Türkiye Selçuklullarında Kültür ve Medeniyet

Türkiye Selçuklullarında Kültür ve Medeniyet

Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısı, Kültür ve Medeniyet

TÜRKİYE SELÇUKLULARINDA KÜLTÜR, MEDENİYET VE DEVLET YAPISI


 

 Devlet Yapısı:
Tarihte kurulan Türk devletleri kendisinden önceki kurulmuş Türk devletlerini örnek aldığı gibi Türkiye Selçuklu Devleti de birçok alanda büyük Selçuklu Devleti’ni örnek almıştır. Devlet yönetiminde Büyük Selçuklular ile büyük benzerlikler vardır.
Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malı kabul edildiğinden;
 -veraset anlayışı,
-hükümdarın görev ve yetkileri
-hükümdarlık almetleri
-merkez,
-toprak
-eyalet yönetim anlayışı Büyük Selçukluların aynısıdır

Ancak; Türkiye Selçuklularında merkezi yönetimdeki otorite Büyük Selçuklulara göre daha güçlüydü.
Türkiye Selçuklu sultanları Farsça unvanlar (keyhüsrev, Keykavus, keykubat v.s gibi) kullanmışlardır.

Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biri olmuştur.

     I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu geleneğe son verdi ve merkezi yapıyı güçlendirdi. Sultan unvanıyla anılan Anadolu Selçuklu hükümdarları devletin ve ordunun başıydı. Merkezi devlet işleri Divan-ı Âli (Büyük Divan) adı verilen bir kurulda görüşülür ve karar bağlanırdı. Bu kurula vezirler başkanlık ederdi.
     Vezirden sonraki en yüksek devlet görevi, Niyabet-i Saltanatlık makamıydı. Bu makama atanan saltanat naibi, yokluğunda sultana vekâlet ederdi.
Öbür yüksek devlet görevlilerinden;
Divan-ı Saltanat: Devlet işlerinin görüşüldüğü yer. Divanı Saltanat’a bağlı alt divanlar da vardır bunlar;
Divanı İstifa: Mali işlerle ilgilenir
Divan-ı Arz: Ordunun maaş, giyecek, yiyecek, techizat işleriyle ilinerirdi.
Divan-ı İşraf: Askeri ve hukuki işler dışında devletin tüm işlerini teftir eder.
Divan-ı İnşa: İç ve dış yazışmalarla ilgilenir
Niyabet-i Saltanat: Hükümdar başkentte olmadığı zamanlarda devlet işleri ile ilgilenir.
 müstevfi, maliye işlerini yürütürdü.
Pervane, divanın yaptığı atamalara ve dirliklerin (iktaların) dağıtım işlerine bakardı.
Divan-ı Pervane: Ülke topraklarının kayıt defterlerini tutar, has ve iktalara ait kararları düzenler. 
 Tuğracı; yazışmaları  yürütür,
Emir-i Dad: hukuk işlerine bakar
Beylerbeyi: askerlik işleriyle ilgilenirdi.
Kadı-i leşker; Askeri davalara ise bakardı.
Subaşı:
     Vilayetlerin yönetiminden sorumlu kişiye subaşı bir tür vali sayılırdı. Subaşı kentin düzenini sağlar ve bölgedeki askerlere komutanlık ederlerdi.
Melik: şehzadelerin yönettiği vilayetlere atanan valilere melik denirdi. Melikler doğrudan sultana bağlıydılar ve vilayet merkezinde Büyük Divan’a benzer bir divan kurarlardı.
Atabey: Meliklere yardımcı olarak atanan ve melikleri eğitmekle görevlilere atabey denmiştir.
Uçbeyliği: Anadolu Selçukluları, Bizans İmparatorluğu ve Ermeni sınırlarına bir tür sabit öncü kuvvet olarak Türkmen boylarını yerleştirmişlerdi. Bu boyların beyleri sınır bölgelerinde, uçbeyliği denen yarı bağımsız beylikler kurmuşlardı.
      Anadolu Selçukluları'nda devletin malı olan topraklar üçe ayrılırdı. Bunlara;
- dirlik,
-vakıf
-mülk denirdi.
Sultan dirlikleri, kendisi için asker besleyip yetiştirmeleri karşılığında Türkmen beylerine ve komutanlarına verirdi. Mülk denen topraklar üstün hizmetlerde bulunanlara gene sultan tarafından verilirdi.
      Vakıf araziler ise, han, hamam, medrese gibi kurumların giderlerinin karşılanması için ayrılmış topraklardı.
     Selçuklu ordusu asıl olarak, beylerinin komutasında savaşa katılan Türkmenlere dayanıyordu. Dirlik sahiplerinin kendilerine verilen topraklarda besledikleri tımarlı sipahiler ve kapıkulu askerleri, savaş zamanında ordunun önemli bir parçasıydı. Tımarlı sipahiler subaşıların buyruğunda savaşa katılırdı.
Kapıkulu askerleri, devlet tarafından çocuk yaşta alınıp eğitilen Türkler ve Hıristiyanlardan oluşuyordu.

