İsrail'in Kurulması ve Arap - İsrail Savaşları
İsrail Devleti'nin Ortadoğu'un Göbeyi Filistin'de kurulması bölgeyi çatışma alanı haline getirdi.
ORTADOĞU'DAKİ BAĞIMSIZLIK HAREKETLERİ:
I. Dünya Savaşı'ndan yıpranarak çıkan Avrupa devletleri, Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine karşı koyamadılar. ABD, SSCB ve Nazi Almanyasından gelen tehditler, İngiltere ve Frannsa'nın hareket alanını daralttı.
Sömürgeci devletlere karşı ayaklanan Orta Doğu halklarına bazen geleneksel yöneticiler, bazen de okumuş seçkinler liderlik yapıyordu. 1930'ların ekonomik bunalımıyla ortaya çıkan toplumsal huzursuzluklar muhalefet liderlerine halk desteğini artırdı. Bu şartlar sömürgeci devletlerin bölgedeki gücünü zayıflattı.
Avrupa devletlerinin içinde bulunduğu durumdan yararlanan Orta Doğu'daki halklar bağımsızlıklarını kazandılar ve buralarda monarşi yönetimleri kuruldu. Bağımsız olan ülkelere asgari ölçülerde kendi kendini yönetme hakları tanındı. Birçok Müslüman ülkede milliyetçi ve modernleşme yanlıları iktidara geldi.
Not: Müslüman toplumlarda bağımsızlık sürecinde Batı karşıtlığı artmıştır. Bu arada sosyalist bloktan gelen destek; Mısır, Suriye ve Irak gibi bölge ülkelerinin sosyalist blokla ilişkilerinin gelişmesini sağlamıştır.
1. Büyük devletler tarafından gelişmekte olan ülkeler grubuna alınarak Doğu ve Batı Bloklarının dışında tutulmuşlardır.
2. Günümüzde siyasi ve kültürel bakımdan önemli bir güç olmaktan uzaktırlar.
3. Sömürgeci devletlerin dillerinin hakimiyetinde kalmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında yönetici zümrenin Batılı dilleri benimsemeleri etkili olmuştur
4. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmalarına rağmen ekonomik yönden gelişemeyen halk bu zenginliklerden faydalanamamıştır.
5. Etnik ve dini parçalanmışlık yaşamaktadırlar. Bu parçalanmışlık manda yönetimlerinin mirasıdır. Etnik ve dini kaynaklı sorunlar bölge ülkelerinde günümüze kadar süren iç çatışmalara sebep olmuştur. Bu durum ülkelerin siyasi, ekonomik kültürel gelişmelerini engellemiştir.
İsrail Devleti'nin ABD ve İngiltere'nin öncülüğünde Filistin topraklarında kurulması Orta Doğu o günden bugüne çatışma ve savaşların doğmasına neden oldu.
İngiliz mandası altındaki Filistin'de bir Yahudi devleti kurma çalışmaları XIX. yüzyıl sonlarında başladı. ilk siyonist kongre 29 Agustos 1897'de İsviçre'nin Basel şehrinde toplanmış ve Yahudilerin Filistin'de bir yurt edinmesi kararı alınmıştı.
Tarihi Gelişim Sürecinde Yahudi Devletinin Kurulma Hikayesi:
Yahudilere; Hz. Zekerya, Hz Meryem, Hz. İsa dönemlerinde Filistin'de karışıklık çıkardıklarmışlardır. Roma Devleti egemenliğinde de çıkardıkları karışıklıklar nedeniyle bu topraklardan Roma valisi tarafından sürülmüşlerdi. Burdan sürülen Yahudilerin bir kısmı kaçarak Hazar Türklerine sığınmıştır. Romalıların bu sığınmacı Yahudileri geri istemesi üzerine Hazarlar Romalıların isteklerini reddedince Hazarlar ile Doğu Roma arasında savaş sıçmıştı. Yahudilerin bir kısmı ise Medine'ye yerleşmiştir.
