Bilinçaltı Akışı (Roman)

Bilinçaltı Akışı (Roman)

Taşlı, ıslak, daracık kıvrımlı bir sokak; sessiz ve tenha…

Taşlı, ıslak, daracık kıvrımlı bir sokak; sessiz ve tenha… Sokakla beraber beni de bir bilinmezliğe doğru sürükleyen eski evler, yapılar… Sokakta kaldırım, evlerde bir tek ışık bile yok. Evlerin o ufak demirli pencerelerinde saksılar, saksılarda çiçekler… Her şey paslanmış, çürümüş. Yürüyorum; bir başımayım. Güneş çoktan batmış olmalı. Sokak lambaları da yok. Her yer, her şey zifiri karanlık. Birden derin bir kör kuyudaymışım hissine kapılıyorum; ürperiyorum, korkuyorum. Oradan bir an önce uzaklaşmak için adımlarımı hızlandırıyorum; hatta koşuyorum. Geçtiğim köşe başlarının hepsinde sessiz ve hareketli gölgeler… Işık yok, gölge var. Sokağın nereye doğru uzandığını, nerede biteceğini kestirmek güç… Duvarlarda gezinen uğultulu lekeler, ben oradan kaçmaya çalıştıkça daha çok kalabalıklaşıyor. Sonra, en sonunda, çıkmaz bir sokağın sonunda buluyorum kendimi. Kördüğüm her şey… Burnuma rutubetli, keskin kokular geliyor. Gerisin geriye kaçmak istiyorum; bir karanlık dehlizin dibinde gibiyim. Kâbustan çok öte korkunç ruhlar hissediyorum etrafımda, ensemde; korku kapanı kalbimin ta içinde. Boynum büküyorum; ölü sokak duvarları, saksılardaki çürümüş çiçekler gibi. Gözlerimi kapatıyorum, önce korkularıma, sonra da kendime yenik; tam da teslim olmuşken kulakları yırtarcasına bir çığlık duyuyorum. Deliler gibi irkiliyorum, sıçrıyorum yatağımdan. Bu duyduğum çığlık kendi çığlığım olmalı; bunu uyandığımda anlıyorum. Kâbusun gerçek değil, bir rüyadan ibaret olduğu gibi. Terler boşanırken bedenimden, bu rahatlama ile serin bir yel geziniyor bağrımda. Artık bir daha uyumamaya karar veriyorum.

Adımlarım istemsizce yavaşlıyor. Geceyi tüketmiş olmalıyım ama sabahın da bana vaat edeceği bir aydınlığı yok gibi. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum; gökyüzünde hareketli, çatışmacı, karanlık bulutlar… Sokağı bitirmek üzereyim, kalabalıklara karışmak üzereyim ama yalnızlık üstüme üstüme geliyor. Bu kalabalıklar içindeki yalnızlık beni ürkütüyor. Vazgeçiyorum; kalabalıklara, meydanlara, açık alanlara, baharlara, dahası yalancı cennetlere karışmaktan. Bilmediğim terkedilmiş başka bir sokağa dalıyorum. Kendi zindanıma gönüllü olarak dönmek gibi bir şey… Kendi içime gömülmek; içimdeki mezara boylu boyunca uzanmak…

Az önce gördüğüm/yaşadığım kâbustan sonra derin uykumdan uyanmıştım oysa gerçekten uyanmış mıydım, bilemiyorum. Hayatın cenderesinde sıkışıp kaldıkça bilmediğim bir yola girmek, tanımadığım kalabalıklara karışmak, yeni keşiflerin heyecanını ve hazzını yaşamak öyle bir alışkanlık oldu ki bende galiba bilinçaltımı, rüyalarımı dahi esir altına aldığının farkına varamıyorum. Anlıyorum, bu benim aşmazım.

Hızlı yağan yağmur tembelleşmeye başlıyor bir süre sonra. Yağmur devam ettikçe daha çok ıslanıyor saçlarım. Saçlarım ıslandıkça kendimden geçiyorum; ırmakları atlıyorum, denizleri arşınlıyorum, dağlara çıkıyorum. Güneşimi arıyorum; hani nerede içimi aydınlatacak nur. En azından bir ışık huzmesi istiyorum. Diz çöküp niyaz ediyorum.

Kendimden başka yeryüzünde hiçbir canlılık yaşamadığına kanaat ettiğim bir anda önümde uçsuz bucaksız bir ova görüyorum. Ovada, yemyeşil tarlalarda, yemyeşil ekinler, saçlarını okşayan serin bir rüzgârla beraber ışıltılı bir denizin dalgaları gibi ahenkle dans ediyor. Ekinlerin ortasından geçen, etrafı dizi dizi ağaçlarla süslenmiş ve sonsuza doğru uzanan toprak bir yolun ucunda, yüzünde ilkbahar sevinçleri beliren, tebessümlerinden çiçekler açan bir adam duruyor. O, ben olmalıyım. Ağır adımlarla yürümeye başlıyorum kollarımı yanlara açarak; bütün bir ovayı kaplayacak, bütün sevinçleri kucaklayacakmış gibi. Göğsümde serin rüzgârlar, gözlerimde yıldızların ışıltısı, burnumda cennet kokuları…

Derin kör kuyulara batırılıp çıkarıldıktan sonra cennet ile müjdelenmek gibi bir şey bu aslında. Rüya veya gerçek… Belki de bilinçaltımın bana oynadığı bir oyunun figüranlığını yaptım. Yanılsama, algı boyutu; bilmem kaçıncı perdeden bir seyir, bir yaşam… Giz dolu bir sırra şahitlik etmek… Bilinç, bilinçaltı ve yeniden keşif… 

                         Abdurrahman Çiçek

 Kaynak: (http://www.memleket.com.tr/bilincalti-akisi-14101yy.htm )

Google+ WhatsApp