hammadde talebi ve buna bağlı olarak iç üretimdeki yetersizliğin artması ve yerli sanayinin çökmesi nedenleriyle Avrupa ile rekabet edilememiştir.

     Ayrıca avrupa’daki fabrika üretimine karşı Osmanlı ekonomisi XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar direnmesine rağmen XIX. yüzyıldan itibaren Avrupa mallarının Osmanlı pazarında rağbet görmesi Osmanlı sanayinin çökmesine neden olmuştur.

      d. Madencilik ve Maden Sanayii

Osmanlı Devleti’nde maden sanayii, madeni para ve savunma sanayinin ihtiyaçlarına göre oluşmuştur.

Maden işlemeciliği daha çok savaş malzemeleri, ev gereçleri, tarım aletleri ve at koşum takımları alanında gelişmiştir. Özellikle savaşların sürekliliği gülle döküm fabrikaları ve savaş gemisi yapımını hızlandırmıştır.

-XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’nın teknolojik anlamda ön plana çıktığı anlaşıldı. Avrupa toplarının Osmanlı topraklarından üstün olduğunun farkına varan Osmanlı Devleti gerekli tedbirler almaya başladı. Tersanedeki gemi inşa faaliyetlerinde Avrupalı teknisyenler görev almaya başladı.

 Kalyonlar için gerekli olan demir yurt içinden temin edilemediği için İngiltere’den ithal edildi.

-Bu durum ancak bir Humbaracı ustasının XVIII. yüzyıl başında bulduğu bir yöntemle büyük demir kütleleri üretilecek fabrikanın kurulmasıyla aşılabildi.

-Bütün bu gelişmelere rağmen XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı iktisadında meydana gelen daralma madenciliği de olumsuz yönde etkiledi.

     e. Tüketim

     Üretim kadar üzerinde durulması gereken önemli faaliyetlerden birisi de tüketimdir. Tüketim toplumların alışkanlıkları ve hedefledikleri yaşam standartlarına göre şekillenmektedir. Osmanlı Devleti’nde tüketim alışkanlıkları halkın, yaşadığı sosyal tabakaya göre farklılık göstermektedir.

Köy, kasaba ve şehir yaşamının şekillendirdiği tüketim anlayışı gelire endekslenmişti. Geliri çok olan insanlar tüketime daha fazla yönelmişlerdi.

Şehirde yaşayanların tüketim alışkanlığı köylere göre daha çeşitli ve fazlaydı.

Tüketimin en yoğun olduğu yer kalabalık nüfusuna sahip  İstanbul’un ihtiyacı Anadolu’dan ve Rumeli’den sağlanırdı.

Osmanlı toplumunun büyük nüfusunu barındıran Köyler,  kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılardı. Osmanlı Devleti’nde lüks tüketim XVII. yüzyıldan sonra artmaya başladı. Lüks tüketim, halkın büyük çoğunluğunu oluşturan kırsal kesime ulaşmazken, daha çok devlet bürokratları ve şehir halkı arasında yayıldı.

       Kapan:   Osmanlı Devleti’nde halkın ihtiyacını karşılamak için büyük şehirlere gelen ihtiyaç malları, Kapan adı verilen toptancı hallerine getirildi. Gelen mallar Kapan emini adı verilen görevlilerce satıcılar ya da imalatçılara verilirdi.

     Mallar böylece çok aracı kullanılmadan tüketiciye ulaştırılmaktaydı. Böylece  fiyat artışını engellenmeye çalışılmış ve bunda da başarılı olunmuştur.  Bu sistemin önemli bir yanı ise arz ve talep dengesine göre fazla gelen ürünlerin ihtiyaç olan diğer eyaletlere gönderilmekteydi.

