İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Notları

İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Notları

Ders Notu İndir:

İslam Medeniyeti’nin Temelleri: İslam Medeniyeti’nin temellerini Kur’ân-ı Kerim oluşturmuştur. İslam Medeniyeti, Müslüman milletlerce ortaya konulan her türlü maddi, manevi kültür ve medeniyet eserlerini içine alır.

Medeniyet: Eş anlamlısı “uygarlık”

 (isim, toplum bilimi), Arapçadan dilimize geçmiştir.

Uygarlık: Uygar olma durumu, medeniyet, medenilik.

Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü,

Medeniyet’in temelinde; Kelime-i Tevhit vardır. Kelime-i Tevhid anlayışı üzerine oturtulmayan hiçbir medeniyet baki değildir.

Kültür; Fransızcadan dilimize geçmiş bir kelimedir. Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü,

* Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü:

                                                                                   ( Salâh Birsel)

3. * Bir milletin dinî, ahlaki, hukuki, iktisadi, lisani, akli birikimlerinin bir bütünüdür.      (Ziya Gökalp)

      "Bir memlekette kitap kültürü ne kadar zenginse günlük konuşma da o kadar zengin olur." - Mehmet Kaplan

Kültür’ün tanımı ile ilgili yabancı düşünürler ne demişler?

- İnsanın kendini ve tabiatı idare etme yoluyla meydana getirdiği eserlerdir.

(A. Young)

-Toplumsal olarak öğretilip yeni kuşaklara aşılanan davranışlardır.

(Alfred Tozzer)

-Kültür aslında herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş şeklidir.

(Thomas Stearns Eliot)

Kültürün özellikleri şunlardır:

 -Kültür, tabiatta kendiliğinden bulunmaz; insan ürünüdür.

-Özü itibariyle zihnî ve manevidir. İnsan zihninin görüş, anlayış ve değerlendirme tarzını yansıtır.

-Tarihî süreçte oluşur.

-Toplumun olmadığı yerde kültür de yoktur. 

-Her toplumun bir kültürü vardır, kültürsüz insan topluluğu olmaz. 

-Kültürü oluşturan unsurlar arasında sürekli etkileşim vardır. 

-Kültür kendi içinde bir bütünlük ve tutarlılık gösterir.

-Dışarıdan aldığı unsurlar konusunda seçicidir.

-Sabit değil, değişkendir.

KÜLTÜR VE MEDENİYET ARASINDAKİ FARKLAR

Kültür ve Medeniyet insan ürünüdür ve doğada kendiliğinden bulunmaz.

 Kültür, has demektir. Has millidir,

Kültür, eser ve ürünlerdir. Medeniyet ise evrenseldir.

İnsan tezahürlerinin ortak ve benzer yönleri medeniyet;  cüz’i ve yöresel farklılıkları ise kültürdür.

Medeniyet, umumidir herkese aittir, ama kültür özeldir, yöresel veya özeldir.

Kültür, bir toplumun yaşadığı ve paylaştığı müşterek değerlerdir.

Medeniyet ise milletlerarası seviyeye yükselmiş bir kültürün veya birbirine yakın kültürlerin oluşturduğu anlayış, tutum, bilgi, teknoloji, sosyal faaliyetler ile müesseselerin bütünüdür.

Medeniyet; onların hedefini, istikametini, niteliklerini belirleyen seçici,

sınırlandırıcı, değerlendirici bir inanç ve ahlak nizamıdır.

Medeniyet; Kültürün üzerinde yükselen inanç ve ahlak nizamıdır.

Medeniyet’ toplu hâlde yaşamanın gereğidir ve insan, doğası gereği zaten medeniyete yatkındır. Medeniyet, toplumların göçebelik ve yerleşik aşamasından sonra üçüncü ve son aşamasını oluşturur. Bu merhaleye ulaşmanın temel şartı insanın kemale erdirilmesidir ki bu da ancak eğitimle mümkündü

İslâm; Hazreti Muhammet’in yaydığı ve Kuran’da kuralları bulunan din, Müslümanlık.

2. Hazreti Muhammet’in yaydığı dini benimsemiş olan (kimse), Müslüman.

İslam Kelimesi; ‘İslâm’ kelimesi, inanmanın da ötesinde; teslimiyet, barış ve güvenlik anlamlarına gelir.

 İslâm kelimesinin türediği ‘esleme’ fiili şu manalara gelir:

 1- Barışa girmek, barış yapmak,  

2- Boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek,

3- İslâm'ı din olarak seçmek, İslâm'a girmek,

4- Allah’a teslim olmak, Allah’a bağlanmak,

5- İhlâslı ve samimi olmak,

 

KUR’AN-I KERİM:

Kur'an "kıraat (okumak)" ile aynı kökten ka-ra-e(قرأ) gelir.

Anlamı:

-Kökünün anlamı bir araya getirmek, toplamak, birbirine eklemek, birbirine katmaktır. Okumak (kıraat) harflerin bir araya getirilmesi ile olur.

-Benzer biçimde "Kur'an" kelimesi "küme" anlamına gelir. قُرْآنً "toplanma" demektir.

Kur'an halinde

“Kur'an kısım kısım indirilmiş bir kitaptır.”

Kur'an-ı Kerim'de aynı sûre içinde farklı konulara ait ayetler vardır.

Müslümanlar Mısır, Suriye, Anadolu, Mezopotamya, Maveraünnehir ve Hindistan gibi yerleri fethetmişlerdir. Müslümanlar bu medeniyetlerden yararlandıkları gibi kendileri de katkıda bulunarak İslam medeniyetinin yükselmesini sağlamışlardır.

ESKİ YUNAN MEDENİYETİ: Suriyeli Hıristiyan Araplar Eski Yunan ve Helen kültürünün eserlerini Arapçaya tercüme etmişlerdir. Aristo ve Eflatun gibi felsefecilerin, Öklid (Matematik) ve Ptolema (tıp) gibi bilim adamlarının eserlerini tercüme etmişlerdir.

