Yumuşama Döneminde Türkiye'nin Dış Politikası ve İç Sorunlar

Yumuşama Döneminde Türkiye'nin Dış Politikası ve İç Sorunlar

Yumuşama Dönemi; Soru-Cevap Metoduyla Tekrer

    Yumuşama döneminde Türkiye Soğuk Savaş Döneminde olduğu gibi  Batılı Devletlerle ittifak yapma ve iyi ilişkiler oluşturma politikası izlemiştir.

ABD İLİŞKİLERİ

       Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi  1960 yılına kadar olan dönemdeki ilişkiler sorunsuz şekilde  gelişme göstererek sürdürülmüş, ciddi bir anlaşmazlık yaşanmamıştır. Bu dönemde ABD, Türk dış politikasının en kuvvetli dayanağı durumundadır.

       1960-1980 dönemi Türk-ABD ilişkilerinde Kıbrıs olayından dolayı zaman zaman gerilmeler olmuştur.  Kıbrıs sorununa bağlı olarak Türkiye’ye gönderilen "Johnson Mektubu" tehdit edici içeriye sahipti ve Kıbrıs çıkarmasında  Türkiye’ye "Silah Ambargosu" uygulaması Türk Amerikan ilişkilerini germiştir.  Bu iki olay nedeniyle Türk dış politikasında önemli değişikliklerine yol açmış ve Türkiye  Sovyetlerle olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmesine neden olmuştur.

       ABD ile  ilişkilerin gerilmesi üzerine Türkiye′de NATO gücünün 30.000 olan personel sayısını 7.000′e indirdi. Amerikalı askerlerin halk arasında üniforma ile dolaşması yasaklandı.

       Bunda Türk üniversitelerinde güçlenen sol akımlar ve Amerikalılara yönelmeye başlayan saldırılar etkili olmuştur.

       Türkiye′nin haşhaş ekimi yasağını Temmuz 1974′de kaldırması da ABD tarafından tepki ile karşılandı. Türk hükümetinin gerekli tedbirlerinin alınacağı garantisini vermesine karşın Türkiye′ye silah ambargosu uygulanması gündeme getirildi.

       Türkiye′de 12 Eylül 1980′de yapılan darbe ABD tarafından memnuniyetle karşılanması akıllarda soru işareti yaratmıştır.

    Kasım 1980’de Amerika′da Başkanlık seçimini Reagan′ın kazanması Türkiye ile ABD arısında gözle görülür bir yakınlaşma olmuştur.  

Türk – Arap İlişkileri
     Beş günlük bir ziyaret için Bnejamin Fairless başkanlığında bir Amerakan heyeti, 11 ocak 1957 tarihinde Türkiye’ye geldi. Heyet, Türkiye’ye yapılan askeri ve ekonomik yardımı incelemek ve bu konuda Başkan Eisnhower’a rapor sunmak için görüşmeler başladı.
      Mısır’da Sovyet yanlısı Nasrır rejiminin kurulmasından sonra, Suriye de Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmaya başlamıştı. Nasır’ın “Arap milliyetçiliği” çizgisini benimseyen Suriye’de 20 000 Sovyet askeri personeli yığınak yapmış, Suriye ordusu Sovyet silahlarıyla donatılmıştı. Sırada Irak vardı. Sovyetler’in ve Nasır’ın desteklediği Yarbay Abdülkerim Kasım 14 temmuz 1958 tarihinde gerçekleştirdiği darbeyle krallığa son verdi. Kral II. Melik Faysal ve Kral Naibi Abdulllah öldürüldü. Devrilen ırak Başbakanı Nuri Said, İstanbul’da  eğitim görmüş bir Osmanlı Paşasıydı. Türkiye’ye çok yakındı. Irak Kralı Faysal ve Nuri Said Paşa döneminde Türkiye’yle yakınlaşmaya başlamış, Menderes’le aralarında yakın dostluk ilişkileri de kurulmuştu. Iraktaki bu rejim değişikliği sonrası Irak Bağdat Paktı’ndan çekilmesi ve Sovyetlerle yakın ilişki kurması Türkiye kendisini Sovyetler Birliği tarafından kuşatma altına alındığı korkusuna kapıldı.
ABD bu durum karşısında Türkiye’nin Suriye ve Irak’ı işgal etmesini istedi. Bunun için 7. Ve 8 Kolordu komutanlıkları kuruldu. Hükümetten gelen bir emir üzerine 7. Kolordu Irak’ı, 8. Kolordu ise Suriye’yi işgal edecekti.
Ayrıca Türkiye ile İsrail arasında 1958 yılında gizli bir anlaşma imzalanmıştı. Hazırlanan işgal planı uygulanacak olsaydı Şam dahil Şam’ın kuzeyi Türkiye’nin, Güneyi İsrail’in olacaktı.
Türk Genelkurmayı bu işte biraz ağır hareket etti. Eksikliklerin olduğunu ileri sürerek müttefiklerimizden yardımların hızlandırılmasını istedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Tunaboylu, “Silahımız yeterli değil, yeterli sayıda tankımız yok.” diyerek işi ağırdan aldı.
     1958 yılı Türk dış politikası açısından hayli hareketli geçiyordu. Mısır’da güçlenen Arap milliyetçileri karşısında Lübnan’daki Hıristiyanlar desteklendi. Türkiye’den Kıbrıs üzerinden Lübnan’a 85 sorti yapıldı. Yiyecek götürme bahanesiyle silah gönderildi. Kıbrıs üzerinden geçen Türk uçakları İngiliz uçakları tarafından çevrilerek parola sorulduğunda “Viktorya!” söylendiğinde İngilizler izin veriyordu bu uçuşlara.

