Adalet'in Sağlanmasında Düzen ve Disiplinin Önemi
Düzen ve disiplinin bir topluma yerleşmesi herkesin muhtaç olduğu durumdur. Düzen ve disiplinin olmadığı yerlerde adalet aramak boşunadır. Bir insan ister Allah’ı kabul etsin ister etmesin, ister ilahi yasaları beğensin ister beğenmesin bir düzen ve disipline muhtaçtır.
Gayrimüslümlerin ülkelerindeki Müslümanların bile yani Almanya, Japonya gibi ülkelerde yaşayan Müslümanların da bir düzen ve disipline ihtiyaçları vardır ve bundan dolayı bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar buralarda üzerlerine düşen düzen ve disiplini sağlamakla sorumludurlar.
Düzen ve disiplin, insan için yemek ve su gibi ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Düzen ve düzenli olmak insanların ve toplumun temel ihtiyaçlarındandır. İnsanların gerek özel hayatı olsun, gerekse aile ve toplumsal hayatı olsun her nerede ne şekilde yaşıyorsa yaşasın insanın düzen ve disipline ihtiyacı vardır ve insan buna muhtaçtır.
Düzen olmalıdır ki İnsanın istediği; can, mal ve namus güvenliği gerçekleşebilsin.
Eğer düzen yoksa can, mal ve namus her zaman tehlikededir. Bu düzeni oluşturacak şey insanların yasalara uymasıdır. “En kötü kanun bile kanunsuzluktan iyidir.” sözü de bundan dolayı söylenmiştir. Düzeni sağlamak ancak yasalara uymakla sağlanabilinir.
Düzeni kimi zaman da devlet bozar ve kendi milletine karşı adil davranmaz ve düzen bozulur.
Böylece, toplumda düzeni sağlayacak adil kanunların veya yasaların oluşturulamayışı veya yapılan yasaların uygulanmaması toplumdaki düzen ve disiplin kurallarını bozar,ve toplumda kaos yaratır.
Böylesi toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için adımlar atılamaz.
Çağdaş ve ilerlemiş ülkelerin düzeyine çıkmak için toplumu harekete geçirecek faaliyetler göstermez ve devlet kendi toplumuna haksızca davranış sergilerse o toplumda veya o yerlerde düzeni sağlamak çok zor olur.
Kimi zaman da bu düzeni toplum bozar devlete karşı adil olmaz.
yasalara uymaz, kanunları çiğner, devleti yıkmaya yönelik isyan içinde bulunur.
Üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmez, suçluların yakalanmasında ve cezalandırılmasında tembel veya ağır davranır, ilim ve bilim yolunda ilerlemek için tembellik eder ve cahilliği benimser
ilerlemeyi kendine dert edinmez,
fuhşa ve ahlaksızlığa yönelir,
dışarıdaki düşman devletlerin yıkıcı ve bölücü slogan ve eylemlerine kanarak devletine ve milletine karşı düşmanca hareketler sergiler.
Kimi zaman da birey birbirine karşı adil davranmaz,
-birey bireyin hakkını korumazsa o zaman da düzen bozulur ve adalet sağlanamaz.
-Yani herkesin kendi başına adaleti uygulamaya kalkması gibi.
Suçluya herkesin kendi cezasını kendisi vermesi gibi olabilir.
Birey bireye karşı adil davranmazsa, birey bireyin hakkını korumazsa toplumdaki düzen ve disiplin bozulur.
Ve böylece adaletin uygulanmasında birey haklı olsa bile bireyin kendi başına harekete geçerek adaleti kendisinin uygulaması İslâm’ın tasvip etmediği bir davranıştır.
Yani suçluya herkesin kendisinin ceza vermesi gibi bir durumda da adalet sağlanamaz ve düzen bozulur.
Böylesi bir durumda ya da böyle bir toplumda yaşayan bireyin kendi başına hareket etmesi ve yapacağı yanlışlık nedeniyle düzen bozulur.
Mesela diyelim ki biri hırsızlık yapmış ve bunun suçunun karşılığı da yasalarda veya İslâm’da bellidir,
‘hadi gelin bunun cezasını verelim’ demek İslâm’ın tasvip etmediği bir davranıştır ve kimsenin böyle bir şeye hakkı yoktur.
Böyle durumlarda düzen bozulur.
Daha bunlarla ilgili birçok örnekte vermek mümkündür.
Oysa suçluyu yargılamak ve suçluya ceza vermek devletin ve mahkemenin vazifesidir.
Bu, tabiri caizse her cezayı herkes bireysel olarak kendisi verebilir, bu fundamentalizmin bir görüşüdür.
Kökten dinci, radikal Müslümanlar veya aşırı dinciler olarak tabir edilen Fundamentalizm görüşüne tabi olanlar ancak bu tür eylemlerde bulunabilirler ki bu İslam anlayışına göre yanlış bir davranıştır.
Bu gün Ortadoğu’da cereyan eden olayların bir çoğunun temelinde bu anlayış yatar.
Yani hırsıza cezayı ben veririm. Hırsızı gördüğümde veya yakaladığımda hırsızın cezasını veririm, yanlış yapanı gördüğümde bunun cezasını veririm gibi bu tür anlayıştan yola çıkıldığında büyük yanlışlıklar yapılır.
ve geri dönüşü olmayan hatalar işlenir ve toplumdaki düzen bozulur ve adalet gerçekleşmez.
Kur’an’da ki hükümlerin birçoğu devlete yönelik hükümlerdir ,bireye yönelik değildir.