Bizans Medeniyeti:

Daha çok devlet teşkilatı, yönetim, askerlik ve mimari alanlarında olmuştur.

Hint Kültürün: Matematik ve astronomi alanlarında İslam Medeniyeti’nin gelişmesine katkı sağlamıştır.

İRAN KÜLTÜRÜ:

Daha çok edebiyat ve güzel sanatlarda olmuştur.

İSLAM MEDENİYETİ

A. DEVLET YÖNETİMİ

1. Hz. Muhammed: Hem din (peygamber) hem devlet başkanıdır.

Hz. Muhammed (s.a.v) devrinde devlet yönetimi çok sade idi. Devletin her türlü işini kendisi hallediyor, yetişemediği işlere ise görevlendirdiği kişiler bakıyordu.Seçimle işbaşına geldiler. Bu sebeple “Cumhuriyet Devri “de denir. Halifeler din ve dünya işlerini birlikte yürüttüler. Yönetimlerinde kendilerine Hz. Muhammed (s.a.v) örnek aldılar. Bir problem ile karşılaştıklarında halktan oluşan “Şura” denilen bir meclise de danışarak sorunun halli için tecrübeli ve bilgi ehli insanları yetkilendirdiler.

3. İslam Devleti’nin devlet teşkilat yapısı ilk defa Hz. Ömer döneminde oluşturuldu.

a) Fethedilen yerler idari bölgelere ayrılarak vali tayin edilmiştir.

b) Devletin gelirlerinin artmasından dolayı  “Bey tül Mal” adı ile devlet haznesi kurmuştur.

c) İlk defa askeri divan (Divan-ı Cünd ) kuruldu.

d) İlk adli teşkilat yapısı (Kadılar tayini) oluşturuldu.

4. Emeviler döneminde

a) Muaviye halifeliği (yönetim şeklini) babadan oğla geçen saltanat şekline getirdi.

b) Emeviler devlet işlerini daha kolay yürütebilmek için askerlik dairesi, vergi dairesi ve kâtiplerden oluşan bir merkez teşkilatı kurdular.

c) İslam Devleti’nin sınırları çok genişlediği için ülke eyaletlere bölündü. Eyaletleri valiler yönetti.

d) Emeviler posta teşkilatını kurdu.

5. Abbasiler Döneminde

a) Halifeler devlet işleri ile pek ilgilenmemişler, bunun sonucu olarak İran’dan etkilenerek ilk kez “vezirlik” makamı oluşturuldu.

b) Divan faaliyet alanı genişletildi. Divan da devlet işleri görüşülüp karara varılıyordu. Divan değişik bölümlerden oluşuyordu. Her bölüm kendisine ait işlerle ilgilenirdi.

İSLAM DEVLETİ’NİN İLK BAŞKENTLERİ

İslam Devleti’nin ilk başkenti: Medine

Hz. Ali döneminde Kufe başkent oldu.

Emeviler döneminde: Şam,

Abbasiler döneminde: Bağdat başkent oldu.

Endülüs Emevi Devleti: Kurtuba, Gırnata kentleri başkentlik yapmıştır.

B. ORDU VE DONANMA:

1. Hz. Muhammed (s.a.v) döneminde teşkilatlı bir ordu olmayıp eli silah tutan herkes askerdi.

2. Hz. Ömer; ordunun ilk teşkilatlandırılması yapılmıştır.

a) Kara ordusunu oluşturmuştur. İlk sürekli ordu oluşturmuştur.

b) Tüm askerlerin kaydedildiği defterler tutulmuştur.

c) Devletin pek çok bölgesinde “cünd” adı verilen düzenli ve sürekli ordugâhlar oluşturulmuştur.

3. Emeviler döneminde

Emeviler devrinde İslam orduları Bizans ordusu örnek alınarak teşkilatlandırılarak güçlenmiştir. Emeviler dönemin en güçlü Bizans İmparatorluğunu rahatlıkla yenebilecek güce ulaşmıştır., hem de daha teşkilatlı hale gelmiştir.

a) Orduda Arap askerler çoğunlukta idi.

b) Halifeler için ayrı bir muhafız birliği kuruldu.

4. Abbasiler

Abbasiler döneminde de eski gücünü korumuş fakat merkez yönetim Emevilerin ulaştığı güce ulaşamamıştır.

a) Onluk sistemi benimsedi.

b) Abbasilerle birlikte Türkler için ordugâhlar kuruldu ve çoğunluk ordunun önemli kademeleri Türklerin eline geçmeye başladı.

c) Ordunun ihtiyaçlarını gidermek için “ Divan- Ceyş” kuruldu.

d) Abbasiler orduyu yaya ve atlı olarak ikiye ayırmışlardır.

Donanma Gücü:

1. Hz. Osman döneminde Şam valisi Muaviye ilk İslam donanmasını kurdu.

2. Donanma komutanına “Emiru’l-mâ” (Amiral) denirdi.

3. Donanmanın en geliştiği dönem Emeviler devri olmuştur. İspanya fethedilmiş, İstanbul kuşatılmıştır.

4. Emeviler zamanında Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’da üç donanma vardı.

C. DİN VE İNANIŞ

1. İslam devletinin dini İslamiyet’tir.

2. İslamiyet Müslümanlar için yalnızca dini hayatı düzenleyen bir kurallar bütünü olmayıp dünyevi hayatlarını da düzenleyen bir sistemdir.

3. İslâm hukukunun kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in söz ve davranışlarından oluşan güzel Ahlâk anlayışıdır.

4. İslâmiyet’i farklı yorumlama ve anlamadan dolayı Emeviler devrinden itibaren İslam toplumu içerisindeki gruplaşmalar (fırka) başlamış, Abbasiler devrinde fikri, felsefi, siyasi ve itikadi mezhepler haline gelmiştir.