Medine'ye yerleşen Yahudiler, Bedir, Uhut ve Hendek savaşlarında müşriklerle iş birliğine girmeleri nedeniyle buradan sürüldüler. Medine'den sürülen Yahudiler sonra Hayber'e yerleştiler. Burada da rahat durmadılar. Müşrikleri, Mekkeli Müşrikleri, Sasanileri ve Doğu Roma'yı çiçeyi burnunda yeni kurulan Medine'deki İslâm Devleti üzerine kışkırtıyorlardı. Bu dönemde Sasani-Bizan ve Türkler arasında savaş olduğundan her iki devlet de bu isteklere kayıtsız kalmışlardır. Bu durumda Miladi 629 yılında Hayber, Hz. Ali'nin komutasındaki İslâm orduları tarafından alınarak yahudiler bu topraklardan da sürüldüler. Burdan sürülen Yahudiler Kudüs'e giderek ora yerleştiler. II. Halife Hz. Ömer döneminde İran ve Filistin feth edildi. Bu tarihten itibaren Müslümanların egemenliğinde yaşamak zorunda kaldılar.
XI. ve XII. yüzyılda haçlı saldırılarından nasiplerini aldılar. Haçlı saldırıları sırasında Yahudiler de müslümanlar ile birlikte katledildiler. Kudüste Hristiyan Krallık kuruldu. Yahudilerin ileri gelenleri bu dönemde Haçlılarla iş birliğine girerek Müslümanlara karşı ortak ittifak oluşturdular.
Eyyübiler tarafından 1187 Hittin savaşında Kudüs'te Kurulan Krallık ortadan kaldırıldığında Yahudilerin bir kısmı da buradan sürüldüler. Kudüs'ten sürülen Yahudiler bundan sonra dünyanın bir çok yerine dağıldılar. Ama inançları gereği gittikleri yerlerde erimediler inançlarını korudular. Özellikle İspanya'ya yerleştiler. Bu tarihten sonra II. Dünya savaşı yıllarına kadar Yahudiler ile Müslümanlar arasında pek savaş olmamıştır. Miladi 711 tarihinde İspanya'da kurulan Endülüs devleti yıkıldığında bu topraklardaki Yahudiler de müslümanlarla birlikte katledilmeğe başladılar. II. Beyazıt bir donanma göndererek Yahudileri Osmanlı topraklarına (Selanik, İzmir) gibi yerlere yerleştirmiştir.
İsrail Devleti'nin Kuruluşu:
Filistin, Osmanlı topraklarında yer alıyordu. Bu yüzden Dünya Siyonist Örgütü Başkanı Teodor Herzl, Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine karşılık II. Abdülhamit'e Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını ödemeyi teklif etti. Ancak II. Abdülhamit toprakların millete ait olduğunu belirterek Teodor Herzl'in teklifini kabul etmedi. 1914 yılına gelindiğinde Filistin'de izinsiz olarak kurulan Yahudi kolonilerinin sayısı 46'ya ulaşmıştı.
I. Dünya Savaşı sırasında ABD Başkanı Wilson nun Yahudi sorununu benimsemesi İngiltere'yi harekete geçirdi. ingiltere Dışişleri Baakanı A. James Balfour, 2 Kasım 1917 de Siyonist Federasyonu Başkanı'na gönderdiği mektupta İngiltere’nin Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmiştir. "Balfour Deklaarasyonu" adını alan bu belge Yahudi Devletinin kurulması sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır. Bu tarihten itibaren Yahudiler, I. ve II. Dünya Savaşı yıllarında büyük kitleler halinde Filistin'e göç etmeye başladılar.
İngiltere, Filistin'deki durumun daha kötüye gitmesini önlemek için 1939 yılında, Filistin'e yapılacak Yahudi göçlerini çok sınırladı. Fakat bu sefer Avrupa'nın çeşitli yerlerinden Yahudiler Filistin'e kaçak olarak girmeye başladılar. Bu kaçak göçleri Haganah adlı gizli bir teşkilat organize ediyordu. Filistin'deki İngiliz kuvvetleri bu kaçak göçleri önlemeye çalışınca İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda Irgun adlı Yahudi tedhiş teşkilatı aktif bir rol oynamakta idi.