 TÜRK  SOVYET İLİŞKİLERİ

     1961- 1964 Kıbrıs sorununun yaşandığı döneme kadar Türk-Sovyet ilişkileri belirli bir çizgide ve önemli bir gelişme göstermeksizin devam etmişti. Kıbrıs meselesi, Türk-Sovyet ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır. SSCB, Kıbrıs sorunu boyunca Rumlara desteklerini sürdürmesi, Türkiye′nin Kıbrıs′a müdahalesini zorlaştırmıştır.

     Türkiye′nin adayı kontrol altına alması halinde, Kıbrıs′ın bir NATO üssü haline geleceğini düşünen Sovyetler Birliği yönetimi Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ile Rumların kendi aralarında sorunu çözmesini istemiştir.

      Türk Dışişleri Bakanı Feridun Erkin′in Ekim 1964′teki Moskova ziyareti ile Türk-Sovyet ilişkilerinde bir yakınlaşma oldu. 1965′te iktidara gelen Adalet Partisi hükümeti sırasında Sovyet yönetimi ile yapılan anlaşmalarla İskenderun Demir Çelik, İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum gibi tesislerin yapımına başlandı.

     1970′li yıllarda Türk-Sovyet ilişkileri yeniden soğumaya başladı. Türkiye′de terör ortamında Sovyet basın ve yayın organlarında Türkiye aleyhine yayınlar yapıldı. Sovyet yönetimi 1974 Kıbrıs Harekatı sonrasında Türk askerinin adadan çekilmesini istedi. SSCB 1975′te Türkiye′ye uygulanan silah ambargosunu destekledi ve ambargonun kaldırılmasına  ABD gibi karşı çıkan ülkelerden biri idi.  

 Yumuşama döneminde Türkiye dışarıda başlıca aşağıdaki sorunlarla karşı karşıyaydı?

1-Ege Adaları sorunu
    a. Ege adlarının silahlandırılması
    b. Kıta sahanlığı sorunu
    c. Yunanistan'ın Kara Sularının 12 mile çıkarmak istemesi

2 -Kıbrıs sorunu
3-Ermeni sorunu
4-Ortadoğu'da Arap-İsrail savaşları  

  1.  Ege Adaları Sorunu

 Yunanistan’ın Ege adalarının tamamına hakim olmak amacıyla 1974′ten itibaren yaptığı girişimler Ege Adaları sorununu ortaya çıkarmıştır.

 a) Ege adalarının silahlandırılması: Yunanistan’ın 1963′ten itibaren Türkiye kıyılarına yakın adalar ile Meis ve On İki Ada’yı Lozan’a aykırı olarak silahlandırmaya başlamasıyla çıkan sorundur.