5. İslâm dini putperestliğin dışında hiçbir inanç sistemine baskı uygulanmamıştır. Hıristiyan, Yahudi ve putperest olmayan diğer inançlara sahip insanlar büyük bir hoşgörü ortamı içinde huzurla yaşamışlardır.

D. SOSYAL HAYAT

1. Hz. Muhammed (s.a.v) ve Dört Halife döneminde; İslamiyet’e göre bütün Müslümanlar kardeş kabul edilmiş ve aralarında eşitlik sağlanmıştır.

2. Emeviler döneminde ise İslam’ın eşitlikçi anlayışında zayıflama olmuştur. Bu dönemde halk

-Arap asıllı Müslümanlar,

-Mevali (Arap olmayan Müslümanlar: Azatlı köle) ,

-Zimmî (Hıristiyan ve Yahudiler, Sabilik: Hıristiyanlık ve Yahudi dinin karışımı, Mecusiler)

-Köleler olarak dörde ayrılmıştır.

3. İslamiyet kendi dindaşlarını köle edinmelerini yasaklamasına rağmen kölelik müessesini tamamen kaldıramamıştır. İslamiyet köle azat etmeyi büyük sevap kabul etmiştir.

E. EKONOMI:

İslam Devleti’nin başlıca ekonomik hayatı: Ticaret, tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı.

Tarım: İnsanların en önemli geçim kaynağı tarımdı. Tarım, devletin de en başta gelen gelir kaynağıydı. Tarımı geliştirmek için önemli tedbirler alınmıştır. Her türlü hububat, bakliyat, sebze, meyve yetişiyordu. Nitekim portakal ve şekerkamışı Müslümanlar aracılığıyla Avrupa’ya geçmiştir.

Hayvancılık: Tarımdan sonra en önemli geçim kaynağı olan hayvancılıkta Arabistan’ın deve ve atı,

İran’ın koyun, keçi ve deves,

Türkmenistan’ın koyun, sığır ve atları meşhurdu.

Ticaret:

 İslâm Devleti’nin toprakları Uzak Doğu’yu Akdeniz ülkelerine bağlayan önemli ticaret yolları üzerindeydi. İpek ve Baharat yolları üzerinde bulunan şehirler kısa zamanda büyük ticaret merkezleri oldular. Şam, Bağdat, Basra, Keyrevan, Tanca, Kurtuba ve Semerkant önemli ticaret merkezleriydi. Müslüman tüccarlar hurma, şeker, pamuklu ve yünlü kumaşlar, demirden aletler ve cam eşya ihraç ederler, baharat, ipek, fildişi, sert ağaçlar ve deri mamulleri alırlardı.

VIII. yüzyılın ortasında Semerkant’ta üretilen kâğıt,

Yüzyılın sonlarında Bağdat’ta imal edilmeye başladı

Mısır’da 900,

Fas’ta 1100,

Endülüs’te 1150’de imal edildi

Kâğıt üretimini Avrupalılar Müslümanlardan öğrendiler.

İslâm Devleti’nde kıymetli taşların:

-bulunması,

-çıkarılması,

-işlenmesi ve ticareti de önemli bir zenginlik kaynağıydı.

Ayrıca bazı madenlerde işletiliyordu.

Hazinenin (Beytü’l Mâl) başlıca gelir kaynakları şunlardır:

a) Öşür: Müslüman halktan toprak ürünlerinin onda biri oranında alınan vergidir.

b) Haraç: Gayrimüslimlerden alınan toprak vergisidir.

c) Cizye: Sağlıklı gayrimüslim erkeklerden, askerlik görevi karşılığında alınan vergidir.

d) Zekât ve Sadaka: Zengin Müslümanlardan alınıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı.

e) Ganimet: Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri hazineye alınırdı.

f) Hayvan sayısına göre alınan vergiler

g) Maden, orman, otlak ve tuzlalardan alınan vergiler,

h) Yabancı tüccarlardan alınan gümrük vergileri,

i) Yabancı devletlerin gönderdikleri vergi ve hediyeler

Hazinede toplanan gelirler; ordunun masraflarına, bayındırlık işlerine, hayır kurumlarına, yardıma muhtaç kişilere ve memur maaşlarına harcanırdı.

Büyük devlet memurlarına maaş yerine arazi verilir, onlar buradan topladıkları öşür ve haraçlarla geçimlerini sağlarlardı.

Para: Araplar; Emevi dönemine kadar Bizans ve İran parası kullanıyordu. İlk Arap parasını Emevi hükümdarı Abdülmelik bastırdı.

Altın paraya dinar,

Gümüş paraya dirhem deniyordu.

F. YAZI, DİL VE EDEBİYAT

Dil-Yazı-Edebiyat

1. Sami dil gurubundan olan Arapça oldukça zengin bir dildi.

2. İslam dininin yayılması ve yapılan fetihler sonucunda Arapça, bütün İslam dünyasının ortak bir dili haline geldi. Arapçanın ortak bir dil durumuna gelmesinde, Arapçanın Kuran dili olması ve ibadetlerin Arapça olarak yapılmasının büyük bir önemi vardı.

3. Emevi halifesi Abdulmelik zamanında Arapça devletin Resmi dili haline getirildi.

4. Zamanla Arapça daha da gelişerek bilim ve edebiyat dili haline geldi. Arap olmayan Müslümanlarda bilimsel eserlerinin Arapça olarak yazmaya başladılar. Okullarda Arapça eğitim yaygınlaştı.

5. Türkler de Arapçadan oldukça fazla etkilenmişlerdir. İslam dinine girişle birlikte Arap alfabesi kabul edilmiş, Arapça’dan birçok kelime Türkçeye girmiştir.

6. İslam öncesinde Araplarda yazılı bir edebiyat yoktu. Şiir ve güzel söz söyleme ( Belagat ) sanatları gelişmişti. Bu durum daha sonra da devam etmiştir. Arap edebiyatının gelişmesinde Peygamberimizin hayatını anlatan ( siyer ) ve savaşlarını anlatan ( megazi ) adlı eserlerin büyük önemi vardır.

