İslam Kültür ve Medeniyet Tarihi Ders Notları -II
İslam kültür ve medeniyetinde; hürriyetin hayata etkileri şu şekilde sıralanabilir;
• İslam; inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü tanır.
• İslam; savaşlarda dahi kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülmesine, esirlere kötü muamelede bulunulmasına izin vermez.
• İslam, sınıflı bir toplum yapısını reddeder.
• İslamiyet insan özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı yönetim anlayışlarını reddeder.
• İslam dinine göre insan için asıl olan esaret değil hürriyettir
İlmîlik Kur’an’ın ilim olarak değerlendirdiği bilgi, vahiyle peygamberler tarafından insanlara iletilen bilgidir. Kur’an-ı Kerim’de ilim kesin hakikati ifade eder. “...Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”
Not: Bilginin ilim değeri kazanabilmesi için temel ölçüt, Allah’ın (c.c.) kitabına uygun olmasıdır. |
İslamiyet, yeryüzünde insanlığı ilme sevk eden ve ilim tahsilini ibadet sayan yegâne dindir. Bu yüzden İslamiyet, ilim dini olarak nitelendirilir. İslamiyet insanı, daima ilim öğrenmeye teşvik eder. Kur’an’da yaklaşık yedi yüz elli yerde ilim ve onunla eş anlamlı kavram kullanılmıştır.
“Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti”10 ayeti, Allah’ın (c.c.) sıfatlarından el-Alîm ifadesi ile birlikte Allah’ın (c.c.) muallim özelliğine işaret eder. Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren vahiy sayesinde eşyanın bilgisine sahip kılınan peygamberler de insanlığın muallimleri olmuştur. Toplumları ilimle sevk ve terbiye etmişlerdir.
Özgünlük:
İslam kültür ve medeniyeti, karşılaştığı İran, Yunan ve Hint gibi medeniyetlerden aldıklarını İslam potasında eritmiştir. Devraldığı mirasın, tevhide uygun olanını kullanmış, aykırı olanını ise ya ıslah etmiş ya da reddetmiştir. İslam medeniyeti eklektik, taklitçi ya da öykünmeci tutum içinde olmamıştır.
İslam kültür ve medeniyeti paylaşımcı ve çok kültürlü bir medeniyettir.
İslam kültür ve medeniyeti paylaşımcı ve çok kültürlü bir medeniyettir.
İslam, asabiyetin, etnisitenin ayrıştırıcı tutumuna karşılık, bütünleştiricidir.
Kur’an muhataplarına, Âdem’in (a.s.) soyundan gelmeleri nedeniyle “Ey insanlar” şeklinde hitap eder. Onları ırk, dil, cinsiyet, bölge, inanç, sınıf gibi farklılıklarından ötürü üstün ya da aşağı görmez. Müslümanlar, “Halka hizmeti, Hakk’a hizmet” olarak görmüşler ve yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi kendilerine düstur edinmişlerdir
Adalet:
İslam yeryüzünde adaletin sağlanmasını, hayatın belli bir düzen ve uyum içinde sürdürülmesini ister. Müslümanları dünyadan ve insanlıktan sorumlu tutar.
Sorumluluk:
, “Emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l-münker” (İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek (uzaklaştırmak) prensibi doğrultusunda yerine getirilir.
Kur’an-ı Kerim’in aslının bozulmamış olması, İslam Kültür ve Medeniyetinin özgünlüğünün göstergesidir.
Yerellik:
İslamiyet, yerel değerleri de göz önünde bulundurur. Yayıldığı bölgelerdeki kültürel farklılıkları zenginlik olarak değerlendirir. Kültürel asimilasyona karşı çıkar. İslam kültür ve medeniyetinin farklı coğrafyalara yayılmasında ve kabul görmesinde yerel olana zarar vermeme ve onu koruma anlayışı etkili olmuştur.
Yavuz Sultan Selim, İslam birliği için Arapçayı resmi dil olarak benimsemek istemiş; ulema “Biz sizleri kabileler halinde yarattık ki tanışasınız” (Hucurat suresi, 13. ayet) ayetini okumuş; “Allah’ın ayetlerine karşı mı geleceksin?” sözüyle uyarınca Sultan bundan vazgeçmiştir.
Evrensellik;
İslam kültür ve medeniyeti, kaynağı, içeriği ve mesajı itibarıyla evrenseldir. Allah (c.c.), insanları ve evreni yaratandır. O, alemlerin Rabbi ve her şeyi kuşatandır.
Kur’an-ı Kerim, “Ey İnsanlar”, “Ey Âdemoğulları” hitabıyla başlayan birçok ayette sınıf, ırk, cinsiyet, toplum ayrımı yapmaksızın, bütün insanlara olduğunu beyan eder.