 b) Kıta Sahanlığı Sorunu: Kıta Sahanlığı, kara sularının bitişinden itibaren deniz altında devam eden kısımdır. Yunanistan’ın Ege Denizi’nde şirketlere petrol arama ruhsatı vermesine karşılık Türkiye’nin de kendi kıta sahanlığında petrol arama ruhsatı vermesi bu sorunu ortaya çıkardı. (1973). sonuç olarak Bern Deklarasyonu ile taraflar Ege Denizi’nde kıta sahanlığı ile ilgili hiçbir faaliyette bulunmamayı kabul etti.

 c) Kara sularının 12 mile çıkarılması sorunu: Lozan Antlaşması’na göre 3 mil olan kara sınırı daha sonra Yunanistan ve Türkiye tarafından karşılıklı 6 mile çıkarıldı. Ancak Yunanistan bu sınırı 12 mile çıkarmaya istiyordu. Ege Denizi’nde uluslararası sular %49, Yunanistan suları %43, Türkiye’nin %7′dir.  Sınırın 12 mile çıkarılması durumunda Yunanistan suları sınırının %64′e çıkarması durumun Türkiye açısından çok ciddi sonuçlara neden olacağını gösterir.  Bu da demek oluyor ki böyle bir durumda Yunanistan Ege’nin yarısından fazlasına hakim olacak. Bu da Türk gemi ve uçaklarının Ege’den Akdeniz’e çıkışlarının sınırlanması, Batı Anadolu ve Boğazların savunmasının tehlikeye girmesi anlamına gelir. Bu nedenle Türkiye böyle bir durumu kesinlikle kabul etmeyeceğini aksi takdirde savaş çıkacağını bildirdi. 

         Kıbrıs Sorunu

      1878 Berlin Antlaşması sonrası İngiltere Rusya’ya karşı Osmanlı’ya desteklemek şartıyla Kıbrıs’ta Askeri üst almıştı.
İngiltere 1881’de Mısır’ı İşgal etmiş I. Dünya Savaşı’nda ise kendi topraklarına kattığını ilan etmişti. Lozan Antlaşması ile Kıbrıs İngiltere’nin denetimine bırakıldı. 1950’li yıllara doğru Kıbrıslı Rumlar İngilizlere karşı protesto ve mitingler düzenlemiş ve İngilizlerin adadan çekilmesini istemişlerdi. Zaman zaman İngiliz karakollarına saldırılar düzenlemeye başlamıştılar. İngilizler bu durum karşısında adadan çekilme kararı almıştı. Tam da bu sıralarda İngiltere’de bir gazete Kıbrıs’ın ikiye bölünebileceğini yazıyordu.
    5 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atılması olayı; Türkiye’de “Atamızın Evine Bomba!” manşetiyle yayınlanması Türk toplumunda tam bir infial yarattı. Sanki bomba Atatürk’ün Selanik’teki evine değil de çok kültürlü İstanbul’a atılmış gibi oldu.
  Şehre inen Türk gençleri, binlerce yıldır birlikte yaşadıkları Rum, Ermeni, Yahudi vatandaşlara ait ev ve işlerlerini birkaç saat içinde yakıp yıktılar. Lebon, Markiz, Lion pastaneleri, Banco di Roma, Beyoğlu, Arnavutköy, Bebek, Beşiktaş, İstinye, Yeniköy semtlerini dolaşan öfkeli Türk gençleri adalara kadar karışıklık çıkardılar.
Göstericiler: “Kıbrıs Türktür Türk kalacak, Rumlar ittir it kalacaktır.” Diye slogan atıyorlardı.  6 ve 7 Eylül günlerinde süren olayların bilançosu korkunçtu: 3 kişi öldü. 30 kişi yaralandı. 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3584’ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere toplam 5538 gayrimenkul tahrip edilmişti.

 6-7 Eylül provokaa   6-7 Eylül provokasyonunun nedeni Kıbrıs’tı
Birleşmiş Milletler 22 eylül günü, Kıbrıs sorununun gündeme alınma önerisini geri çevirdi. ABD, Atina’yı desteklemediğini açıklardı.
Adnan Menderes hükümetinin devrilmesinden sonra Dışişleri Bakanlığı koltuğuna henüz yeni oturan Fuat Köprülü mecliste yaptığı konuşmada, Yunanistan’a çatarak “Kıbrıs’ın Türk olduğunu ve Türk kalacağını” açıkladı. İkinci dünya savaşı sonrası özel harp tekniklerini öğrenen üç Türk Subayı gizlice Kıbrıs’a giderek, Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurmuşlardı.

 a. 1963 -1964 Kıbrıs Bunalımı:

Kıbrıs'la ilgili 1963 ve 1964'de çıkan Kıbrıs Bunalımı; Rumlarının Enosis'den vazgeçmemeleri ve 1960 Anayasasının Türklere tanıdığı hakları kabullenmemelerinden çıkmıştır.