7. İslâmiyet’ten önce Araplar arasında şiir önemli bir yere sahipti. Emeviler zamanında şiir yeniden gelişti, önemli şairler ortaya çıktı.

Örnek Test:

Peygamber Efendimizin savaşlarını anlatan eserlere ne ad verilir?        

A) Meğazi         B) Kitabul-Cihad            C) Gazavatname          

D) Siyer            E) Gazve

 

G. BİLİM

1. İslam Dünyasında bilimsel alanda ilk gelişmeler Emevilerle birlikte başladı. Bu dönemde İran, Hint, Süryani, Yunan dillerinden birçok eser Arapça’ya tercüme edildi.

2. Tercüme faaliyetleri Abbasiler döneminde daha da yoğunlaştı. Tercüme faaliyetleri sonucunda eski medeniyetlere ait önemli bilgiler İslam Dünyasına giriyor ve Müslüman bilginler bu bilgilere kendi bilgilerini de katarak yeni ve daha gelişmiş bir bilim ortaya çıkarıyorlardı.

3. İslam Dünyasından bilimsel faaliyet konusunda Endülüs Emevileri bir hayli öne çıkmışlar ve başı çekmişlerdir. Başta Bağdat ve Kurtuba şehirleri olmak üzere İslam Dünyasının birçok yerinde kütüphaneler ve medreseler ( üniversite) açılmıştı. Ama Endülüs Emevileri’ni İslâm dünyasına hiçbir katkıları olmamıştır. Tamamen ulaştığı bilgileri Avrupa’ya taşımışlar yıkıldıklarında da bu medeniyet Batının eline geçmiş ve Batı dünyasında öncesinde Rönesans sonrasında sanayi İnkılabı nedeniyle bir gelişme göstermiştir.

4. VIII. Yüzyıl ile 12. yüzyıllar arasında dünyada bilimsel faaliyet alanında İslam dünyası bir numara olma özelliği taşımıştır. Avrupalılar kendi medeniyetlerini Müslümanlardan öğrendikleri bilim sayesinde kurmuşlardır. Avrupa da meydana gelen Rönesans ve Reform hareketleri ve Sanayi İnkılabı’na İslam medeniyetinin büyük bir katkısı vardır.

5. Türklerde İslam medeniyetinin gelişimine büyük katkılarda bulunmuşlardır.

İslam kültür ve medeniyetinde bilimler iki genel gruba ayrılmıştı.

1.İSLAMİ BİLİMLER

a) Tefsir: Abbas, Mes’ud, Ubey b.Kab, El-Ferra, Taberi ,Kurtubi, Zemahşeri , İbn’ül Arabi , Fahruddin Razi ,İbn-i Kesir

b) Kıraat: Kuran-ı Kerim’in doğru okunması öğreten ve açıklayan bilim dalıdır.

c) Fıkıh: el-Basrî ,Ebu Hanife ,İmam Malik , İmam Şafii , Ahmet İbn-i Hanbel

d) Kelam: İmam El Gazali ve Muhyiddin Arabî, Eş’âri, Maturidî

e) Hadis: Hadis bilimi konusunda çalışmalar yapan başlıca bilginler şunlardır: Malik bin Enes, İmam Buhari, İmam Tirmizi, İmam Müslim, Ebû Davut, İbn-i Mâce, Neseî

2.Akli ( pozitif ) Bilimler:

Pozitif bilimler olarak bilinen Akli Bilimler; Tıp, matematik, astronomi, kimya, felsefe tarih, coğrafya gibi bilim dallarına denir. Müslümanlar özellikle halife Harun Reşid ve Oğlu Memun döneminde tercüme faaliyetleri sayesinde birçok bilgiyi öğrenmişler ve bu bilgileri geliştirmişlerdi. Bu dönemde İslam Dünyası Bilim alanında oldukça ileri gitmiş ve her alanda birçok bilim adamı yetişmiştir. Akli bilimlerde yetişen başlıca önemli bilim adamları şunlardır:

a) Tıp: Ebu Bekir er-Razi , İbn-i Sina, Huneyn bin Ihsak ,Masaveyh, Razi, Mecusî

b) Matematik: Harezmi (İlk cebir kitanbını yazdı) , İbn-i Cemşid, Biruni, Ömer Hayam, Sabit bin Kurra ,

c) Kimya: Cebir bin Hayyan, El-Maksidi ,Razî, Makdisî ,İbni Sina

d) Felsefe: Farabi, El- Kindi, İbni Sina

e) Astronomi: El- Battani, Ali Kuşçu, Harizmi, Ömer Hayam, Fezârî, El-Bettanî Hâzin, Ebu’l-Vefa

f) Tarih: Mesudi, Taberi, İbn-i Haldun.

g) Coğrafya: İbn-i Batuta, İbn-i Havkal.

H. EĞİTİM-ÖĞRETİM

1. X. yüzyılda ilk medreseler açılmaya başlandı.

2. İlk İslam Okulu Medine’de Mescid-i Nebevi’nin yanında yapılan SUFFE’dir

3. Eğitim-öğretim alanında en büyük gelişme Abbasiler döneminde oldu. Camiler eğitim-öğretim çalışmalarında yetersiz kalınca bunların yanına okullar açılmaya başlandı.

4. Halife Me’mun zamanında Bağdat’ta ( Beyt ül Hikme ) adında ilk yüksek öğrenim kurumu açıldı.

5. İslam dünyasında ilk büyük medreseyi Türkler kurdu. Alparslan’ın veziri Nizamü’l- Mülk tarafından Bağdat kurulan bu medreseye kurucusunun adından  dolayı “ Nizamiye Medresi” adı verilmiştir.

İ. SANAT

1) İslam Dinini yaymak için yapılan fetihler aynı zamanda İslam sanatının gelişmesini de sağlamıştır. Çünkü fethedilen ülkelerdeki sanat anlayışı İslam sanatını da etkiliyordu. Bunun sonucunda farklı sanat anlayışlarından oluşan yeni ve daha gelişmiş bir İslam sanatı ortaya çıkmış oldu.