Bu bağlamda diyebiliriz ki; bireylerin ve devletin vazifeleri farklıdır.
Bazen devlet kendi toplumuna karşı şiddet uygular ve kendi toplumunu suçlu görür.
Böyle bir devlete göre, Toplum her zaman devlete köledir. Devlet toplumun efendisidir, devlet kutsaldır.
Mesela Osmanlılardaki devlet anlayışına bakacak olursak; “Devletin yüce menfaatlerini koruma uğruna çocuklar bile öldürülebilinir.
” Toplum devlete köledir, devlet ne isterse toplum onu yapmak zorundadır,
yapmazsa toplum suçludur.
Bu baskıcı bir devlet anlayışıdır ve bu tür bir devlet anlayışında devlet vatandaşı köle gözüyle görür.
Bu gibi durumlarda da, düzen bozulur ve adalet sistemi sarsılır.
Adaletin oluşmasının önündeki en önemli hadiselerden birisi de insanın nefsinden kaynaklanan aç gözlülüğü ve çıkarcı olmasıdır.
Toplumda yaşayan fertler
yönetenler ve yönetilenlerden oluşmaktadır.
Yönetilenler zenginler yani iş verenler ve fakirlerden yani muhtaçlardan oluşur.
Toplumdaki yöneticiler kendi koltuk sevdaları uğruna zaman zaman fitne ateşini fitillediklerini de görmekteyiz.
Tarihte hükümdar, kral, sultan ve padişahların çocukları arasında taht kavgalarının çıkması da zaten bu yüzünden olmuştur.
Tarihte taht kavgaları şeklinde ortaya çıkan bu durum günümüzde daha çok siyasi partiler şeklindedir.
Yöneticiler veya iktidarı ellerinde tutanlar devletin çıkarlarını, toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün görmesi gerekir.
Veya en azından kendi haklarını kendi çıkarlarını savundukları kadar toplumun da çıkarlarını korumaları gerekir.
Toplumun zenginleri veya işveren konumunda olanlar kendi zenginliklerini emirleri altında yaşayanlarla paylaşmalıdırlar. Ama genellikle bu böyle olmuyor ve bu ekonomik yönden büyük uçurumların olması toplumda bir adaletsizliğin olduğunun göstergesidir.
İnsanlarda mevcut duygular vardır ve bu duyguları yerli yerinde uygulayamamak da düzenin bozulmasına neden olur. İnsandaki duygular kutsaldır ve yerli yerinde uygulanabilindiğinde düzen sağlanır, yerli yerinde uygulayamamak veya duyguların yerlerini değiştirmek düzenin bozulmasına neden olur.
İnsanlar kendilerindeki bu duyguları yerli yerinde kullanmadığında psikolojik yönden bozulma, hırçın, saldırgan özellikleri gelişir
ve sonuçta bunu çevresindekilere yansıtabilir.
Mesela insanda mevcut nefret ve kin duygusu vardır.
Bu nefret ve kin duygusunu haksızlık yapan ve bir milletin özgürlüğüne son vererek köleleştirmek isteyen düşmana saklamak lazım veya o durumlarda kullanmak lazımdır.
Düşmana karşı haydi savaşa gidelim denildiğinde bu duyguları harekete geçirmek ve düşmanla savaşmak gerekir.
Ama bu iki önemli kutsal duygunun yeri değiştirildiğinde toplumda düzen ve disiplinin bozulmasına neden olur.
Bu kutsal duyguların yerini değiştirerek bu kin, kıskançlık ve nefreti aile içindeki eşine, kendi erkek veya kız kardeşine, kendi çocuklarına, komşuna karşı harekete geçirmek de düzenin bozulmasına neden olur.
Kıskanç birini düşünün;
kendi kardeşlerinin zenginliğini,
kendi kardeşinin güzelliğini,
Kendi akrabasının veya komşusunun çocuklarının başarısını kıskanan biri.
Böyle biri kendi akrabalarını kendisi veya kendi çocukları ile kıyaslayıp kıskançlığa kapılan bir fert.
Böylesi kıskançlık içinde bulunan bu şahısın kıskançlığı ona neler yaptırmaz ki,
Kıskan birinin hangi çılgınlıkları yapabileceklerini bir düşünün. Maalesef böylesi insanlar var ve bununla ilgili toplumuzda misli misli misli örnekler var.
Oysa bireyin kendi annesine, babasına, kendi milletine, kendi ırkdaşına, kendi komşusuna, kendi kardeşine ve aynı değer ve inançları yaşadığı topluma
ve fertlerine karşı; kin, nefret ve kıskançlık yerine sevgi ve saygı duygusu beslemesi gereklidir.
Şayet bu insanlarda bir eksiklik ve kusurlar varsa ıslah edici olmalı,
birçok şeyi sabırla tahammül etmesi gerekir iyiliği tavsiye etmeli kötülükten de kaçındırması lazım.
Adaletin sağlanmasında ve düzenin oluşturulmasında insan duygularından biri olan sabrın da önemli yeri vardır. Bir takım zorluklar, sıkıntılar, olumsuz şartlar karşısında sabır etmenin çok önemi vardır.
Kur’an’da Bakara Suresi 153. ve 155 ayette Yüce Yaratıcı şöyle buyurmaktadır. “…..Ey iman edenler sabrı ve namazla Allah’tan yardım dileyin, Allah sabredenlerle beraberdir.”
“…Muhakkak sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele!
Bu şekilde duyguları yerli yerinde uygulanabilirse adaleti sağlamak kolaylaşır ve sonuçta toplumu tüm fertleriyle birlikte mutluluğa ulaştırır.’