II. Dünya savaşı biter bitmez ABD başkanı Truman, İngiliz hükümetine başvurarak 100.000 Musevi’nin derhal Filistin topraklarına gönderilmesini talep etti.
Bu gelişmelerin sonucunda,
~ Araplar, İngiltere'nin politika ve tutumuna sert tepki göstermişlerdir.
~ Araplarla Yahudiler arasında çatışmalar başlamıştır.
~ Filistin'e Yahudi göçü devam etmiş, bölgede 1882'de 35.000 olan Yahudi nüfusu, 1939 yılı sonlarında 463.535'e ulaşmıştır.
İngiltere bir süre uğraştıktan sonra, Filistin'den yakasını kurtarmaya karar verdi ve 2 Nisan 1947 de meseleyi Birleşmiş Milletlere götürdü. Meseleyi ele alan Genel Kurul, iki haftalık müzakerelerden sonra, Filistin meselesine bir çözüm bulması için bir özel komisyon kurdu. Bu komisyona büyük devletler sokulmamıştı.
B.M. Filistin Komisyonu, 16 Haziran-24 Temmuz tarihleri arasında bizatihi Filistin'de yaptığı incelemelerden sonra, Ağustos ayında raporunu yayınladı. Bu raporda Komisyon, oybirliği ile, Filistin'in bağımsızlığını teklif ediyordu. Lakin bu bağımsızlık nasıl olacaktı?
Bu noktada Komisyon ikiye ayrıldı. Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay’ın desteklediği çoğunluk teklifine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı. Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olmalıydı. Hindistan, Yugoslavya ve İran tarafından desteklenen azınlık teklifine göre de, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen "federal" bir devlet olmalıydı. Yahudiler çoğunluk planını, Araplar ise azınlık planını tuttular. Çünkü Araplara göre, azınlık planı veya teklifi, Filistin'in toprak bütünlüğünü korumaktaydı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 27 Kasım 1947'de, Filistin Komisyonunun çoğunluk teklifini benimsedi ve 13 aleyhe ve 10 çekimsere karşı, 33 oyla Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında taksimine karar verildi. Fakat karara göre, Filistin'de kurulacak Yahudi ve Arap devletleri arasında bir ekonomik birlik kurulacak ve Kutsal Kudüs şehri de milletlerarası statüye sahip olacaktı.
Genel Kurulunun taksim kararı bütün Arap dünyasında tepki ile karşılandı. Arap ülkeleri 17 Aralık 1947 de Kahire'de yaptıkları toplantıda, Filistin'in taksimi kararını önlemek için savaşa gitme kararı aldılar.
B.M. kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948'den itibaren Filistin'deki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948'den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün önce de, David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti.
İsrail Devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıstan itibaren İsrailin üzerine yürümeye başladılar. Birinci Arap-İsrail savaşı başlamıştı. İşin ilginç tarafı, Amerika yeni İsrail devletini 14 Mayıs günü tanıdığı halde, Sovyet Rusya Arap İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı. Yani Sovyetler açıkça Araplara karşı cephe almıştı.
1948-49 Arap-İsrail Savaşı bir yıl kadar sürdü. İsrail‘in ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en iyi savaşanı Ürdün ordusu oldu.
Nekbe Günü: Büyük Feleket Günü
Nekbe Günü; büyük felaket, anlamına gelir.
Nekbe günü 470 Filistin kentine saldırıldı, 700000 kişi mülteci oldu. Siyonist çeteler tarafından Filistin halkına saldırmaya başladığı 7 Mayıs 1948 gününden itibaren 470 Filistin yerleşim yerine saldırıldı ve 15 bin Filistinli katledilmiştir. Can güvenliği nedeniyle, 700 000 kişi mülteci durumuna düşerek vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.