İslam Sanatı İran, Bizans ve Türk sanatından etkilenmiştir.

2) Resim ve heykelcilikle uğraşılmamış bunun yerine mimari eserlerde oymacılık, nakkaşlık, kakmacılık, çinicilik ve cam işçiliğinde önemli gelişmeler olmuştur. Ayrıca hat ve minyatür alanında gelişmeler yaşanmıştır.

3) Mimari olarak ülke topraklarının her yerine camiler, medreseler, köprüler, hanlar, kervansaraylar yapılmıştır.

4) Mimari eserlerde kubbe ve kemer kavramları Türklerden Araplara geçti ve eserlerde kullanılmaya başlandı.

5) Camilerde mihrap, minare ve şadırvan gibi yapılar ilk olarak Emeviler zamanında kullanılmaya başlanmıştır.

6) İslam sanatında gelişen belli başlı sanat dalları şunlardır:

Mimari, Minyatür, Hat ( Güzel yazı ) ,Tezhip, Oymacılık, Kakmacılık, Sedef işlemeciliği, Çinicilik.

7) Saray yapımında açık olarak Bizans ve İran etkisi görülür.

8) Emeviler döneminin en önemli eseri Halife Abdülmelik’in Kudüs’te yaptırdığı Kubbetüs-Sahra’dır. Şam’da Emevi Camii, Kuseyr-i Amra Camii, Fustat’ta Amr b.n As Camii, Kudüs’te el-Aksa Camii ve Fas’ta Kutubiye Camii diğer Emevi eserleri arasındadır.

9) Endülüs Emevileri’nin Kurtuba Camii ve El-Hamra Sarayı yapılmıştır. Bu mimaride “arabesk” denilen süsleme sanatı kullanılmıştır.

10) Abbasilerin en önemli mimari eserleri arasında Samerra Ulu Camii ve Belkuvara Sarayı’dır.

İslam Kültür ve Medeniyetinin Kaynakları Şunlardır;

İslam medeniyeti, İslam dinini kabul eden halkların birlikte oluşturduğu medeniyetin ortak adıdır. 
İslam medeniyetin gelişiminde;
 Arapların, İranlıların, Türklerin, Hintlilerin ve Afrikalıların katkısı büyüktür.

 

1. Akl-ı selim: 3.1. Akl-ı Selim Akl-ı selim, insanın hüküm ve kararlarında doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yetisidir. İnsanın yaratılışındaki temizliği koruyan, onu ilahî emirlere muhatap kılan ve hakikati izlemesinde ona yol gösteren akıldır.

Allah (c.c.), akıl sayesinde insanın kendini kontrol edebileceğini bildirir. Akl-ı selimin, fıtratına yabancılaşmayan insanları koruyacağını vaat eder: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar.”

Akıl Sahibi; fsaneleri, çelişkili sözleri ve iddiaları reddeder.

Akleden İnsan; özgüven sahibi olmasıdır. Bu insan, hayatın farklı yönleri ile dengeli ilişkiler kurmayı başarır

 Akıl Sahibi İnsan; Doğruyu eğriden ayırabilen akl-ı selim sahibi kişi, vicdanının sesini dinler. Vicdan ise insan tabiatını iyiye sevk eden yetidi

Kur’an’a göre “akıl sahibi” olanların ortak özelliklerini aşağıdaki gibi belirtilmiştir:

Hayatlarını titizlikle sürdürürler

 Nefislerini temiz tutar, tutkularına ve nefislerine yenik düşmezler

Maddi ve manevi hakikatlerin sırrına hayran olurlar.

Feraset sahibidirler

Yüce Allah akıl sahibi müminler için: “Müminin ferasetinden sakınınız. Zira o, Allah’ın (c.c.) nuru ile bakar.” Buyurmuştur.

Kaynak                             :

(Tirmizi, Tefsir, 16 ) hadis-i şerifinde ifade edilen Allah’ın (c.c.) nuruyla bakmak, Allah’ın (c.c.) müminlere bahşettiği bir imkân olarak hakla batılı ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneğidir.

(Kur’an’da “ulü’l-elbâb” (Haşr suresi, 2. ayet), “ulü’n-nüha” (Zümer suresi, 9. ayet) ve “ulü’l-ebsâr” (Taha suresi, 54. ayet)

. Kur’an ve Sünnet:

 3. Kur’an öğretisinin merkezinde her şeyin hâkimi olan Allah (c.c.)’ın gönderdiği Kur’an ve Peygamberimizin yaptığı uygulamalardır vardır. Kur’an’da bununla ilgili olarak yüzce Allah şöyle buyurmaktadır:

 “ (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” ayeti ile ifade edilmiştir.

Kur’an’ın varoluş nedenini, aklın önemini ve işlevini, toplumsal kuralları açıklar.

  İnsanın Allah (c.c.) ile kendi cinsiyle ve diğer mahlûkatla ilişkilerinin ölçülerini belirler. Aile, toplum ve devlet düzeni gibi hayatın her alanında insana rehberlik eder. Kur’an ve sünnet, ideal insan modelini tanımlar. Bu sayede Müslümanlar, ilişkilerinde ifrat ile tefrite düşmekten sakınır ve hayatı ölçülü biçimde yaşarlar.

İfrat: Ölçüyü aşma, ileri gitme

Tefrit: Geride kalma, yeterli ölçüde olmama durumu

 Kur’an’daki “Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve Ahret gününü ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için Resûlullah’ta güzel bir örnek vardır.”  Ayeti ile bizim kimi örnek almamız gerektiği istenmiştir.