 -ENOSİS: Yunanca bir kelimedir ve anlamı birleşme anlamına gelir. Kıbrıs Adası'nın Yunanistan ile birleşme dileğini belirtmekte kullanılan bir terimdir. Yunanistan ile Kıbrıs Rumları arasında benimsenen Enosis, Megola İdea (Büyük Yunanistan)  düşüncesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

-Eoka: enosis’i gerçekleştirmek adına Kıbrıs Rumlarının İngiliz sömürge idaresine karşı 1950′lerde kurdukları örgüte verilen isimdir. Lideri Yorgo Grivas’tır. Enosis’i gerçekleştirme uğruna Kıbrıs’taki İngilizlere terör faaliyetleri düzenleyen Eoka, İngilizlerin bölgeden çekilmesiyle bu faaliyetlerini Kıbrıs Türklerine uygulamaya başlamıştır. 

      1959 yılında Türkiye-Yunanistan arasında yapılan Zürih Antlaşması ile Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyet kurulmasına karar verilmiş, 1959 Londra Antlaşması ile de bu durum tekrar onaylanmış, 1960 yılında da bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. yeni bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı görevine Rum Makarios, yardımcılığına da Türk Fazıl Küçük getirildi. Cumhurbaşkanı’nın yardımcısının bile Türk olmasını hazmedemediler.  

      Lefkoşa, Limasol, Magosa, Baf ve Larnaka'da 1960 Kıbrıs Anayasası'na göre bu 5 büyük şehirde Türkler ve Rumların ayrı belediyeleri olacaktı. Fakat Rum lider Makarios 1962'de bu beş büyük şehirde tek belediye kurulmasını, buralarda Türklerin nüfusları oranında temsil edilmesini istedi. Bu istek Türk toplumu resmen azınlık durumuna düşüyordu. Makarios'un anayasa değişikliğine karşı yönelik tutumu, Makarios ve Kıbrıs Rumlarının zorbalığa sürükledi. Rumlar 24 Aralık 1963'te Lefkoşe'de 24 Türk'ü şehit etti, 40 Türk'ü yaraladı. Bunun üzerine Türkiye'den kalkan uçaklar 25 Aralık'ta Lefkoşe üzerinde uçarak şehri Türk tarafını korumaya çalıştı. Türkiye ayrıca bu konuyla ilgili diplomatik ilişkiler içine girdi. Bu durum Yunanistan ve İngiltere'yi harekete geçirdi. İngilter’nin teklifiyle 15 Ocak 1964'te Londra Konferansı toplandı. Fakat konferansta istenen sonuç çıkmadı.

      Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olan Makarios, 1950'de Kıbrıs Kilisesi'nden Başpiskopos olduktan sonra, sömürgeciliğe direnerek Kıbrıs'ın Yunanistan'a katılması (ENOSİS) için etkili bir mücadeleye girişmişti. 10 Aralık 1959'da Cumhurbaşkanı seçilmesinden başlayarak Kıbrıs'a Bağlantısızlar Hareketi'nde önemli bir yer kazandırmıştı ancak  içerideki siyasal ve toplumsal çatışmaları engelleyememişti. Temmuz 1974'te, adayı Yunanistan'a bağlamayı hedefleyen bir askeri darbe yaptı.

      Kıbrıs'ta Rumların Türklere saldırılarının devam etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi olaya el koydu ama buna rağmen Makarios frenlenemedi. Rumları askere almaya, dışarıdan ağır silahlar almaya başladı. Bu durumu yeniden gerginleştirdi.