Filistinli Araplar bugünün acısını yaşatmak için her yıl bugünü anarak canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu güne “Büyük Felaket” günü anlamına gelen Arapça “Nekbe Günü” olarak adlandırılmıştır. Filistinlilerin bu günü anmalarındaki gayeleri mültecilerin bir gün Filistin’e geri dönecekleri ümidi ile bu günü canlı tutmaya çalışmaktadırlar.
Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletler de bir ateşkes sağlamak için taraflar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince Arap ülkeleri için İsrail ile ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı. İsrail-Mısır ateşkes anlaşması 24 Şubat 1949 da Rodos'ta, İsrail-Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en Nakura'da, İsrail-Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949 da Rodos'ta ve İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim'de imzalandı. Irak’ın İsrail ile sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konuşulmadı.
İsrail Araplarla yaptığı muharebelerde çok başarılı olduğu için, ateşkes anlaşmalarının çizdiği fiili sınırlar içindeki İsrail toprakları, Birleşmiş Milletlerin taksim kararında kendisine verilenden çok genişti. İsrail Filistin topraklarının hemen hemen dörtte üçünü ele geçirdi. Keza, taksim kararına göre, Kudüs şehri milletlerarası statüye sahip olacağı halde, savaşın sonunda yarısı İsrailin eline geçti, yarısı da Ürdün'de kaldı. 1967 savaşında İsrail Kudüs'ün diğer yarısını da ele geçirecektir.
1948-1949 Arap-İsrail Savaşı’nın Sonuçları:
4 Mayıs1948’de İsail Devleti’nin kurulması Arap milliyetçilerini güçlendirdi. Ardından genel bir Araptaaruzu ile Arap-İsrail Savaşı başladı.l Gerilla mücadelesi şeklinde başlayan daha sonra Mısır; Suriye , Ürdün, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan’ın da katıldığı savaş 1949’da Rodos Adası’nda imzalan ateşkesle son bulmuştur. Savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye katlayarak uluslar arısında tanın sınırlara rulaştı ..,. .
Savaş Filistin'de yaşayan bir milyon kadar arabı yerinden yurdundan etmiş ve bir Mülteciler Meselesi ortaya çıkmıştır.
Arap ülkeleri içinde en kuvvetli orduya sahip olduğu sanılan Mısırın, savaşta en ağır yenilgiye uğrayanlardan olması, Mısır'da monarşinin, yani Kral Faruk rejiminin devrilmesine ortam hazırlamıştır.
Küçük bir İsrail ordusu karşısında beş Arap devletinin askeri gücünün yenik duruma düşmesi, Arap dünyasında "milliyetçilik" duygusunu güçlendirmiş ve bir Arap Milliyetçiliği hareketi ivme kazanmıştır.
Uyarı: Mısır’da Arap İsrail Savaşları’ndan sonra krallık rejiminin zayıflaması Kral Faruk rejiminin devrilmesine ve yerine Cemal Abdün Nasır’ın iktidara gelmesine yol açmıştır. Nasır İktidara geldikten sonra Arap Milliyetçiliğinin liderliğini üstlenmeye çalışmıştır.
Savaşın sonunda barış antlaşması yapılmaması ilerde Arap - İsrail Savaşlarının tekrar çıkmasına ortam hazırlamıştır.
Not: Amerika, İngiltere ve Fransa, 25 Mayıs 1950 de bir Deklarasyon yayınlayarak, Arap ülkelerine ve İsrail’e, ancak bunların iç güvenliklerinin gerektireceği kadar silah satacaklarını ve bunu da, bu silahların başka bir devlete karşı kullanılmaması şartı ile yapacaklarını bildirdiler. Kısacası, Batılılar Orta Doğuya bir silah ambargosu tatbik etmişlerdir.
1967 Arap- İsrail Savaşları:
Bu yılda yapılan savaşlara “6 Gün Savaşları” denir.