      Para:
Selçuklular bakır, gümüş ve altın paralar bastırmışlardı. Paraların üzerine genellikle sultanların resimleri bulunurdu.
İlk madeni parayı  I. Mesut,
İlk altın parayı II. Kılıç Arslan bastırmıştır.
      Ordu;
Türkiye Selçuklularındaki askeri teşkilat, Büyük Selçuklulu Devleti ordusunun devamı durumundaydı. Fakat Türkiye Selçuklu Devleti deniz ticareti ve donanmaya verdiği önemle Büyük Selçuklu Devleti’nden daha ileride olduğunu görmekteyiz.
Ordu aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur:

Gulamân-ı Saray,
1. Hassa ordusu, : Hükümdarın şahsına bağlı askerlerdir.
2. Sipahi askerleri: İkta Sahiplerinin yetiştirdiği askerlerdi.
3. Türkmen Kuvvetleri: uç bölgelerinde yaşayan ve her an savaşa hazır olan askerlerdi.
4. Ücretli askerler
5. Bağlı devletlerin ve beyliklerin askerleri
-ücretli askerler
-donanma: hem ticarğeti geliştirmek hem de denizlerde hâkimiyeti sağlamak için Sinop ve Alâiye (Alanya) gibi liman şehirlerinde tersaneler kurmuşlardı.
Türkiye Selçuklularında donanma komutanlarına Reisü’l Bahr veya Melikü’s sevahil adı vermişlerdir. 
Ordunun ve idarenin esasını, mahallinde çiftçilerin ödediği vergilerle beslenen iktâ askerleri teşkil ederdi. Orduda, dinî vazifeleri görmek ve gazâ ruhunu canlı tutmak maksadıyla âlim, derviş ve mutasavvıflar bulunurdu.
 Savaş zamanında ordunun ön kısmında öncü kuvvetler bulunurdu. Ordu; sağ, sol ve merkez kola ayrılırdı.
Ordunun silahları: ok, yay, kılıç, kargı, topuz, zırh, gülle, mancınık ve kalkan.

     Sosyal Hayat:
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun fethiyle başlayan Türkmen göçleri kısa sürede Anadolu’yu Türk yurdu hâline getirdi. Zaten Anadolu; salgın hastalıklar yüzünden çok insan hayatını kaybetmişti.  Türkler, Anadolu’ya geldiğinde önce kırsal kesime yerleşerek tarım ve hayvancılıkla uğraştılar. Daha sonra şehirlere yerleşmeye başladılar. Cami, medrese, hastane, yol, köprü ve saraylar yaparak şehirleri bayındır hâle getirdiler. Anadolu’daki birçok şehir, kasaba, köy, nehir ve gölün adlarını Türkçe olarak değiştirdiler.
Türkiye Selçuklularında halk yaşam şekillerine göre
-konargöçer
-köylüler
-şehirliler olmak üzere üç gruba ayrılıyordu.