     Bu gelişmeler Türkiye'nin müdahale kararını kesinleştirmesinde önemli rol oynadı. Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkması 7 Haziran 1964 için planlanmışken, ABD' başkanı "Johnson’ İsmet Paşa’ya gönderdiği mektupta; Türkiye'nin müdahale hakkını kullanamayacağını, bunu yaparsa NATO'daki müttefiklerine danışmadan böyle bir harekete giriştiği için NATO'nun Türkiye'yi savunamayacağını belirterek Türkiye’yi tehdit etmişti. Ayrıca bu hadiseyi görüşmek için ismet İnönü'yü Washington'a davet etti.

     Bu mektup, Türkiye'de, ABD'ye karşı güveni büyük ölçüde sarstı. İsmet İnönü, 21 Haziran'da Washington'a gitti. Görüşmelerde ABD'nin eski dışişleri bakanlarından DEAN ACHESON'un aracı tayin edilmesine karar verildi. Arabuluculuk faaliyeti Cenevre'de başladı. Fakat görüşmeler devam ederken Kıbrıs'taki durum yeni bir krize girdi ve Rumlar Erenköy ve Magosa'da Türkleri katletmeye başladılar. BM Barış Gücü sesiz kalınca, Türk Hava Kuvvetleri, Rum mevzilerini bombaladı.

     b. 1967 Kıbrıs Bunalımı

    Türkiye Enosis dışında bir çözüm aranması üzerinde dururken, darbeyle iktidarı ele geçiren Yunan subayları Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesini istiyorlardı.

     Bu durum karşısında, 15 Kasım 1967'de Kıbrıs Rumları ve Rum Milli Muhafız Kuvvetleri, Türklerin toplu olarak bulunduğu Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı harekete geçti. Enosis önünde engel olan Türk varlığını aşamalı olarak ortadan kaldırmaya çalıştılar. Türk Hükümeti ise 16 Kasım gecesi TBMM'de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs'a müdahalesine karar verdi. Karar üzerine Türkiye, İskenderun'da bir çıkarma birliği hazırladı. Ertesi günde Kıbrıs üzerinde Türk jetleri alçak uçuş yaptı.

Bu gerginlik üzerine ABD ve BM harekete geçti. Yunanlılar geri adım atmak zorunda kaldılar, Yunan dışişleri, anlaşma dışında Kıbrıs'a gönderilen bütün kuvvetlerin geri çekileceğini buna karşılık Türkiye'nin de hazırlıkları durdurması gerektiğini bildirdi ve bu şekilde anlaşmaya varılabildi. (2 Aralık 1967)

 Krizin bu şekilde atlatılmasından sonra Kıbrıs Türkleri, 29 Aralık 1967'de kendi işlerini kendileri görmek üzere 1960 Anayasası'nın bütün kuralları uygulanıncaya kadar "Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi"ni kurdular ve 19 maddelik esaslarını açıkladılar. Bu gelişme Türkiye'nin "Kıbrıs'ta federal devlet" teziyle ilgili önemli bir adım olmuştur.

      c. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı:

      1968 Haziran'ın da başlayan görüşmeler 1974'e gelindiğinde hala bir yol alabilmiş değildi. Çünkü Rumların amacı Türklere, 1960 Anayasası'ndaki haklarını dahi  vermek istemiyorlardı ve Türkleri azınlık statüsünde tutmak istiyorlardı.

Kıbrıs'taki Türk varlığını korumaya çalışan Türk toplumu ve Türkiye ise 1960 Anayasası'ndakinden  daha fazla hak elde edilmesini savunuluyordu. Türkiye baştan beri federal bir sistemi öngörüyordu. Eğer böyle olursa Kıbrıs Devleti'nin, Türk ve Rumlar olarak iki ayrı federe devlete dayanması, Türk toplumu için en sağlam güvence olacaktı.

Bu arada Kıbrıs Rum toplumu içinde ikililik baş göstermişti. Makarios'un, Atina ile arası açılmaya başlamıştı. Toplumlararası görüşmelerin uzaması Yunan cuntasını kızdırıyor, adayı ilhak için zamanın geldiğine inanıyor ve Makarios'u bu konuda engel olarak görüyordu. Bu yüzden Yunanistan'da 15 Temmuz 1974'te Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız Teşkilatının da desteğini alarak darbe bir darbe ile Makarios'u düşürdü. Nikos Sampson darbe sonrası Kıbrıs Helen Cumhuriyeti'ni ilan etti. Bu darbe Enosis, yani Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakından başka bir şey değildi. İşte 1974 Kıbrıs Bunalımı bu şekilde başladı.