Savaşın çıkmasında;
-Filistinlilerin Yahudilerden intikam almak için gerilla faaliyetinde bulunmaları
-Filistin Kurtuluş Ordusu kurularak Ürdün’e yerleştirilmesi
-Filistinlilerin faaliytleri karşısında sert derbirler alan İsrail’in komşu ülkelerdeki Filistin mülteci kamplarına saldırması
-İsrail ile Ürdün ve Suriye arasında çatışmaların yaşanması
Mısır’ın İsrail gemelerinin Akabe Körfezi’ne girmesini engellemesi
durumları savaşın çıkışında etkili oldu.
İsrail’in Mısır’a saldırısı ile savaş başladı.
Altı Gün Savaşları Sonunda;
İsrail, Ürdün sınırını düzelterek bir saldırı anında ikiye bölünme olasılığını azaltmıştır.
İsrail sınırını biraz daha genişletmiştir.
ABD ile Batılı ülkelerin İsrail’i desteklemesi; Arapları SSCB’ye yaklaştırdı.
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE MISIR VE SÜVEYŞ KANALI KRİZİ
23 Temmuz 1952’de Hür Subaylar Komitesi’nin yaptığı askeri darbeyle yarbay Cemal Abdünnasır Mısır’ın yönetimini ele geçirmiştir.
Abdünnasır iktidara geldikten sonra Arap ülkeleri arasında bir kolektif güvenlik paktının, yani bir askeri ittifakın kurulması bir yandan da "İslam Kongresi" adı altında bir birlik kurulması için çalışmaktaydı. Bu gelişmelerle Nasır'ın gerçekleştirmek istediği şey, Doğu ve Batı blokları arasında bir "Üçüncü Blok" idi. Şüphesiz bu Blok'un başında Mısır ve Nasır bulunacaktı. Ancak Bağdat Paktı’nın kurulması Nasır’ın planlarını bozmuştu.
Süveyş Krizi:
Süveyş Krizi Bu kriz, Mısır lideri Nasır'ın Süveyiş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması üzerine çıkmıştır. Mısır'a karşı İngiltere, İsrail ve Fransa gizli ittifak yapmışlar. Süveyş Krizi, SSCB’nin tehdidi ve ABD'nin baskısı yüzünde İngiltere ve Fransa'nın geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır.
Nasır’ın Süveyş’in milletlerarası kontrole bırakılması teklifini reddetmesi üzerine İngiltere, Fransa ve İsrail bir araya gelerek Süveyş’i ele geçirmek için bir plan hazırladı. Bu plana göre İsrail Mısır’a savaş açacak, İngiltere ve Fransa ise taraflar arasındaki savaşa son vermek için bölgeye asker çıkaracak ve kanalı ele geçireceklerdi.
Bu plan gereğince İsrail, 29 Ekim 1956 günü birdenbire Mısıra karşı saldırıya geçti. İngiltere ve Fransa taraflara verdikleri çatışmanın sona erdirilmesi ültimatomunun ardından Akdeniz üzerinden bölgeye asker çıkarmaya başladı.
İngiltere ve Fransa’nın amacı kanalı ele geçirmek ve Nasır’ı iktidardan indirmekti. Bu arada Polonya ve Macaristan Ayaklanmalarını bastırmaya başlayan SSCB İngiltere, Fransa ve İsrail’e savaşın hemen durdurulmasını isteyen mesajlar gönderdi.
SSCB Başbakanı Bulganin aynı gün Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower'a da bir mesaj göndererek, Amerika ve Sovyet Rusya’nın Mısıra ortak bir kuvvet göndererek savaşı durdurmalarını istiyor ve bu savaş durdurulmadığı takdirde bunun Üçüncü Dünya Savaşına gidebileceğini söylüyordu. Amerika ortak kuvvet teklifine şiddetle karşı geldi ve Sovyetler Mısıra asker gönderdiği takdirde Amerika’nın gereken tedbirleri alacağını bildirdi.