    Köylüler: Devlete ait topraklarda köylüler toprağın işleticisi durumundaydılar. Köylülerin başında “Köy Kethüdası” vardı. İkta sahibi sipahiler ise köylünün güvenliğini sağlardı.
 Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi.
Konargöçerler: Türkmenler, genellikler uc bölgelere yerleşerek geçimlerini hayvancılıkla sağlardı. Boy beyinin liderliğinde teşkilatlanan konargöçer Türkmenlerin büyük bir kısmı zamanla yerleşik hayata geçtiler.

 Şehirler:
Devlet memurları, tüccarlar, bilim, adamları, esnaf ve zanaatkârlar şehir halkını oluştururlardı. Devlet memurları, devlete hizmet ederler ve hizmetleri karşılında maaş alırlardı. Bu sınıf içinde yöneticiler ve askerler bulunurdu. Bağ, bahçe ve emlak sahibiydiler.
Tüccarlar, ticaretle uğraşırlardı.
Müderrisler, kadılar, medrese öğrencileri ilmiye grubunda yer alırdı.
Esnaflar, ahilik kurumuna bağlıydılar.

     Ahilik:
Anadolu’da XIII. yüzyılda Ahi Evren tarafından başta Kayseri, Konya ve Kırşehir’de esnaf birlikleri olarak yapılandırılmış sosyo ekonomik bir teşkilatlanmadır.  Ahilik, ahlaki, ekonomik, sosyal siyasi ve askeri sahalarda önemli bir işleve sahiptir.
Ahiliğin temel amacı, zenginle fakir, üretici ile tüketici, emek ile sermaye, halk ile devlet arasında iyi ve sağlam ilişkiler kurarak “sosyal adaleti” gerçekleştirmektir. İyi bir teşkilatlanma ve eğitimle bu amaca ulaşan Ahilikte yamak, çırak, kalfa ve usta arasında değişmez bir hiyeraşi vardır. Belirli aşamalardan sonra kişiler bir üst basamağa çıkabilirler. En üst basamakta herkesin saygısını kazanmış olan bir Ahi baba vardır.
Ahilik, yarı göçebe Türkmenleri yerleşik hayat geçirmekte  önemli rol oynamıştır.
Ahi teşkilatına üye esnaf ve sanatkâr, bu teşkilata ait genel sermayeyi oluşturmak üzere kazançlarını bir bölümünü “Orta Sandık” adı verilen yerde toplarlar. Orta Sandıkta toplanan bu sermaye ile herkesin ihtiyacı olan alet ve hammadde alınır. Tezgâhlar kurularak yeni teşebbüsler teşvik edilir, ihtiyacı olanlara yardım edilir. Ahiler kazançlarının bir kısmını fakirlere ve işsizlere yardım olarak verirlerdi. Ahilikte esnaf için gerekli hammadde ve mamul maddelerin alınıp satılması, yasalar ile kontrol edilirdi. İlme, sanata ve ahlaka son derece önem verilen Ahilikte, kadının da sosyal ve ekonomik hayatta önemli bir yeri vardı.
Ahiler;
1. Üretimi ihtiyaca göre ayarlayarak yaparlardı.
2. Kaliteye dikkat eder; kalitesiz ve bozuk mal üretemezlerdi.
3. Piyasadaki malların fiyatlarını ayarlar

“Eşine, İşine, Aşına Dikkat Et”
     Selçuklular zamanında Kayseri’de kurulan Ahi teşkilatının yanında Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı liderliğinde Fatma Bacı liderliğinde Türkmen hanımları da kendi aralarında örgütlenerek bir kadın teşkilatı kurdular. Bu teşkilata Bacıyan-ı Rum (Anadolu Baıları) adını verdiler. Bacıyan-ı Rum teşkilatına mensup olanlar daha çok çadırcılık, keçecilik, nakışçılık, örgücülük, kilim ve halı dokumacılığı, ipek ve pamuk ipliği üretimini gerçekleştirdiler.
Bacıyan-ı Rum teşkilatındaki Anadolu kadınları, gerektiğinde düşmana karşı vatan savunmasında eşlerinin yanında mücadele ederlerdi.
     Bu teşkilat, kadınlar arasında yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluğun benimsenmesini kaktı sağladılar
Türk dilinin, Türk kültürünün ve İslam anlayışının kadınlar arasında yayımlamasını hızlandırdı.
Yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine alır, onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olurdu.
Kimsesiz ihtiyar kadınların bakımını üstlenir ve maddi sakıntı içinde olanlara da yardım ederdi.
     Anadolu kadınları, o günkü adıyla Bacıyan-ı Rum teşkilatı hanımlara, “Eşine, işine ve aşına dikkat et!” prensiplerini benimsetirlerdi.