      Osmanlı Devleti Türkiye Selçukluları gibi ticarete büyük önem vermişti. Devlet, güvenli bir piyasa ortamının oluşmasını serbest ticaretin, transit ve dış ticaretin geliştirilmesini bir görev bilmiştir. Bu nedenle ticaretin denetimi ve yol güvenliğinin sağlanması devletin sorumluğundaydı. Üretilen her çeşit malın bir çeşit tüketiciye ulaştırılma etkinliğine ticaret denir. Osmanlı Devleti Anadolu Selçukluları gibi ticaretin gelişmesi için çok çaba sarf etmiştir.  Osmanlı Devleti’nin toprakları önemli ticaret yolları (İpek ve Baharat Yolu) üzerinde bulunuyordu.

    Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde 1475 yılında Kırım’ın fethi ile İpek Ticaret Yolunu, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde 1517’de Mısır’ın Fethi ile Baharat Ticaret Yolu’na egemen olmuştur.

      Osmanlı Devleti, bu yollar sayesinde çok ciddi güvenlik gelirleri elde ediyordu.

Devlet ticari vergileri artırmak ve mal sıkıntısı yaşamamak için bazı Avrupa Devletleri’ne kapitülasyonlar vermiştir.

      Deniz ve Kara Ulaşımı

    İlkçağ’dan bu yana Anadolu konumu itibariyle geçiş noktası olma özelliğini devam ettirmiştir. Kırım, Avrupa ile Kuzey ve Güney Anadolu limanları ticaretin en yoğun yaşandığı yerlerdi.

Anadolu ve Rumeli'de yol düzeni şu şekildeydi:

    Anadolu'da:

- İstanbul’dan Diyarbakır’a giden orta kol,

- İstanbul’dan Erzurum ve Kars tarafına giden sol kol.

- İstanbul'dan Halep koluna giden sağ kol,

     Rumeli yakasında:

- İstanbul’dan başlayıp Karadeniz'in batı sahillerine ulaşan sağ kol,

- İstanbul’dan başlayıp Edirne'den Balkanlara giren ve Belgrat yönünde Avrupa

içlerine uzanan orta kol,

 - Edirne'den ayrılarak, Selanik ve oradan Mora’ya doğru ilerleyen sol kol.

Bu yollar  sayesinde canlı bir ticaret ortamı yaratılmıştır. XV. yüzyıldan itibaren Fatih’in Kırım’ı fethinden sonra deniz taşımacılığı da gelişmiştir.  

      Anadolu denizciliği Selçuklular, Karesioğulları,  Aydınoğulları Beyliklerinin alınmasından sonra Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Osmanlılar XVI. Yüzyıldan sonra Kırım üzerinde deniz yoluyla bir baskı kurmak istediği ve bu durum karşısında Kırım Hanlıklarının Osmanlıların bu girişimine karşı sıcak bakmadıklarını görmekteyiz. Bu da Osmanlıların “Kanal Projesi’”ni açmak için çabalarının boşa çıkmasına neden olmuştur.

     Kara Yolu Ulaşımı:

    Osmanlılar, Bizans ve Selçuklulardan devraldıkları yol, kervansaray, köprü gibi bayındırlık tesislerini koruyup geliştirdiler.

      Yol ağı üzerindeki menziller arasında at, katır ve çevresindeki köy ve kasabaları dinlenmiş ulak hayvanı bulundurmak ve habercileri ağırlamakla yükümlü kılmıştır. Ayrıca buralarda esnaf örgütü mal nakilini üstlenmişlerdi. Ulaşım güvenliğinin sağlanması için zaviyeler yaptırılmış, yol geçit ve köprülerde dervişler istihdam edilmiştir. Sonraları bu amaçla derbent teşkilatı oluşturulmuştur. Anadolu da ve Rumeli de binlerce aile  avarız vergilerinden muaf tutularak bu işle görevlendirilmiştir.

Tacir-i Mütemkkin; sermayedarlar, malı ucuz ve bol olduğu dönemde depolayıp fiyatlar arttığında satıp kar ederdi.

Tacir-i Seffar; bir bölgeden9 malın fiyatının yüksek olduğu başka bir bölgeye mal taşıyarak kâr ederdi.  