Duyular (Havâss-ı Selime): Havâs, his (duyu) kelimesinin çoğuludur. Duyular, görme, işitme, tatma, koku alma ve dokunma olmak üzere beş tanedir. İslam kaynaklarında beş duyu, bilgi elde etme yollarından biri olarak kabul edilir.  İnsanın alıcıları olan duyu organları, dış dünyadan sürekli veri alır. İnsan duyuları sayesinde maddenin niteliğini ve niceliğini öğrenir, farklılıkları ayırt eder. Deney ve gözlemler yaparak evrendeki oluşumlar, canlı ve cansız varlıklar hakkında sonuçlara ulaşır.

Duyu organlarının verdiği bilgiler çeşitli nedenlerle yanıltıcı olabilir. Çünkü duyu organlarının kapasiteleri sınırlıdır. Örneğin gözümüz sadece bazı ışın dalgalarını görebilir, kulağımız sadece belli aralıktaki ses frekanslarını işitebilir. Kur’an-ı Kerim’de, duyuların insanı yanıltabileceğine, bu nedenle duyularla edinilen bilginin vahyin ve aklın denetiminden geçmesi gerektiğine işaret edilir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”20 Ayrıca varlıkları algılaması için verilen duyu organlarını doğru kullanmayan insanların kınanacağı belirtilir.

Örf ve Âdetler: Duyu organları vasıtasıyla elde edilen bilgiler, İslam kültür ve medeniyetinde ilim ve sanatın oluşmasına önemli katkı sağlamıştır.

Toplumda genel kabul gören ve sürekliliği olan sosyal davranış biçimleri ile yerleşik uygulamalara örf denir. Daha çok hukuki sonuçların belirlenmesinde dikkate alınan normlardır. Âdet ise gelenek hâline gelmiş alışkanlıklar için kullanılır. Bu iki kavram birbirinin yerine de kullanılmaktadır.

Müslümanlar, hâkim oldukları coğrafyalarda farklı örf ve âdetlerle karşılaşmıştır. Bu durum, kültürler arası iletişim ve etkileşimi sağlamıştır. Diğer kültür ve medeniyetlerle etkileşimde neyin alınıp kabullenilebileceği meselesinde seçici bir tutum izlenmiştir. Bu seçimde, belirleyici kriter tabii ki Kur’an ve sünnet olmuştur. İslam’ın kuşatıcı tutumu, farklı geleneklerden insanlara İslam ile ilişki kurma yollarını açık tutmuştur.

İslam’dan önceki Arap toplumunda, diğer tüm halklarda olduğu gibi hukuki uygulamaların çoğu örf ve âdetlere göre düzenleniyordu. İslamiyet bu uygulamalardan faydalı olanların devamında sakınca görmemiştir. Nikâh ve boşanma gibi muameleleri yeniden düzenleyerek uygulamaya devam etmiştir.

 Nukûd denilen külçe veya meskûk denilen altın ve gümüş paraların kullanılmasında sakınca görmemiştir.

Ancak içki, faiz, kumar, fal, gibi cahiliye âdetlerini yasaklamıştır.

İslam hukukunda, hakkında Kur’an ve sünnette doğrudan hüküm bulunmayan, ancak dine, akla ve toplumun faydasına ters düşmeyen örf ve âdetler uygulamada delil kabul edilir. Bu nedenle örf ve âdetlere vâkıf olmak, hâkimin önemli vasıflarından biridir. Örf, dinin uygulanmasında farklılıklar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle İslam fıkhı, sahih örfü yeni hükümler vermede bir bilgi kaynağı olarak kabul etmiştir.

Diğer Kültür ve Medeniyetler:

Diğer Kültür ve Medeniyetler Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ilk vahyin geldiği coğrafyada birbiriyle bağlantılı dört kültür ve medeniyet havzası bulunmaktaydı. İslam kültür ve medeniyeti, kendi varlığını özgün bir tecrübe olarak devam ettirirken mevcut medeniyet havzalarıyla etkileşimde bulunmuş ve insanlığın ortak mirasını korumuştur. Bu medeniyet havzaları şunlardır:

 Yunan-Roma terkibi: Grekçe ve Latincenin konuşulduğu Akdeniz havzası

- Sami ve İran terkibi: Nil’den Maveraünnehir’e kadar uzanan, Mezopotamya ve İran havzası

Hindu terkibi: Hindistan havzası

 Uzak Doğu terkibi: Çin ve ona komşu bölgeleri ve İç Asya havzası

İslam kültür ve medeniyetinin doğduğu bölge;

Yunan-Roma, Hindu ve Uzak Doğu terkiplerinin doğrudan etki ve egemenlik alanları dışında yer almaktaydı.

Sami ve İran terkibine ise komşuydu. İlerleyen zamanlarda İslam kültür ve medeniyeti, bu havzalarda yaşamış toplumların birikimini almış ve bu birikimi dönüştürerek devam ettirmiştir.

VIII. yüzyıldan itibaren Müslümanlar, Antik dünyanın bilim ve düşünce eserlerini İslam dünyasının ortak ilim ve kültür dili olan Arapçaya aktarmışlardır. Kültür ve medeniyet havzalarının yetenekleri, enerjileri, tecrübeleri ve birikimleri, İslam kültür ve medeniyetine doğru akmıştır. Böylece İslam ilim ve düşüncesine dayalı olarak gelişen yeni ve özgün medeniyet anlayışı, asırlar boyu evrensel medeniyet kervanının öncüsü olmuştur.

Hürriyet; Özgür İrade ile Düşünme ve Karar verme Erki;

 Hürriyet; insanın doğuştan sahip olduğu temel haklardandır. Kişinin irade gücünü kullanabilmesidir. İslam, hürriyeti dinî, ahlaki, hukuki ve toplumsal yönleriyle bir bütün olarak ele alır. İnsanın özgürlüğü, iyi insan olması amacına yöneliktir.

Özgürlüğün gerçekleşmesi, insanın yaratıcısına ve diğer varlıklara karşı sorumluluklarını yerine getirmesi şartına bağlıdır.