 

İbn-i Batuta’ya Göre Ahiler:
“Ahi” unvanı Anadolu’da evlenmemiş, sanat ve meslek sahibi gençlerden seçilmiş, kendisine reislik payesi verilmiş önder kişilere verilmektedir. Ahi topluluğuna, “delikanlı, yiğit, eli açık, gözü pek, iyi huylu kişiler” anlamına gelen Fütüvvet ve “Ahiyyetül-Fityan” unvanı verilmektedir. Ahilerin toplandıkları ve toplumsal hizmet verdikleri yerlere “Zaviye “ adı verilmektedir.

İbn-i Batuta Antalya’da gittiği zaviyeyi şöyle tanımlıyor:
Nefis Anadolu halısı döşenmiş ve birçok avize ile süslenmişti. Misafir odasında beş tane üç ayaklı bakırdan yapılmış kandil ve yanında da bakırdan yedek yağdanlıklar vardı. Bu kandiller erimiş iç yağı dol doldurularak yakılmıştı. Misafirlere mahsus oturarak vardı.
Ahi zaviyelerinde iki sınıf insan bulunmaktadır. Bunlardan bir grubu, misafir olarak bulunanlardı, diğer grubu ise zaviyelerin mensuplarıdır.  Zaviyenin daimi mensupları olan Ahiler gündüz geçimlerini sağlama yolunda çalışırlar, ikindiden sonra elde ettiklerini reislerine verirler. Bununla meyve, yiyecek ve zaviyede ihtiyaç olan şeyleri satın alırlar. O gün beldeye bir yabancı gelirse zaviyelerine konuk ederler. Alınan şeylerle ona ziyafet çekerler. O kimse ayrılıncaya kadar onların misafiri olur. Hiç kimse gelmezse yine yemek için toplanıp yemek yerler. Bu gençler zaviyelerde kalmakta ve zaviyenin işleri için bunlardan yararlanılmaktaydı. Zaviyelerde namaz kılındığı gibi yemeklerden sonra Kur’an okunur ve hep birlikte semah gösterisi düzenlerlerdi.
      Eğer zaviyenin reisi olan Ahi, ulemadan birisi ise bu zaviyelerdeki diğer ahiler öğrenci olarak da hem öğrenimlerini devam ettirir hem de zaviyenin hizmetlerini görürlerdi.
İbn-i Bututa ayrıca eserinde; “Yabancılara yardım etmek, onları konuklayıp yedirip içirmek, bütün ihtiyaçlarını görmek hususunda bir benzeri yoktur.” demektedir.  

Ticaret:
Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle, transit ticaret yollarının önemini kavrayan Türkiye Selçuklu sultanları kara ticaretini, deniz ticaretine bağlamak için Sinop ve Antalya gibi liman şehirlerini ele geçirerek bu liman şehirlerine Türk tüccarlar yerleştirdiler.

Türkiye Selçuklu sultanları ticaretin gelişmesi için şehirler arasında yollar, köprüler, hanlar ve kervansaraylar yaptırmışlardı. Kervansaraylar; Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı.
Türkiye’de ilk Kervansaray II. Kılıç Arslan zamanında Kayseri-Aksaray yolunda yapılan Alay Han’dır.
Diğer önemli hanlar:
 Antalya-Isparta yolu üzerinde; Evdir Han,
Konya-Aksaray yolu üzerinde; Sultan Han,
Antalya-Alanya yolu üzerinde; Alara Han
 Sivas –Malatya arasında; Hekim Han

Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret büyük ölçüde gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi. Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Gerek yolculukları sırasında, gerekse kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Türkiye Selçuklularında ticaret çok gelişmiştir. Ticari canlılık, Moğol istilasına kadar sürmüştür.
 
