Hikâye; İhanet

Hikâye; İhanet

Burada anlatılanlar gerçek hayattan alınmış biyografidir. Anlatılanların aynısı sadece isimler değiştirilerek yazılmıştır. Cemal'ın aç gözlülüğü ona ölüm getirdi.

Cemal; Köyden İstanbul’a gelmişti. Kendisinden iki yaş küçük olan kardeşi Almanya’da işçiydi. Almanya’daki kardeşinin  yardımı ile İstanbul’da kendisine bir arsa aldı. Arsaya bir gece kondu yaptı. Başını sokacağı bir evi vardı, bir gecekondusu vardı. İyisiyle kötüsüyle geçinip gidiyordu.

Almanya’daki kardeşi yengesiyle birlikte bir gün Türkiye’ye -İstanbul’a- gelmişti. Kendisini ziyarete geldi. Hal hatır sordu sonra hazırlanan sofraya oturarak yemek yediler. Sonra dinlendiler, yol yorgunluklarını attıktan sonra İstanbul’u gezdiler. Akşam oldu eve geldiler ve bir süre sonra yorgunluktan uyudular. Birkaç gün sonra  eşi dostu akrabayı ziyaret etmek için Iğdır’a gidecektiler.   Yıllardı memleketlerine gitmemişlerdi. Alman’ya’da karı-koca işçi olarak çalışıyorlardı. Almanya’da kredi çekmiş ve İstanbul’da dükkân alıp kiraya vermişlerdi. Bu dükkân’ın kredisi daha o yıl yeni bitmişti.

Ağabeyi Cemal o gece sabaha kadar kardeşini nasıl ikna edebileceğinin planlarını yaptı. Nihayet sabah olmuş kahvaltı hazırlanmıştı. Birden bir ses duydu.

-Ağabeyi kahvaltı hazır buyurun sofraya.

Bu Almanya’dan gelen yengesinin sesiydi kahvaltıya çağırıyordu. Dışarı çıktı ibriği aldı eline ki bir ses duydu.

-Ağabeyi bana ver ibriği.

Başını kaldırdığında Almanya’dan gelen kardeşi ile göz göze geldi. Kardeşi ibrikle suyu döktü o da ağabeyi olmanın gururuyla elini ve yüzünü yıkadı. Sonra, dudağını büzerek biraz da gururlu bir ses tonuyla;

- “Az hele havluyu getir!” dedi.

Yenge hanım avluyu uzatarak "Buyurun ağabeyi." dedi  Ağabeyi olmanın gururuyla elini yüzünü bir güzel kuruladı.

Sofraya oturdular. Sofradan neler yoktu ki. Çok zengin çeşitler vardı. Çünkü Almanya’dan gelen yenge hanım yiyenlerini alarak markete gitmiş kahvaltılık için ne gerekliyse almıştı. Hayatlarında ilk defa bu kadar çeşit içeren bir sofrada kahvaltı yapıyorlardı.  Genel olarak günlük sabah kahvaltılarını Çay, peynir ile yapardı. Ama bugün ne yoktu ki; patates kızartması, salatalık, domates, zeytin, tereyağı, bal, çikolata.  İnsan bir teşekkür eder yenge hanıma ama içinden gelmedi yenge hanıma teşekkür etmeyi. Çünkü yenge hanımı hiç sevmiyordu. Onu defalarca ağabeyi olarak kardeşinden yengesini boşatmak istemiş ama bunda bir türlü başarılı olamamıştır.

Yenge hanım ise çok içten, çok cömert ve bir o kadar da saygılıydı. Tüm bu yapılanlara rağmen onun geçmişte kendisine yaptıklarını unutmuş eşinin kocasının hürmetine ona bir baba endamıyla hürmetini asla eksik etmemişti.

Kahvaltıya nihayet başlanmıştı ve birden gür bir ses duyuldu. Bu ağabeyi Cemal’in  sesiydi.

-Ya diyorum ki Mehmet, bu gecekonduyu yıkıp bir ev yapalım.

Mehmet cevaben;

-Nasıl olacak.

-Sen dükkânı sat onun parasıyla bir ev yapalım.

Yenge hanım söze karıştı.

-Daha ağabeyi kredimiz yeni bitti. Bu yüzden kaç yıldı tatile bile çıkamıyorduk. Ben ve kardeşin hem işte çalışıyoruz hem de akşam işinde çalışıyoruz.  Bir dükkân parasıyla bir apartman dikilir mi? 

-Allah kerim. Ağır ağır temelini atalım inşallah bitiririz.

Nihayet kardeşini ikna eder ve kardeşi Mehmet:

-Ben Iğdır’a gidiyorum, ben dönene kadar müşteri bul ben dönüşte satıp parasını sana vereyim sen de ağır ağır inşaatı başlatırsın. 