Garantör durumundaki Türkiye Garanti Antlaşması'nın 4. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, İngiltere ile birlikte Kıbrıs'a müdahale etmeye karar verdi ve Ecevit bunun için Londra'ya gitti. Fakat İngiltere müdahaleye yanaşmadı. Çünkü İngiltere konunun BM ile NATO'da ele alınmasından yana bir tavır izliyordu.

       I. Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974):

     20 Temmuz 1974 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk jetlerinin havadan himayesinde, Girne bölgesinden Kıbrıs'a asker çıkarmaya başladı. Sabah olduğunda Türk askeri Girne plajına girdi. Girne yolu üzerinde ve Gönyeli'de havadan indirme yapıldı. Sert çarpışmalar oldu. 22 Temmuz'da ateşkes yürürlüğe girdiğinde Türk kuvvetleri Girne-Lefkoşa yolunu kontrol altına almıştı. Böylece 1. Kıbrıs Harekâtı sona erdi.

Çıkarma sırasından BM Güvenlik Konseyi, Türkiye'nin bu girişimleri üzerine harekete geçti. Sonunda Türkiye, 22 Temmuz'da BM'nin yaptığı ateşkes çağrısına uydu.

Bu arada Kıbrıs'ta da Sampson'un yerini Klerides almış, BM'nin girişimiyle Kıbrıs'ta anayasa düzeninin yeniden kurulması için taraflar Cenevre'de toplanmıştır. I. Cenevre Konferansı Türkiye için başarılı geçmiştir.

    II. Cenevre Konferansı ise 8 Ağustos'ta başlamış Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum toplumu lideri Klerides katılmışlar, fakat Rum ve Yunan Kuvvetleri Türk bölgeleri etrafındaki çemberi kaldırmadıkları gibi ateşkese de uymayarak tekrar savaş balattılar.

       II. Kıbrıs Harekatı (14 Ağustos 1974):

      Tüm bu gelişmeler Türk sabrını taşırdı ve Türk ordusunun harekete geçmesini zorunlu kıldı. II. Cenevre Konferansı gergin bir hava ile başladı. Bu ikinci toplantıda Türk tarafı "coğrafi esasa dayalı federatif sistemi "teklif etti. Fakat Kıbrıs Rum ve Yunan tarafı anayasa düzeni konusunda işi oyalama yoluna götürdü. Ayrıca Kıbrıs'ta saldırıla devam ediyordu. Bunun üzerine Cenevre Konferansı, Türk heyeti tarafından kesildi. Türk heyetinde Dışişleri Bakanı Turan Güneş, anlaşmanın mümkün olmadığı anlamına gelen "Ayşe tatile çıksın" parolasını başbakan Bülent Ecevit'e bildirince, 14 Ağustos'ta Türk Silahlı Kuvvetleri 2. Kıb­rıs Harekatı'na başladı.

Türk birlikleri ilerlemeye başladı Lefke ve Magosa'nın kurtarılmasıyla sona eren 3 günlük harekat sonrası adanın %38'i ele geçirildi. Türk tarafının sınırları çizildi.

 2. Kıbrıs Harekâtı, birincisinin aksine dünya kamuoyunda Türkiye'nin aleyhine bir havanın doğmasına neden oldu. Birincisi hukuksal bir mücadele olarak algılanırken, ikinci harekât işgal olarak dünya basınına taşındı. 

     3. Ermeni Sorunu

     Ermeniler ile Tarih'te ilk defa Tuğrul ve Çağrı beylerin ordusunun Anadolu'ya keşif için gelinildiğinde tanışılmıştı. Daha sonra Malazgir savaşı (1071) sonrası Anadolu'nun Türklerin eline geçmesiyle Ermeniler Bizans tekfurlarının baskısı ve ağır vergilerinden kurtulmuşlardır. Böylece Türklerin Anadoluyu yurt edinmesiyle rahat bir nefes alabilmişlerdi.  Bundan sonra Ruslar ile İngilizlerin Anadolu'daki Ermeni varlığından haberleri olana kadar Ermenilerle bir sorun yaşanmamıştır. Bundan dolayı Ermenilere Saduk-u Milliye (Sadık Millet) denilmiştir.