Türkiye Selçukluları, İran, Gürcistan, Bizans İmparatorluğu, Venedik, Floransa ve Arap ülkeleriyle ticaret yaparlardı. Anadolu Selçukluları’nda özellikle dokumacılık çok gelişmişti.
 Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.

Onlara canlı hayvanlar, hayvan ürünleri, yün tiftik, ham ve işlenmiş deri, deriden yapılmış eşyalar, dokuma sanayi ürünleri, ipek, demir, bakır, şap ve kereste satarlardı.

Selçuklularda Sanat ve Mimari Eserler:
Türkiye’de kurulan ilk Türk devletleri döneminde sanat, Büyük Selçuklu Dönemindeki sanat anlayışının devamı ve gelişmiş hâlidir. Süslemede ve işçilikte daha ileri bir seviyeye ulaşılmıştır.
Türkiye Selçukluları, amaçları topluma hizmet etmek olan dini, sosyal ve ticari nitelikte cami, imaret ve kervansaray gibi birçok mimari eser ortaya koydular. Yapılan bu eserlerde taş işlemeciliği, yazılara ve geometrik şekiller ile süslemeler ön plandadır. Bu yapıların her türlü giderleri vakıf topraklarının gelirlerinden ve vakıf yapan insanlar tarafından karşılanırdı.

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar.

Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camisi (1296): Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.
     Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar "Sultan Han" ya da "Han" olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.
     Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında,
Konya ve Niğde'deki Alaeddin Camileri,
Ankara'daki Aslanhane Camisi,
    Kayseri'deki Huand Hatun Camisi ve Külliyesi,
 Afyonkarahisar'daki Ulucami,
Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese,
Sivas'taki Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese,
Kırşehir'deki Melik Gazi Kümbeti,
Tercan'daki Mama Hatun Türbesi,
Ahlat'taki Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler
Nevşehir İl sınırı içerisinde bulunan pek çok cami (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.) gösterilebilir.

Külliye:
Caminin etrafına yapılmış medrese, şifahane, kütüphane, lamam, türbe ve imaret gibi değişik görevleri olan yapılar topluluğuna verilen addır.
Türkiye Selçukluları zamanında yapılan külliyeler içinde Hunad Hatun Külliyesi ve Hacı Kılıç Külliyesi en önemlileridir.

 

Türbe ve Kümbetler:
Hükümdarlar ve önemli devlet adamları için yapılan anıt mezarlardır. Türkiye Selçukluları mimari eserleri arasında sıkça türbe ve kümbetlere rastlanır.
Türbe: dört duvarının üstü kubbeyle örtülü olanlara türbe denir
Kümbet: duvarları silindir veya çokgen; çatıları da konik veya pramit şekilinde olanlarına kümbet denir.
Önemli Kümbetler:
Kayseri’deki Döner Kümbet,
Ahlat’ta; Ulu Kümbet
Konya’da; II. Kılıç Arslan Kümbetleri.

Saray ve Köşkler:
Türkiye Selçukluları mimarisinin diğer önemli örneklerindendir. Bunların en önemlileri I. Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılan:
Kayseri’de; Kubâdiye yazlık sarayı,
Beyşehir’de Kubâdâbât yazlık sarayı
Alanya’daki kışlık için Alaiye Sarayıdır.