Amerikan hükümeti ve kamuoyu İngiltere ve Fransa’nın giriştiği bu saldırıyı tasvip etmemişti. Zaten bu devletler saldırı planlarını hazırlarken, Amerikaya bir şey hissettirmemeye bilhassa dikkat etmişlerdi. Bu sebepten Amerika’nın tepkisi sert oldu. Fransa ve İsrail’e sert bir ihtarda bulunarak Mısır topraklarından çekilmelerini istedi. İki taraftan gelen bu ağır baskılar karşısında bu devletler daha ileriye gidemediler ve Mısırdan çekilmek zorunda kaldılar. Süveyş Kanalı da temizlenerek 1957 Martında dünya deniz trafiğine yeniden açıldı.
1956 Süveyş buhranının en mühim neticesi, şüphesiz, Sovyet Rusya’nın Orta Doğudaki prestijini ve tesirini yok edilmek istenirken daha da artmış olmasıydı.
EİSENHOWER DOKTRİNİ
Eisenhower Doktrini'nin ortaya atılmasında Süveyş Krizi'nin sunucu etkili olmuştur.
ABD özellikle 1956 yılında ortaya çıkan Süveyş krizinden sonra Arap Dünyasında Batılı devletlerin imajının zedelendiğini bunun yerine SSCB’nin prestijinin arttığını anlamıştır.
Bu durumu düzeltmek için Başkan Eisenhower 5 Ocak 1957 de Amerikan Kongresine gönderdiği mesajda Süveyş Krizinden sonra SSCB’NİN Süveyş Kanalına ve Batı'nın Orta Doğu'daki petrol kaynaklarına hakim olarak, bölgeyi siyasi kontrolleri altına almaya ve Batı Bloğuna bu sayede büyük bir darbe vurmaya yakın oluğunu belirtmiştir
Orta Doğu'daki olaylara kayıtsız kalmayan ABD, bu bölgeyi çok önemsiyor ve kendi denetiminde tutmak istiyordu. Bu durum Eisennhower Doktrini'nin açıklanmasında önemli rol oynamıştır.
İsrail’le Gazze’de başlayan çatışmaları üzerine Mısır ABD ve İngiltere’den silah satın almak istemiş ancak bunun reddedilmesi nedeniyle bu defa Çekoslavakya üzerinden SSCB’den silah satın alma yoluna gitmiştir.
Bu durum Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından tepkiyle karşılandı. Bu arada Mısır için çok önemli bir proje olan Asvan Barajı için ABD ve Dünya Bankasından istenen kredi teklifinin Amerikan Senatosu tarafından engellenmesi Süveyş Buhranı’nı başlattı.
1956 yılında Nasır, yıllık 100 milyon dolar geliri olan İngiliz - Fransız ortaklığındaki Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etti.
Bunun üzerine olaya Macaristan İhtilalleri’nden yüzünden SSCB’nin çok fazla müdahil olmadığını gören ABD, İngiltere ve Fransa, Süveyş’in Mısır’ın kontrolünden çıkarılması için birçok girişimde bulundu ancak başarılı olamadı.
Eisenhower Doktrini'nin açıklanmasında,
-ABD'nin, İngiltere ve Fransa tarafından boşaltılan Orta Doğu'da doğacak siyasi boşluğu doldurmak istemesi
Süveyş Krizi'nde Araplardan yana tavır koyan SSCB'nin bölgede taraftar bulması ve Batı karşıtlığının artması
-ABD'nin, Orta Doğu'nun SSCB'nin kontrolüne girmesini önlemek ve bölge halkını kendi yanına çekmek istemesi gibi nedenler etkili olmuştur.
ABD başkanı Eisenhower, 5 Ocak 1957'de kongreye bir mesaj gönderdi. Bu mesaj Eisenhower Doktrini adını almıştır.
Eisenhower Doktrininin yayınlanması sonucunda;
-ABD Orta Doğu ilişkilerini geliştirmiştir.
-ABD ile SSCB ilk defa orta Doğu’da karşı karşıya gelmiştir.