      Osmanlı Ekonomisinin Gelir Kaynakları

     Kamu ekonomisi, devlet maliyesi demektir. Osmanlı maliyesinin gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü, reayanın ödediği vergiler oluşturmuştur. Osmanlılarda vergiler gelir bakımından şer’i ve örfi vergiler olarak iki çeşitti.

                 Şer'i Vergiler:

Şeri Vergiler:İslâm’ın  emrettiği vergilerdir. Bunlar kendi arasında 3’e ayrılır.

     Öşür: Müslümanlardan alınan vergiye denirdi.

     Harac: gayrimüslimlerden alınan vergiydi.

     Cizye: Gayrimüslimlerden askerlik karşılığı olarak alınan vergilerdi.  

     Örfi Vergiler: Örfi Vergiler padişahın iradesiyle konan vergilerdir.

      Avarız: olağanüstü durumlarda alınan “avârız” vergisi de bu gruba dahildir.

Başlıca örfi vergiler:

Ağıl, ağnam vergisi: Sipahinin arazisine yaptığı ağıl ve koyun, keçi üzerinden alınan vergilerdir.

Geçit vergisi:

Otlak, yaylak vergileri

Dönüm Vergileri

Çift hane vergisi: Müslüman reayadan, bir çift öküzün işleyebileceği büyüklükteki çiftlik karşılığında alınan vergilerdir.

Çift bozan vergisi

Tapu vergisi

İhtisab vergisi: Devlete ait bazı geliri tahsil etme yetkisinin verilmesi karşılığında alınan bedeldi.

Maden, gümrük vergileri:

 İmadiye-i Seferiyye vergis:Hane reislerinden savaş harcamaları için alınan vergi.

İmadiyye-i hazariye vergisi:Hane reislerinden savaş olmadığı zaman personel harcamaları için alınan vergiler.

Lâne-i cihâdiyye vergisi:Savaşa yardım için alınan vergiler.

Derbend resmi vergisi:Tüccarlardan alınan vergilerdir. (Geçtikleri, yol, köprü, han, buralarda çalışan personelin ihtiyaçlarını karşılamak için alınırdı.)

Kürekçi bedeli vergisi:Kürekçiler için alınan vergilerdir.

İzn-i sefine vergisi:Yabancı tüccarlardan alınan vergilerdir.

Avarız vergisi:Savaş, yangın gibi devletin paraya ihtiyaç duyduğu durumlarda alınan vergilerdir.

     Osmanlı ekonomisi madeni para sistemine dayanıyordu. Devletin altın ve gümüşün eşya olarak kullanılmasının önüne geçmeyi ve özellikle para olarak kullanılmasını amaçlıyordu. Ülkedeki altın ve gümüş miktarının değişmesi ekonomik dengelerin bozulmasına yol açıyordu. Bu nedenle ülkeye kıymetli maden girişi teşvik edilmiş çıkışı ise yasaklanmıştır.

    Osmanlılarda 1580’de ilk büyük bir enflasyon yaşanmıştır. 1580’de ilk büyük devalüasyonun ardından Osmanlı parası büyük bir değer kaybına uğradı ve ilk para ayarlaması yapıldı. Bu durum 1560’lara kadar aralıklarla sürmüştür.

Osmanlı Devleti'nde paranın değer kaybetmesinde iç ve dış nedenlere dayalı olarak meydana gelmiştir.

   -dış nedenler:

Avrupalılar tarafından sömürgelerden elde edilen altın ve gümüşünün Avrupa'ya akması,

-ticaret yollarının değişmesi gibi sebepler etkili olmuştur.