Sorumluluk: İslam bize; Allah, peygamberiz, Anne-baba, devlet çevre ve toplum’a karşı sorumluluklarımızı hatırlatır.

Sorumluluğun kıymetini bilmeyenler özgürlüğünü kaybeder. Özgürlüğünü kaybedenler ise mutluluğunu kaybeder.

Bu nedenle Mutluluğun  temel unsurları

-Özgürlük

-Sorumluluk

-Adalet

-Güzel ahlak

-Ekonomik güç

Bunlar mutluğun sağlayan temel unsurlardır. Ama İslam bize hür olduğumuzu hür irademizle mutluluğu elde etmenin sırrının sorumluluklarımızı yerine getirmekte aramamızı  hatırlatır. Gerisi bireyin kendisine kalmıştır. İster sorumluluklarını yerine getirip dünya ve ahret sadet ve mutluluğuna kavuşur, isterse sorumluluklarının gereklerini yerine getirmez ve sonuçlarına katlanır. Her iki durumda da kendi iradesi sonucunda vereceği karara bağlı olduğunu hatırlatır. 

Hürriyet, insanın yalnızca Allah’a (c.c.) kulluk ederek, bütün dünyevi otoritelerden kurtulmasıdır.

İslam kültür ve medeniyeti, insanı kula kul olmaktan kurtararak özgürleştirir. Yalnız Allah (c.c.) karşısında eğilerek O’na itaat etmek, -kişiyi kendi nefsi dahil- köleleştiren her türlü gücün baskısı ve boyunduruğu altına girmekten korur.

Allah (c.c.) insana, dünya hayatında yapacağı işlerin sonuçlarını bildirir.

 Hak-batıl, (doğru-yanlış,)

sevap-günah

dünya-ahiret tercihlerinde; “Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…”  ayetiyle onu özgür bırakır.

İslam insanın özgür olduğunu vurgularken, onun ahlaki ilkelerden sorumlu olduğunu bildirir; amaçsız, değerlerden yoksun, başıboş bir özgürlüğün olamayacağını öğretir.

Hürriyet, insanın yaratılış gayesini açıklar. “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur...” ayetinde yaratılışın gayesinin insanın imtihanı olduğu ifade edilir.

İnsan hür bir iradeye sahip olduğundan, imtihan olmaktadır. İslam inancına göre insan başıboş yaratılmamıştır.

Onun amacı, Allah’a (c.c.) ibadet etmek ve erdemli davranarak dünya ve Ahiret mutluluğunu elde etmektir.

İslam kültür ve medeniyetinde hürriyetin hayata etkileri şu şekilde sıralanabilir;

- İslam; inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü tanır.

-İslam; savaşlarda dahi kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülmesine, esirlere kötü muamelede bulunulmasına izin vermez.

- İslam, sınıflı bir toplum yapısını reddeder.

- İslamiyet insan özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı yönetim anlayışlarını reddeder.

-İslam dinine göre insan için asıl olan esaret değil hürriyettir.

Netice itibariyle İslam kültür ve medeniyeti insanların, toplumların ya da ülkelerin birbirlerine savaş yoluyla üstünlük kurmadığı bir dünya öngörür.

TEST SORULARI

1. Aşağıdakilerden hangisi kültürün özelliklerinden birisi değildir?

A) Toplumun olmadığı bir yerde kültürden de söz edilemez.

B) Kültürsüz bir insan topluluğu olamaz

C) Kültür değişmez ve süreklidir.

D) İhtiyaç giderici özelliğe sahiptir.

E) Tarihsel ve süreklidir.

2. İslam medeniyetinin doğduğu zamanda aşağıdaki kültür ve medeniyet havzalarından hangisi yoktur?

A) Nil’den Amuderya’ya kadar uzanan Sami-İran terkibi 

B) Anadolu’dan İtalya’ya kadar uzanan ve Latincenin kullanıldığı dünya

C) Hindistan Bölgesi’ndeki Hindu terkibinden oluşan dünya  

D) Çin ve Uzak Doğu terkibinden oluşan dünya 

E) Afrika İmparatorluk Devletlerinin geleneklerin oluşturduğu dünya

3. Aşağıdakilerden hangisi kültürün özelliklerinden birisi değildir?

A) Toplumun olmadığı bir yerde kültürden de söz edilemez.

B) Kültürsüz bir insan topluluğu olamaz

C) Kültür değişmez ve süreklidir.

D) İhtiyaç giderici özelliğe sahiptir.

E)Tarihsel ve süreklidir.

1-A, 2-E, 3-C

İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİNİN ESASLARI

Kültür ve medeniyet; dinî, siyasi, sosyal, ekonomik, ilmî  ve sanatsal alanlardaki gelişmelerle zaman ve mekân içerisinde oluşur. Medeniyetler, kendilerine özgü esaslar sayesinde birbirlerinden ayırt edilirler.

İslam kültür ve medeniyetinin esasları; tevhid, hürriyet, ilmîlik, özgünlük, yerellik, evrensellik ve sulh esasları üzerine kuruludur.

İslam’da Tevhid Anlayışı:

“Sözlükte “tevhid”; birleme, bir şeyin bir olduğuna karar verme, tek kılma anlamlarına gelir.

Terim olarak ise “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resulüdür.” anlamına gelen “La ilahe illallah, Muhammedün resulullah” cümlesine kalp ile inanıp dil ile söylemek demektir.” “Tevhid; Allah’ın (c.c.) zâtında, sıfatlarında, mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etme anlamında olan bir terimdir. Tevhid’in karşıtı şirktir.”

Tevhid, İslam toplumunun ilim, sanat, düşünce ve sosyal hayatının her alanında etkili olmuştur.  İslamiyet’te Allah (c.c.) her şeyin yaratıcısı ve sahibidir.

İnsan fıtratı tevhidi kavrayabilecek ve hayata uygulayabilecek kabiliyettedir. Müslümanlar Allah’ın (c.c.) varlığını ve tekliğini hayatlarının her aşamasında fark ettirecek şekilde hareket ederler.