     Ermeni meselesinin uluslarası anlamda ilk kez ortaya çıkışı 19. yy.a kadar uzanır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) sonrası imzalanan Berlin Antlaşması’nda  dış baskılar sonucu Ermenilere geniş haklar verilmişti. Ermenilere yönelik ıslahat yapılması maddesi eklenmiş ve böylece Ermeni Meselesi tarihte ilk defa resmiyet kazanarak dünya gündemine taşınmıştı.

    Ermenilerin sözde soykırım iddialarının temel amacı Türkiye’den toprak ve tazminat alarak büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmektir. bu amaçla Ermeniler ASALA denilen terör örgütünü kurmuşlardır. (1973-1994) 1973′ten itibaren Türk diplomatlarını katletmişler, toplam 35 Türk’ü şehit etmişlerdir. Avrupa'da yaptıkları terör olaylarında zaman zaman Avrupalı vatandaşların da zarar görmesi üzerine Avrupa Devletleri ASALA terör örgütüne verdikleri  destekleri çekmesi sonucu Türklere yönelik terör olayı birden bire durmuş sonraki yıllarda bu görev PKK terör örgütüne verilmiştir.

     Ermeniler I. Dünya Savaşı (1915) ve Kurtuluş Savaşı döneminde on binlerce masum Türk halkını katletmişti. Bu durum karşısında Anadolu'dan en güvenli yer olan Suriye'ye sürgün edilmiştiler. Kurtuluş Savaşı bittiği ve Lozan Barış antlaşmasından sonra Ermenilerin istedikleri taktirde tekrar geri dönebilecekleri kararı verilmişti. Ama Suriye'deki Ermenilerin büyük kızmı Fransa ve ABD'ye gitmişti. Geri kalan bir kısmı ise Suriye ve Lübnan'a yerleşmişlerdi. İşte Yumuşama döneminin problemlerinden birisi de Ermeni sorunu idi. Batılı devletlerin kışkırtması neticesinde Türkiye Tarihteki Ermeni olayı nedeniyle bir köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyordu. Ermeni terör örgütleri Ermenilerin Türkler tarafından katledildiklerini iddia ediyorlardı. Ama tarihte Ermenilerin bu iddialarını kanıtlayacak tek bir tarihi vesika ve şahit yoktu. Tarihi vesikalar (ABD, Rusya, İngiltere, Osmanlı Arşivleri) incelendiğinde Ermeni iddialarının tam tersinin olduğunu görmekteyiz. Yani tarihte katledilen Ermeniler değil masum Türk milleti olmuştur. Ermeniler bu iddialarını kanıtlamak ve seslerini dünyaya duyurmak için çeşitli örgütler, dernekler kurdular ve sonra Türklere karşı terör eylemleri başlattılar.

      ASALA’ ve Faaliyetleri

      ASALA 70’Lİ VE 80’li yılların en çok tanınan ve etkili  olan Ermeni terörist grubudur. Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39’u silahlı, 70’i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılardan 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.

     Ermeni aşırı sol terör örgütüdür. Bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması ve 1915 yılında gerçekleştiği iddia edilen Ermeni soykırımının kabul ettirilmesi için çalışmıştır.                                                                                                     

   ASALA Terör Gögütü, 1975 yılında Lübnan’daki iç savaş esnasında Beyrut şehrrinde, sempatizan Filistinlilerin yardımı ile  Agop Agopynan ve Agop Tarakçıyan tarfından kurulmuştur. Fransa ve Yunanistan ASALA’nın üsleri olmuştur.                

 ASALA, ABD ve Bazı Batılı ülkelerce terör listesine alınmamış hatta gayriresmi yollardan himaye görmüştür. ASALA kendi milliyetçi hedeflerinin yanı sıra Marksizm-Leninizm’i de desteklemiş, benzer eğilimleri olan uluslar arası terör arası terör örgütleri ile iş birliği yapmıştır. 1991’de Ermenistan’ın kurulması ile ASALA en önemli hedefini gerçekleştirmiştir. Eski ASALA TERÖRİSTELERİ KENDİLERİNE Ermeni hükümeti ve ordusunda yer bulmuşlardır. Uluslar arası bir eyleme yönelmeyen teröristlerin şu an Dağlık Karabağ bölgesinde Azeriler ile savaşıyor olmaları ihtimal dahilindedir.        

 

 

Google+ WhatsApp