-Orta Doğu ikiye ayrılmış; Türkiye, Pakistan, Lübnan, Yunanistan, Irak, Afganistan, Libya, Tunus, Fas, İsrail, Suudi Arabistan bu doktrine olumlu tepki vermiş. Suriye, Mısır, Ürdün ise olumsuz ise olumsuz tepki vermiştir.
Eisenhower Doktrini’nin amacı: Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapmak, bu ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi halinde Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması için izin almak ve her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekti.
ÜRDÜN BUHRANI
Ürdün Kralı Hüseyin, Mısır ve Suriye ile birlikte Eisenhower Doktrinine ilk karşı çıkanlar arasında yer almakla beraber, bu doktrinden ilk faydalanmak isteyen kişi kendisi oldu.
1948-1949 Arap-İsrail savaşı sırasında Filistin'den kaçan bir milyona yakın Filistinli Arap’tan yarım milyon kadarı Ürdün'e sığınmıştı ve bunların büyük çoğunluğu hararetli Nasır taraftarı idi. Nasır'ın Filistin'i tekrar kendilerine kazandıracağına inanıyorlardı.
Durum bu şekilde iken Ürdün'de 1956 Ekiminde yapılan seçimleri Nasırcılar kazandı ve Başbakanlığa Nabulsi geldi. Kral Hüseyin ile Başbakan Nabulsi arasında ilk günden başlayan sürtüşme, 1957 Nisanında tam bir çatışma içine girdi. Nabulsi, sol eğilimli Genelkurmay Başkanı Ali Abu Nuvar'la işbirliği yaparak Amman üzerine tank birlikleri sevketmeye hazırlanırken, Kral tarafından Başbakanlıktan düşürüldü. Kral Hüseyin Nabulsi'yi bertaraf ederken, Amerika'nın ve Suudi Arabistan'ın da desteğini sağlamıştı.
13 Nisan’da krala bağlı kuvvetlerle sosyalist subaylar arasında çatışmalar başladı. Olaya Mısır ve Suriye’nin de dahil olması Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’nın Suriye’ye kaçması üzerine halk sokaklara döküldü ve grevler başladı.
Gelişmeleri endişe ile takip eden Amerika bütün ağırlığını Ürdün'ün yanına koydu. Amerika, bir yandan "Ürdün’ün bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü hayati ehemmiyette telakki ettiğini" bildirirken, öte yandan da Akdeniz'deki Amerikan VI. Filosu 25 Nisanda Beyrut açıklarında demir atıyordu. İsrail’e de fırsattan yararlanmaması hususunda uyarıda bulunulmuştu.
Irak ve Suudi Arabistan da Ürdün'ün yanında yer aldılar. Hatta Irak hükümeti yayınladığı bir bildiride, Ürdün'de krallık rejiminin yıkılması halinde, Irak'ın Ürdün'e asker sokacağını açıkladı. Arap dünyasının üç monarşisi sıkı bir dayanışma içine girmiş bulunuyordu. Bu dayanışma Amerika'nın desteği ile birleşince, Kral Hüseyin karışıkları ve ülkesine yönelen tehlikeyi bertaraf etmeye muvaffak oldu ve iç kriz de böylece kapandı. Böylece Ürdün Eisenhower Doktrini’nden yararlanan ilk ülke oldu.
YUMUŞAMA DÖNEMİ
FİLİSTİN SORUNU VE ORTA DOĞU BARIŞ GÖRÜŞMELERİ
BM. 29 Kasım 1947’de Filistin topraklarını paylaştırmış Kudüs uluslar arası statüye tabi tutulmuş ve 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kurulmuştu. Filistin halkı çıkan İsrail-Arap savaşlarında mülteci konumuna düştü. Filistin topraklarını kurtarmak için İsrail’e karşı çeşitli örgütler kuruldu. Bu örgütler 1962’de silahlı mücadeleyi organize ederken aynı zamanda İsrail ile çatışmaya girdiler. 1964’te etkin olmaya başlayan bu silahlı Filistinli Arap mücahitler 1967 Arap İsrail savaşlarında Barı Şeria ve Gazze Şeridi’nin İsrail’in eline geçmesiyle insan kaynaklarının büyük kısmını kaybettiler. Ve burada Yaser Arafat önderliğinde Filistin Kurtuluşu Örgütü (FKÖ) altında birleştiler.