Darüşşifalar; günümüzde hastane olarak bilinen mimari eserlerdir.
Darüşşifalar poliklinikler, eczane, kiler, özel diyet mutfağı, hasta koğuşları ve personel odaları gibi bölümlerden oluşmaktaydı. Darüşşifalarda iç mekân aydınlık ve havadar olmasına dikkat edilirdi. Hasta odaları, bir merkez çevresinde toplanır ve az personelle hizmet verilmesi amaçlanırdı. Personel tüm odaları kolaylıkla gözetleyebilir ve gerektiğinde acail olan hastaların yardımına koşardı.
Musiki ile hasta tedavisi bu hastanelerin özellikleri arasındaydı.
Haftanın belirli günlerinde verilen musiki konserleri, yankılanmadan binanın her tarafından rahatça dinlenebilirdi.
Türk musikisindeki bazı makamların bazı hastaların tedavisinde özel bir iyileştirici etkisi olduğunu savunmuşlardır. Mesela;
Raks makamı; felç ve epilepsiye
Buselik makamı; kulunç ve kalça ağrısı, soğuk baş ağrısı ve çeşitli göz hastalıklarına
Uşşak Makamı: Çocukların uykusunu getirmeye, yetişkin erkeklerde meydana gelen ayak ağrılarına faydalı olduğu tespitinde bulunmuşlardır.
Yine tedavilerde su sesi ve güzel kokulardan da yararlanılmıştır.
İster zengin, ister fakir olsun, tıbbi tedavileri karşılığı hastalardan bir ücret alınmadığı, ilaçların tamamen bedava olduğu, ayrıca fakir olan hastalar taburcu edilirken kendilerine bir kat elbise ile bir aylık yiyecek masraflarını karşılayabilecek miktarda para verilirdi.
 Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası dönemin en büyük hastanesiydi.  Hastanenin yanında bir tıp eğitimi veren okul vardır.
Amasya’da Amasya Darüşşifası
Sivas’ta I. Alâeddin Keykavus,
Kayseri’de Gıyasiye dürüşşifası

Türkiye Selçukluları zamanında, resim ve heykel sanatlarıyla da ilgilenilmiştir. Türkiye Selçukluları saray kapısı ve duvarlarını, kale surlarını insan ve hayvan kabartmalarıyla süslemişlerdir. Selçukluların dini yapılarında çift başlı kartal, at üstünde avcılık yapan insan kabartmalarına rastlanır.
Hükümdarlık alametlerinden nevbet, saray görevlileri tarağından sarayın önünde her gün belirli vakitlerde çalınırdı. Mevlevi ve ahi zaviyelerinde görülen musiki tasavvuf müziğinin de temelini oluşturmuştur. Destanlar ve Dede Korkut Hikâyeleri kopuz eşliğinde çalınıp söylenirdi.
Selçuklularda çinicilik ise özellikle cami, medrese, türbe ve mescitlerin iç ve dış süslemelerinde kullanılmıştır.

Halı ve kilim dokumacılığı, hat sanatı, tezhip, çinicilik, oymacılık ve kakmacılık ile maden işçiliği de gelişmiştir.


Sanayi:
XII. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşen Türkler, Anadolu’da tarım, sanayi ve ticaretin gelişmesini sağladılar.
Türkiye’de sanayinin temelini, dokumacılık ve dericilik oluşturdu.
Dokumacılık:
Konya, Aksaray, Kayseri, Erzincan ve bazı kasabalarda dokumacılık çok ilerlemişti.
Konya Sivas Kırşehir’de boya üretiliyor ve kumaşlar boyanıyordu. Kilim ve kumaş, küçük el tezgâhlarında dokunur, aydınlatma malzemeleri imal ediliyordu.
 Askerlerin silah ihtiyacını karşılamak için demircilik ile uğraşan birçok zanaatkâr vardı. Kuşatmalarda kullanılan neft, katran Erzurum ve Antalya’nın kuzeyinden temin ediliyordu.
Demir, bakır, gümüş gibi madenler ile tuz ve şap ocakları işletiliyordu.
Bakır; Sivas, Kastamonu ve Diyarbakır’dan çıkartılmaktaydı.
Gümüş ise: Gümüşhane, Gümüşhacıköy ve Kütahya’da çıkarılırdı. 

        Türkiye Selçuklularında Hukuk

  Türkiye Selçuklularında hukuk iki kısımdı.
-Şer’i Hukuk
- Örfi hukuk
olmak üzere iki kısımdan oluşurdu.