Nihayet, tatil dönüşünde dükkânı satar ve ağabeyi Cemal’a verir. Almanya’ya döner. Para yetmez tekrar kredi çeker gönderir. Apartman iki yılda tamamlanır. İki yıl sonra Mehmet ile eşi Türkiye’ye tatile gelir. Artık İstanbul'da bir evleri vardı. Hem de beş kat. Mehmet’in düşüncesinde bu apartmandaki dairelerin yarısı kendisine yarısı da ağabeyi Cemal’a aitti. Arsa parasını, ve apartmanın yapılma parasını kendisi göndermişti ama olsun ağabeyi de inşaat işçilerinin başında durmuş yaptırmıştı. Olsun bir şey olmaz kendi kardeşiydi yarısı da ağabeyisinin olsun diye kendi kendisine düşünerek karar vermişti. 

Havaalanına uçakla indiler, sonra bir taksiye bindiler. Taksici nere dedi, Halkalı’ya dedi. Adresi zaten biliyordu, yolu tarif etti, taksici denilen adrese sürdü. Yere indiler, bavullarını aldılar sonra başlarını kaldırıp apartmana baktılar. İçlerinde Allah’ım sana şükür artık bizim de bir evimiz var dediler. Zili bastılar, yiyen kapıyı açtı. Buyurun amca dedi. Görüşme pek soğuk karşılandı. Ne dense iki yıl önceki ağabeyi değildi.

Ağabeyisi daire ve katları kiraya vermişti. Sadece ikinci katı boştu. O boş olan yere birlikte giderek baktılar. Kardeş Mehmet:

-Bu kata da biz yerleşelim.

Cemal:

-Gür bir sesle yok ora kendim yerleşeceğim!

Yenge hanım söze karıştı, “Biz geldiğimizde nerde kalalım? Biz istiyoruz ki geldiğimizde kendimize ait evimiz eşyalarımız olsun.

Ağabeyi:

- Hayır siz geldiğinizde bizde kalın. Daha borcumuz bitmedi burada borç ödüyoruz.

-Bu nasıl olur ağabeyi bize borcumuz tam bitti, demiştiniz. 10 bin mark da size elden gönderdik. Şimdi bu borçta nerden çıktı?

Ağabeyi nihayetinde kardeşi Mehmet’i ve yenge hanımları oyalar onlar Almanya gitme zamanları gelir. Bavullarını hazırlarlar.

Kardeş Mehmet ağabeysini bir odaya çağırır ve ona:

-Ağabeyi ben anlamadım parayı ben verdim, arsayı ben aldım, dükkânı sattım parasını sana verdim. Yetmedi kredi çekerek yine sana para verdim. Benim burada hakkım ne onu sen bana söyle.

-Senin hakkın mı?

-Bu apartmandaki dairelerin yarısı benim onların yarısını benim adıma çevir.

-Ama bunun için bir sürü para lazım. Daha borcu yeni bitmiş.

-Ne kadar masraf tutar.

-Sen hele bir Almany git, ben tapuya gider, ne kadar masraf çıktığını öğrenir sana telefonla bildiririm.

Nihayet Mehmet Bey karısıyla Almanya’ya geri döner. Mehmet abesini telefonlar arar, fakat Cemal Almanya’daki kardeşini hep oyalar durur. Sonunda 5 bin dolar  tutacağını söyler. Kardeşi uçağa atlar gelir Ağabeyi al getirdim der, gidelim benim adıma çevirelim der. Ağabeyi Cemal kardeşinden bu 5 bin doları alır ama yine adına çevirmez. Tekrar oyalar zaman dolar ve kardeş Mehmet Almanya’ya geri döner.  Ertesi yıl tekrar izine gelirler, fakat ağabeyi bir türlü evin dairelerini kardeşinin üzerine çevirme işine yanaşmaz çeşitli bahaneler ileri sürer. Yenge hanım işe karışır.

-Ya ağabeyi hiç olmazsa bu apartmanın iki dairesini bize verin biz Türkiye’ye geldiğimizde başımızı sokacak bir yerimiz olsun. En azından bir dairesini bile verseniz ona bile razıyız. Ağabeyi bunu kabul etmez ve onları Almanya’ya gönderir. Çok üzgün bir halde Almanya’ya geri dönerler.

Bir gün Cemal’ın ayağına çaydanda kaynamakta olan su dökülür ve ayağı yanar. Su akşam saatlerinde dökülmüştür, hemen doktora gitmezler. Sabah gideriz der ve sabah olur ki Cemal’ın tüm vücudu suçiçeği çıkarmış gibi kabarcık kabarcık olmuştur.  Hemen doktora götürürler. Doktora durumu anlatırlar. Doktor mayna yapar ve bunu eve götürün bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Bunun ayağı kangren olmuş ayrıca iltahap tüm vücuduna yayılmış. Ayağının kesilmesi gerekir. Ama ayağını kesilse bile kurtaramayız, çünkü iltihap tüm vücuda yayılmış

Cemal’ı eve kaldırırlar. Cemal bu halde kendi kendine; bu neydi bu başıma gelenler diyerek kara kara çaresizlik içinde düşünür. İki 3 önce biricik kızı kanserden öldüğünde 21 yaşındaydı.   Bir hafta içinde vücudundaki bu kabarcıklar ve yaraların tamamı vücuda yayılar ve pis koku eve yayılır ve bir süre sonra ölür.

    

Google+ WhatsApp