Bu mesaj ilahi kitapları ve peygamberleri tasdik edici şekilde çağlar boyu devam eder. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) son peygamber olması.
, İslamın insanlığın kıyamete kadar bütün ihtiyaçlarına cevap vereceği anlamına gelir.
İslam, sadece belli bir kavme değil, tüm insanlığa gönderilmiştir. “De ki, Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan kendisinden başka tanrı bulunmayan, yaşatan öldüren Allah’ın elçisiyim.”
“Ey Muhammed! biz seni ancak alemlere rahmet olsun diye gönderdik.” ve “Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” ayetleri bu hususu ifade etmektedir.
Sulh ve Barış:
İslam, “selam” kökünden gelen barış ve esenlik anlamına gelir. Tevhid mücadelesi veren peygamberler, bozgunculuğa son vermek için çaba sarf ettikleri,
kendilerine yapılan her türlü şiddete karşı barış ile karşılık verdikleri görülür.
Kur’an-ı Kerim “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” ayetiyle barışa ve güven ortamına çağırır.
İslamiyet ilke olarak sulhu tercih etmiş olsa da gerektiğinde can ve malın korunması için savaşa izin vermiştir. Evrensel bir din olan İslam’da, harp hukukuna dair hükümler konmuştur. İslam’da sulh ve cihad birbirini tamamlayan iki olgudur. Hz Muhammed (s.a.v.), peygamberliği boyunca müşrikleri güzel söz ve yumuşaklıkla İslam’a davet etti. Medine döneminde şehrin yerlileri olan Evs ve Hazreç kabileleri ile Musevi kabileler arasında barışı sağladı. Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması ile sulhu sağladı
Hucurat Suresi: 9 ve 10. Ayet: Kur’an-ı Kerim, barışın tesisinde adaletin gerekliliğini ve önemini vurgular: “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine karşı saldırmaya devam ederse, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerlerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” |
ADALET
İnsan onurunun korunması ihtiyacından hukuki düzenlemeler ortaya çıkmıştır. İnsanlık, adaletle yönetilme arayışı içinde olmuş ve adalet, mülkün temeli kabul edilmiştir.
Toplumda adaletin sağlanması için peygamberler gönderilmiştir. Allah (c.c.), insanların adalete uygun davranmasını istemiştir; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar..”
İslam, sağlam ve mutlu bir toplum kurulması için adaleti şart koşar. Kuran-ı Kerim’de fertlere, hakimlere ve yöneticilere, adil olmaları emredilir28: “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutan (hakimler, insanlar), adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin,...”
“Ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutan hakimler ve Allah için şahitlik eden kimseler olun. O hükmünüz ve şahitliğiniz velev ki kendinizin veya ana ve babalarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhine de olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah zengin ve fakir kişilerden ikisine de sizden daha yakındır. Artık siz haktan dönerek keyif ve hevanıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (hakkı olduğu gibi söylemekten çekinir) veya (büsbütün ondan) yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.”30
“Hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah (c.c.), yedi zümreyi kendi (arşının) gölgesinde barındırır ki, bunların ilki adaletle hükmeden ve âdil davranan yöneticidir.” buyurulmaktadır.
LİYAKAT:
Liyakat; yapacağı işin ehli olmak. Verilen görevi yapabilecek yeterli derecede bilgi ve tecrübe sahibi olan kimse.
İnsana hizmeti merkeze alan İslamiyet’te yönetim, Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışı ile temellendirir. Liyakat sahiplerinin iş başında olduğu kurumlar ve devletler, fert ve toplumun güven ve huzur içinde yaşamasına imkân sağlar.
İslam, işi hak edene verme, doğru kişiyi görevlendirme ilkesini esas almıştır. Kur’an’daki “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder….”33
ayetiyle, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” hadisi, yöneticilerin seçiminde gösterilen hassasiyete işaret eder.
İSTİŞARE:
Yönetimde işlerin karşılıklı danışılarak karara bağlanmasına ve yürütülmesine istişare denir
KUTADGU BİLİG'DEN SEÇMELER: Yöneticilerle ilgili sözleri (YUSUF HAS HACİP) • Bey affedici olmalıdır. • Bey cömert olmalıdır. • Bey sabırlı olmalıdır. • Bey vefakâr olmalıdır. • Bey faziletli olmalıdır. • Bey mütevazı olmalıdır. • Bey tok gözlü ve hayâ sahibi olmalıdır. • Bey kötü alışkanlıklara sahip olmamalıdır. • Bey tatlı dilli ve doğru sözlü olmalıdır. • Bey dikkatli ve ihtiyatlı olmalıdır. • Bey zulmetmemelidir ve öfkesine yenik düşmemelidir. • Bey adil olmalıdır. |
MEŞRUİYET:
Meşruiyet; genel ahlak ve hukuka uygun olmak anlamındadır.