     Şer’i Hukuk.
      Şer'î davalara her şehirde bulunan kadılar bakardı.  Konya'da oturan baş kadıya Kâdı'l-kudât denirdi ve bütün kadıları denetleme yetkisine sahipti.
      Bu kadılar, tereke (miras), hayrat işleri ve vakıfların idaresine bakarlardı. Evlenme, boşanma, nafaka, miras, hırsızlık gibi davalara kadılar bakardı.
     Kadıların yüksek medrese tahsili görmüş, İslam ahlakıyla yoğrulmuş kimseler olması şarttı.
Kadıların verdikleri hükme itiraz edilemezdi. Ancak yanlış verilen bir hüküm olursa, diğer kadılar tarafından altı imzalanarak, sultana arz edilirdi.

      Örfi Hukuk:
     Devlete isyan etme, devletin düzenini bozma ve kanunlara uymama gibi siyasi suçlarla ilgili davalara bakardı. Bu türden davalara bakan mahkemelerin başkanına emir-i dâd  denirdi.  Emiri dâd, geniş yetkilere sahipti. Veziri ve divan üyelerini yargılama ve tutuklama yetkisi vardı.

       Eğitim, Kültür ve Edebiyat:

- Eğitim kurumları medreselerdi. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler kurulmuştu.

Darüşşifa denen hastaneler daha çok Divriği, Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Konya ve Kastamonu gibi kent merkezlerinde yoğunlaşmıştı.

     Anadolu Selçuklu sultanları, kültür ve medeniyet hizmeti için, ilme ve âlimlere değer verdiler. Bir ilim ocağı olan medreselerde eğitim ve öğretim ücretsizdi.
     Vakıf gelirleri, onların geçimini temin ederdi. Medreselerde İslam ilimlerinden; tefsir, hadîs, hadîs usulü, kelâm, kelâm usulü, fıkıh, fıkıh usulü ve tasavvuf yanında, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi bilimler de öğretilirdi. Genellikle, medresenin yanında, dârüşşifa denilen hastane, cami, kütüphane, zâviye, kervansaray, imaret de bulunurdu. Bunlar da birer ilim irfan yuvasıydı.
      Anadolu'da Türkmenler, Türkçe konuşup, sözlü ve yazılı edebiyat eserleri meydana getirdiler. Dinî ve bazı edebî eserlerde Arapça ve Farsça kullanıldı. Halkın büyük çoğunluğu Türkçe konuşurdu. Daha sonraları Türkçe, edebiyat dili haline geldi. Ahmed Fakîh, Hoca Dehhanî, Hoca Mesud, Yunus Emre, Türkçe şiirler söyleyip yazdılar. Yunus Emre, şiirdeki büyük kudreti ve tasavvuf aşkıyla, Türkçenin en güzel, en iyi örneklerini verdi.
Göçebeler arasında, Oğuznâme ve Dede Korkut destanlarıyla gâziler arasında çok rağbet bulan Danişmendnâme ve Battalnâme, bu dönemde sözlü edebiyattan yazılı edebiyata intikal etti.

      Anadolu Selçukluları Devleti’nde edebiyat ve düşüncede büyük gelişmeler oldu.
Necmeddin İshak, Muhiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana Celaleddin Rumi gibi bilgin ve yazarlar yetişti.
Mevlanâ Celaleddin-i Rumî ve oğlu Sultan Veled, insanlara doğru yolu gösteren ve nasihat veren eserlerini Farsça yanında Türkçeyle de yazdılar.
 