-Fetihlerin durması ve savaşlarda elde edilen ganimetin kesilmesi

Savaşlarda yenilgiler ve ödenen savaş tazminatları

    -iç nedenler;

-hızlı nüfus artışı,

Askeri, mali ve idari düzeninin temelini oluşturan tımar sisteminin  XVI. Yüzyılın sonlarına doğru çeşitli sebeplerle bozulmaya başlaması

Nüfuzlu kişilerin kanunlara aykırı olarak tımar ve zeametleri kendi çevrelerine vermeleri

Devletin gelirlerini merkezde toplamak amacıyla tımarları yüksek bedeller karşılığında iltizama vermesi tımar sisteminin çözülüşünü hızlandırmıştır.

    Osmanlılarda paranın basıldığı yere “darphane” denirdi ve üçer senelik dönemler için iltizam yöntemiyle kiraya verilerek işletilirdi.

-Ülkede kullanılan yabancı paralar tartıyla alınır karşılığında yeni basılan Osmanlı parası verilirdi.

XVIII. yüzyılda değer kaybı yüzünden akçe kullanılamaz oldu. XIX. Yüzyıla kadar madeni para kullanmışlardı.

Sikke;Madenden kesilen yassı, yuvarlak parçacıklara sikke denirdi.

Akçe;gümüşten kesilen sikkelere akçe denirdi

Sikke-i Hasene; altından kesilen sikkelere sikke-i hasene denmiştir.

 Abdülmecit zamanında ilk kez 1844’te “kaime” adıyla kağıt para çıkarıldı. 1844 yılında yeni bir düzenlemeyle İstanbul'daki devlet darphanesi para basma konusunda tek yetkili kılındı.

Sultan Abdulmecit zamanında 20 kuruş değerinde “mecidiye” adıyla yeni bir para çıkarıldı. 100 kuruş, bir Osmanlı lirası olarak belirlendi ve temel para birimleri kuruş ve mecidiye oldu.

Not: 1 altın= 60 akçeydi.

     Esnaf Birlikleri:

     Gedik: Osmanlı iktisadi hayatında geçimini ticeret ve zanaatla sağlamak, bir dükkân açmak “gedik” denilen bir işletme iznine tabiydi.

    Ahi geleneğine göre yetişen esnaf ve sanatkârlar zamanla loncalar halinde teşkilatlanmışlardır. Lonca mensupları sıkı bir hiyeraşi ile loncaya bağlanmıştı. Gedik sahibi ölünce dükkân veya imalathane veya ona ait iş yeri o işin başında bulunmak, çalışmak şartıyla evladına kalırdı. Eğer evladı yoksa ya da oğlu o işi yapmak istemeze o durumda gedik devlete kalmış sayılır ve lonca tarafından layık görülen bir kalfaya devrolunurdu. Dükkânda veya işyerinde kalan mal ve eşyaların bedeli oğluna ödenir ve sonrası o işyeri lonca gözetiminde devrolunurdu.

    Her loncanın “piri” adı ile bir reisi vardı. Güvenlik amiri olarak bir yiğitbaşı vardı.  Her loncanın hükümetle olan münasebetini temin eden bir kâhyası veya kethüda”sı vardı. Bunlar memuru olduğu loncanın idari ve mali işleriyle ilgilenir devletle olan ilişkilerini düzenler bazı suistimal varsa onunu üzerinde durarak çözümünü sağlardı.

    Her loncanın bir tasarruf sandığı vardı. Lonca mensupları; gedik sahibi, kalfası, çırağı, ustası ve amelesi kazancından yevmiyesinden yüzde bir veya iki bu sandığa belirli bir para yatırmaya mecburdu. Herhangi bir felaket karşısında veya kendisine işletme izni alınacağı zaman parası yetişmezse sandık borç verirdi. Kethüdaların yevmiye hesabıyla alacakları da bu sandıktan ödenirdi. Eyer başlı başına bir sandık idare edemeyecek kadar az iseler o zaman daha kalabalık bir esnaf loncasına “yamak” adıyla bağlanırdı.