İslami yönetimde meşruiyet, dinî, ahlaki, hukuki yönden olumlu bir değer taşıyan ve dinin onayladığı düzenlemelerdir.
Meşruiyet, ilahi kanunun üstünlüğüne dayanır.
Bu hususta Kur’an’ın hükmü açıktır: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve Ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”
Müslüman yöneticiler, yetki bakımından Allah’ın (c.c.) hükümlerinin uygulayıcılarıdır. Yöneticiler, yasama, yürütme ve hükümde keyfilik yapamaz; herhangi bir ferde yahut zümreye ayrıcalıklı davranamaz.
ÖDEV
İSLAM MEDENİYETİ'NİN TEMEL ÖZELLİKLERİ?
. İnsan-Allah İlişkisi:
Allah’ın (c.c.), emir, nehiy ve tavsiyeleri insana yöneliktir. İnsan, aklı ve iradesiyle eşyaya dilediği biçimi verme, onu kendi yararına kullanma imkân ve hakkına sahiptir.
İnsan bir çok yönüyle öteki canlılardan üstün yaratılmıştır.Nimetlere karşılık olarak Rabbini tanıması,
onun iradesine uygun bir hayat yaşaması tavsiye edilir.
Allah (c.c.) ile insan arasındaki bağ, “Allah kuluna şah damarından daha yakındır.” ayeti ile net bir şekilde ifade edilir.
Allah (c.c.) kulunu sevdiğinde, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olur.
Not: Kul, imanı vasıtasıyla yaratıcısı ile güçlü bir bağ kurar.
İslam toplumu Allah’a (c.c.) teslim olan fertlerle ayakta durur. Aşağıdaki dört unsurun, insanın zihnine, kalbine ve davranışlarına yansımasıyla kulun yaratıcısına teslimiyeti gerçekleşir.
İman: Peygamberler tarafından insana ulaştırılan ilahi emirleri, insanın diliyle söylemesi ve kalbiyle tasdik etmesi olarak tarif edilmiştir.
İman esaslarının birincisi ve temeli Allah’ın (c.c.) tek olduğuna tam bir teslimiyetle inanmaktır.
İslam toplumu gücünü imanlı fertlerden almış, İslam kültür ve medeniyeti imanlı fertler eliyle şekillenmiştir.
İhlâs: İnsanın yaratıcısıyla ilişkilerinde, yaşantısında, ibadet ve iyiliklerini çıkar kaygısı gözetmeksizin sadece Allah’ın (c.c.) rızası için yapmasıdır.
Şeytan ihlâslı kişilere zarar veremeyeceğini itiraf etmiştir.
Hz. Peygamber de(s.a.v.) “Yâ Rabbi! Beni sana karşı ihlâslı bir kul yap” şeklinde dua etmiştir.
İhlâs, amellerin kabulünde ve fertlerin birbirlerine güvenmelerinde samimiyete dayalı ilişkilerin kurulmasını sağlar.
Takva: Mü’minin Allah’a (c.c.) yakınlaştıracak şeylere uyması, ondan uzaklaştıracak şeylerden de titizlikle kaçınmasıdır.
Allah (c.c.) katında en değerli kimse beşeri konumu yüksek olan değil, takvâ sahibi mümindir.
Takvâ sahipleri, Allah’ın (c.c.) rahmetinden mahrum kalmaktan korkar. Ferdî ve sosyal ilişkilerde,
sevap-günah ve
helâl-haram konularında hassasiyet gösterir.
Tabiat, canlılar, kamu hizmetleri, kamuya ait mallar, vakıf, miras, işçi-işveren ilişkileri konularında titiz davranmak takvânın gereğidir.
İhsan:
Mü’minin işlerini Allah’ı (c.c.) görüyormuş gibi en güzel şekilde yapmasıdır. Bütün iyiliklerin Allah’tan (c.c.) geldiğine, her durumda hakiki nimet ve lütuf sahibi olarak sadece Allah’a (c.c.) yönelerek her şeyi ondan dolayı sevmesi gerektiğine inanmaktır.
İhsan, kişinin anne ve babası başta olmak üzere diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder.
Kur’an’da muhsin kimselerin özellikleri;
öfkeye hâkim olma,
affetme,
hoşgörü,
sabır,
aşırılıktan sakınma,
kararlılık ve cesaret,
tokgözlülük ve cömertlik gibi erdemler olarak ifade edilir