       Türkiye Selçuklu Devleti’nde Ticari Hayat ve Kervansaraylar:
      Önemli ticaret yolları üzerinde bulunan ülkemiz toprakların İpek Yolu ticaret yolları üzerinde birçok han, hamam ve kervansaray inşaa edilmiş ve toplumun yararına kullanıma sunulmuştur. Sizlere bugün ülkemiz topraklarındaki en önemli kervansarayları tanıtacağız.
XIII. yüzyılda Türkiye Selçuklu Sultanları tarafından Anadolu’da birçok kervansaray yaptırılmıştır.
Kervansaraylar ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından Orta Asya’da yaptırılmıştır.
Selçuklular yol ağının her 40 kilometresine bir han yaptılar ve Anadolu’yu kervanlar için en güvenli ülke haline getirdiler
Çoğu, günümüzde harabe hâlinde olan bu kervansaraylar, barış zamanında kervanların konaklaması, savaş zamanında ise askeri üs olarak kullanılmıştır.

Kervansaraylar, yolcuların tüccarların her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir. Buralarda insanların statülerine, inançlarına ve milliyetlerine bakılmadan herkese eşit hizmet verilmiştir. Ücretsiz barınma, yiyecek, ibadet, temizlik, tamirat sağlık hizmetleri hayvan yemi ve veteriner temini yapılmıştır. Ayrıca fakir yolculara bedava ayakkabı, hasta yolcular için ücretsiz tedavi ve ilaç verilmiştir. Eşyası kaybolan yolcunun eşyasının bedelinin ödenmiştir. Ölen fakir yolcunun defin masraflarının karşılanması yine devlet tarafından yapılmıştır. Gıyaseddin Kelhüsrev’in Antalya’yı fethettiği sırada, orada Mısır’dan gelen ve Frenkler tarafından soyularak malları ve kumaşları yağmalanan tüccarların zararı devlet tarafından ödenmiştir.


Kültürel Hayat:
Türkiye Selçuklularının XII. Yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’da oluşturdukları güven ortamı, sosyal ve kültürel faaliyetlerin artmasını sağladı. Türkiye Selçukluları zamanında devletin yazışma ve bilim dili Arapça; edebiyat dili ise Farsça  idi. Farsça, XIII. Yüzyılın ikinci yarısında devletin yazışma dili oldu. Bu sırada, Anadolu’da yaşayan insanların büyük çoğunluğu Türk olduğu için Türkçe her yerde en çok konuşulan dildi.

     Selçuklularda Tarih Yazıcılığı:
Türkiye Selçukluları zamanında tarih yazıcılığı gelişme göstermiştir.
Ravendi; yazdığı “Selçuklu Tarihi’ni Gıyaseddin Keyhüsrev’e sunmuştur.
İbni Bibi;  “Türkiye Selçuklu Tarihi” adlı eserini hazırlamıştır. Eser 1192-1280 yılları arasındaki Selçuklu tarihini anlatmaktadır.

Kerimüddin Aksarayî:;Moğollar zamanındaki Selçuklu Tarihini anlatmıştır.

Türk Ermeni İlişkileri:
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Süryani, Rum ve Ermeni halklarıyla karşılaştılar. Türkler yönetimi altındaki bu topluluklara hoşgörülü davrandılar. Selçuklu egemenliğinde Ermeniler, Kayseri, Malatya, Sivas ve Niksar’da Ermeni Piskoposların önderliğinde kilise toplantıları düzenlemişler, zaman zaman sultanlardan da yardım görmüşlerdir. Ermeniler Selçuklu Devleti idaresinde de görevler almışlardır. Mesele Sinop donanmasının başına Hayton adında bir Ermeni getirilmiştir.

Selçuklu Döneminde Anadolu’daki nüfusları kesin olarak bilinmeyen Ermeniler,  kasaba ve köylerde ticaret ve çeşitli sanat dallarıyla uğraştılar. Selçuklu idaresindeki Ermeniler, Bizans baskısından kurtuldular, dini hayatlarını özgürce yaşadılar, siyasi ve iktisadi açıdan önemli gelişmeler gösterdiler.

 Diyer Konular için aşağıdaki konu başlıklarını tıklayın:

      1. Türkiye Selçukluları Siyasi Tarihi       

       2. Türkiye Selçuklularında; Devlet Yapısı, Kültür ve Medeniyet

        3.  Diyer Konular: 

 

 

Google+ WhatsApp