     Mukataa (İltizam) Sistemi:

     Devlete ait mukata denilen işletmeler (maden,orman,tuzla vb.) 3 yıllığına mültezime kiraya verilirdi. Bu kesin değildi ve devlet süre dolmadan bundan daha yüksek bir bedel ödeyen birisi çıkarsa başka bir girişimciye verebilirdi. Mukataa sistemiyle devlet peşin olarak vergi tahsil etmişse de mültezimin vergi kaynağını ne kadar bir süre ile kontrolü altında tutabileceği belirgin olmaması mukataanın mültezim tarafından aşrı ölçüde sömürülmesine yol açmıştır.

     Malikane Sistemi:Bu sistemde mukataa malikaneciye ömrü boyunca kiralanmıştır. Buna karşılık grişimci devlete iki ayrı ödeme yapmıştır. İlk ödeme bir defaya mahsus oldukça yüksek ödemede bulunmuştur. İkincisi ise daha az olup yılda bir defa alınan vergiydi. Bu sisteme en çok yatırım yapanlar devletin ileri gelenleri elit zümresiydi.  Askeri sınıf olarak bilinen bu zümrenin mülkiyet hakları çok sınırlıydı.

     Esham:1774’te Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Ruslara yenilen Osmanlı Devleti Savaş Tazminatı ödemek zorunda kalmıştır. Bunun için 1775’te esham adı verilen senetler piyasaya sürülerek iç borçlanma süreci başladı.  Bu durum Mu mukataaların yıllık kârlarının paylara ayrılarak satılması işlemiydi. Malikâne sistemi zamanla ayanlığın ve sonrasında toprak ağalığının (büyük toprak sahibi) ortaya çıkmasına neden oldu.

      Merkantalizm: XVI. Yüzyılın ortasından XVII yüzyılın sonlarına kadar Batı Avrupa’da etkili olmuş bir ekonomik anlayıştır. Bu anlayışa göre bir ülkenin zenginliği sahip olduğu altın, gümüş gibi değerli madenlerin miktarıyla ölçülebilir. Bu anlayışa göre yönetim ekonomide:

-korumacı bir rol üslenmeli,

-ihracat desteklemeli

-ithalat sınırlandırmalıdır.

    Narh Sistemi

    Osmanlılarda klasik dönem Osmanlı ekonomisinin temeli narh sistemi üzerine oturtulmuştur.

     Narh sistemi; fiyat ayarlamasının devlet eliyle yapılmasıdır. Bu fiyat ayarlaması oluşturulan bir komisyon tarafında yapılırdı. Komisyon üyeleri; kadıların başkanlığında şeyh, kethüda, yiğitbaşı, ehli hibre gibi yönetici ve uzmanlarıyla halkın temsilcilerinden oluşuyordu. Narh uygulamasında temel ölçü, arz ve talep şartları olup tekelci eğilimlerin önlenmesine yönelik bir uygulamadır.

    Kuraklık, ulaşım zorlukları, harp, abluka vb. sebeplerden dolayı üretimin azalması sonucunda arzda bir daralma olduğunda narh fiyatları yükseltir, arzın genişletilmesi durumunda narh fiyatları düşürürdü.

     Narh sisteminde, toptancı ve perakendeci için ayrı ayrı fiyatlar tespiti yapılmaktaydı.  Toptancıların hem dükkân açıp hem de perakendecilik yapması yasaktı.

· Tespit edilen ürün standartları kadı siciline işleniyordu. Ülkenin uzak bölgelerinde standartlara uyulması; ölçü ve tartı araçlarının damgalattırılması istenirdi. Kaliteyi bozanlar ve mesleklerinde ehliyetsiz olanlar takip edilerek cezalandırılırdı. Yine kaliteli mal üretimi için esnafın kredi kullanmamaları ve öz sermayelerini artırmaları istenirdi.

· Fiyat ve kalite denetiminde bizzat esnaf teşkilatının iç denetimi önemlidir. Denetimler; muhtesip, kadı, sadrazam ve padişah tarafından yapılırdı.

D İ Ğ E R   K O N U L A R

Video Ders öğrenmek için tıklayın

1. Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi Konuları

2. Osmanlı Devleti

 

Google+ WhatsApp