 Eserlerini bu anlayışla ortaya koyarlar. Allah’ın (c.c.) güzel olduğuna, bu güzelliğin kainatta tecelli ettiğine inanır ve yaratılmışlarda güzelliği ararlar.

Tevhid anlayışının Müslümanların hayatına etkilerinden bazıları şu şekilde sıralanabilir:

• Şirkin reddedilmesi,

• Her işte yalnızca Allah’ın (c.c.) rızasının gözetilmesi,

• Hayata bakışta din, dünya ve ahiret ayrımının olmaması,

Sanat eserlerinin Allah’ın (c.c.) birliğine aykırı unsurlar içermemesi,

• Mimari eserlerde kubbenin merkezde bulunması ve ihtişamın Allah’ın (c.c.) tekliğini hatırlatacak şekilde dinî mimariye ait eserlerde gösterilmesi.

• Ezanın yeryüzünde tevhidin sembolü olarak yankılanması

Batıl (arp.) : sıfat İnançlar bakımından gerçek olmayan, asılsız, boş, geçersiz

Tevhid İslam toplumlarının yönlendirici gücüdür. Peygamberler tevhid mücadelesinin öncüsüdür. Hak olanı yüceltme, batıl olanı ortadan kaldırma amacıyla yapılan her türlü gayret, tevhid mücadelesini ifade eder. İslam kültür ve medeniyeti, tevhidi esas alan yeni bir toplum inşa etme sürecinde ortaya çıkmıştır.1 “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkumdur.”2

İlim (Bilim)

 Kur’an’ın ilim olarak değerlendirdiği bilgi, vahiyle peygamberler tarafından insanlara iletilen bilgidir. Kur’an-ı Kerim’de ilim kesin hakikati ifade eder. “...Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”7 

Bilginin ilim değeri kazanabilmesi için temel ölçüt, Allah’ın (c.c.) kitabına uygun olmasıdır.

 İslamiyet, yeryüzünde insanlığı ilme sevk eden ve ilim tahsilini ibadet sayan yegâne dindir.

İslamiyet, ilim dini olarak nitelendirilir.  İslamiyet insanı, daima ilim öğrenmeye teşvik eder.

  Kur’an’da “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti” ayeti, Allah’ın (c.c.) sıfatlarından el-Alîm ifadesi ile birlikte Allah’ın (c.c.) muallim özelliğine işaret eder.

 Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren vahiy sayesinde eşyanın bilgisine sahip kılınan peygamberler de insanlığın muallimleri olmuştur. Toplumları ilimle sevk ve terbiye etmişlerdir.

Not: “Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim (ilm) genellikle “bilgi” ve “bilim” karşılığında kullanılır.

Müslümanlar peygamberin yönlendirmesi ve teşvikiyle, , bilgiye ulaşmada gayret göstermişlerdir. İlmî çalışmalarda gösterilen gayret; mantık, kelam, felsefe, hadis, tefsir, fıkıh, tarih, dil, fizik, kimya, matematik, tıp ve astronomi gibi ilimlerin doğmasını ve gelişmesini sağlamıştır.

Özgünlük:

Özgünlük İslam kültür ve medeniyeti, karşılaştığı İran, Yunan ve Hint gibi medeniyetlerden aldıklarını İslam potasında eritmiştir. Devraldığı mirasın, tevhide uygun olanını kullanmış, aykırı olanını ise ya ıslah etmiş ya da reddetmiştir. İslam medeniyeti eklektik, taklitçi ya da öykünmeci tutum içinde olmamıştır.

Yerellik:

 İslamiyet, yerel değerleri de göz önünde bulundurur. Yayıldığı bölgelerdeki kültürel farklılıkları zenginlik olarak değerlendirir.  Kültürel asimilasyona karşı çıkar. İslam kültür ve medeniyetinin farklı coğrafyalara yayılmasında ve kabul görmesinde yerel olana zarar vermeme ve onu koruma anlayışı etkili olmuştur. 

Örf ve adetler, İslam hukukunun dört temel kaynağı olan Kur’an, sünnet ve icmadan  sonra gelen kaynakları arasında yer alır.

İcma: İslam bilginlerinin bir konuda fikir birliği etmeleri.

Evrensellik:

 İslam kültür ve medeniyeti, kaynağı, içeriği ve mesajı itibarıyla evrenseldir. Allah (c.c.), insanları ve evreni yaratandır.  O, alemlerin Rabbi ve her şeyi kuşatandır.

Kur’an-ı Kerim, “Ey İnsanlar”, “Ey Âdemoğulları” hitabıyla başlayan birçok ayette sınıf, ırk, cinsiyet, toplum ayrımı yapmaksızın, bütün insanlara olduğunu beyan eder. Bu mesaj ilahi kitapları ve peygamberleri tasdik edici şekilde çağlar boyu devam eder. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) son peygamber olması, İslam’ın insanlığın kıyamete kadar bütün ihtiyaçlarına cevap vereceği anlamına gelir.

SÜREKLİ VE DÜZENLİ TEKRAR BAŞARIYI KESİNLEŞTİRİR

1. [….] İslam medeniyeti tamamen vahiy kaynaklıdır.

2. [….] İslam medeniyeti, diğer medeniyetlerden etkilenmiştir.

3. [….] Kültür, ihtiyaç giderici bir özelliğe sahiptir.

4. …....Medeniyet ...............…..  insanın kendini ve tabiatı idare etme yoluyla meydana getirdiği eserlerdir.

5. Erol Güngör’e göre “Bir …......Kültür.............….. her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir.”

6. Toplumda kabul gören ve sürekliliği olan sosyal davranış biçimleri ile yerleşik uygulamalara ...........örf..................... denir.

7. İslam medeniyetinin özü, …....tevhid...............….. ilkesidir.

8. Tevhid’in karşıdı ….şirk’…..tir

 

 

 

 

 

 

Google+ WhatsApp