Camp David Antlaşması ile Sina Yarımadası′nı Mısır′a geri veren İsrail, işgal altında tuttuğu topraklardan da geri çekileceğini açıkladı. Ancak 1982′de güvenlik gerekçesiyle Lübnan′ı işgal etti ve Beyrut′u kuşattı. Filistinli direnişçileri yok etmeyi hedefleyen İsrail, Eylül 1982′de Sabra ve Şatilla katliamlarını geçekleştirdi.
1987′de İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze′de Filistinliler tarafından "İntifada" olarak adlandırılan direniş başlatıldı. Arafat liderliğindeki FKÖ′nün İsrail′e yönelik yumuşak tutumu nedeniyle Filistin halkı HAMAS’ın etrafında örgütlenmeye başladı.
Oslo Barış Süreci
ABD′nin de baskısıyla taraflar arasında Ekim 1991′de İsrail ilk defa yüz-yüze FKÖ lideri Yaser Arafat ile görüşme yaptı. Yapılan Madrid görüşmelerinde İsail Filistin’i, Filistin de İsraili tanıyacaktı. Ama İsrail BM kararlarını hiçe sayarak bu sözünde durmayarak zaman Arapların oturduğu evleri boşaltarak kendisi için yerleşim alanları oluşturmaktadır. 13 Eylül 1993 tarihinde varılan uzlaşma ile İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Arafat Oslo Antlaşması′na imzaladı. İsrail, FKÖ′nü Filistin halkının yasal temsilcisi olarak tanıdı.
ABD′nin baskıları ile varılan anlaşma, Filistin ve İsrail′de tam olarak benimsenmedi. İsrail Başbakanı İzak Rabin, 4 Kasım 1995′te aşırı bir milliyetçi Yahudi tarafından öldürüldü. İktidara gelen aşırı sağcı Netenyahu, Rabin′in verdiği sözleri yerine getirmedi.
Filistin tarihinin ilk genel seçimi 20 Ocak 1996′da gerçekleşti. Seçimi kazanan FKÖ lideri Arafart, devlet başkanı ilan edildi. 1999′da dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak barış anlaşmasının hazırlanması ve imzalanmasını ilke olarak kabul etti.
Şaron ve II. İntifada
İsrail′de yeni başbakan Ehud Barak′ın Kudüs′te İsrail ve Filistin′e ait iki başkent olabileceğini açıklaması, tarihe "Beyrut Kasabı" olarak geçen muhalefet lideri Ariel Şaron′u harekete geçirdi. Yüzlerce askerle 28 Eylül 2000′de Kudüs′te Haremi Şerife (Mescid-i Aksa) giren Şaron′un ziyareti ortalığı karıştırdı. Bu olaya tepki gösteren Filistinliler "II. İntifada"yı başlattı.
Çatışmalar kısa sürede yayıldı.
Seçimlerde zaferle çıkan Şaron başbakan olduktan sonra Filistinlilere karşı daha sert politikalar izlemeye başladı.
İsrail, 29 Mart 2002′de Arafat′ın karargahının bulunduğu Ramallah′a girdi ve Filistin yönetim birimleri ve Arafat kuşatma altına alındı.
2000′li yıllarda ön plana çıkan HAMAS, 2006′da Filistin genel seçimlerini kazanarak hükümeti kurdu. Ancak Hamas hükümeti, 2004’de Yaser Arafat’ın ölümü üzerine yerine geçen Filistin lideri Mahmud Abbas tarafından feshedildi. Bu nedenle Filistin ikiye bölündü. Bugün Filistin fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. Gazze Şeridi HAMAS′ın, Batı Şeria ise El Fetih′in denetimi altındadır.