Röportaj; Okul Müdürü Adnan Hakan
1-Okulumuzda karşılaştığınız sizi en çok rahatsız eden sorunlar nelerdir?
"Öğrencilerin kılık kıyafet yönetmeliğine uymaması diyebilirim."
2-Okulumuza atandığınızda ne gibi problemlerle karşılaştınız?
"2014 yılının sonunda atandım. Okulun yıkılacağını bilmiyordum. Okula atanmış olduğum dönemde karşıma okulun yıkılacağı olayının çıktığını, projesinin hazırlanmış olduğunu gördüm ve birdenbire okulun yıkılması ile karşı karşıya kaldım fakat hemen de yıkmadılar. Bu daha da kötü oldu. Okul aşırı derecede bakımsızdı, tuvaletlerin kapıları yoktu, yıkılacak diye masraf yapmaktan kaçınmışlar çünkü öğrencilerden toplanan paralarla tüm ihtiyaçlar karşılandığı için gereksiz yere harcamalar olmasını istememişler. Pencerelerde, kapılarda birçok yerde kırıklar, dökükler vardı; duvarlar boyasızdı. Yaklaşık 1-2 ay bekledik ancak okul yıkılmayınca mecburen geçici olarak tamiratlar yaptık ve bir yıl sonra okul yıkıldı ondan sonra da yeni binamızı yaptık, yani okulumuzu devraldığımda ilk karşılaştığım sorun okulun yıkılmasıydı."
3-Mevcut olan bu problemlerin ne kadarını çözüme ulaştırdığınızı düşünüyorsunuz?
"Eski okulun yıkılıp yerine yenisinin yapılması kolay olmadı ama şu anda bu sorunu %100 çözüme ulaştırdık; yeni okulun problemlerinin de %90'ını fiziki olarak çözüme kavuşturduk."
4-Okulumuza "Fatih Projesi" kapsamında gelecek olan akıllı tahtalar halen gelmedi hatta henüz ihalesinin bile yapılmadığı söylenmekte. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
"Okul yıkılmadan önce akıllı tahtalar proje çerçevesinde okulumuza geliyordu ama okulumuz yıkılacağı için biz akıllı tahtaları başka bir okula vermelerini istedik. Oradaki çocuklar da bu ülkenin çocuklarıdır diye böyle bir şey yaptık ancak bu kadar da geç kalınacağını düşünmemiştik. Okul inşaatı biter bitmez bize akıllı tahtaları getirir ve kurarlar diye düşünüyorduk.
2016'nın sonunda okula taşındık ancak akıllı tahtalarımız halen daha gelmedi. 2020'nin sonuna kadar da gelmeyeceği konusunda bizler de duyumlar alıyoruz ancak her şey akıllı tahta değil isteyen insanlar bir şekilde teknolojiyi kullanarak eğitim yapabiliyor."
5-Okulumuzun sınavsız öğernci alan okul olmasından ötürü 9. sınıf öğrencilerinin sayısının hali hazırda çok fazla olmasına rağmen seneye yine bu sayı civarlarında 9. sınıf öğrencisi alınırsa ikili sisteme geçme ihtimalimiz var mı?
"Okulumuz Anadolu Lisesi statüsünde geçtiğinde 313 puanla başlamıştı. Diğer okullar 4 sınıf öğrenci alırken biz 10 sınıf öğrenci almamıza rağmen başarımızı 458 puana kadar yükselttik yani taban puanımızı yaklaşık 150 puan kadar çıkarttık. Bu çok büyük bir başarıydı. Okulun eğitim kadrosunun tecrübesi ve başarılı olması burada çok net bir etkendi ancak benim asla kabul etmediğim ve tasvip etmediğim şekilde -ama bakanlığın öyle uygun gördüğü sebebini de çok anlayamadığım- "Dar Bölge" sistemine geçildi ve sınavı kaldırdılar. Sınav en adil sistemdi çünkü herhangi bir şekilde torpilin dönmesi mümkün değildi. Ortalama 30-34 olması gereken sınıflar dar bölge sistemi yüzünden 40-45’e çıktı. Gelecek sene de aynı şekilde bir 9-10 sınıf (kırk beşer kişi olarak) bekleniyor fakat bu okulun 2000 öğrenciyi kaldırma kapasitesi asla yok. Bundan dolayı önümüzde ikili eğitime geçmekten başka çare görünmüyor. İkili sisteme geçildiği takdirde ise hem öğretmenin verimi düşecek hem de öğrencinin verimi, isteği düşecek çünkü sabahın yedisinde ders başlamak zorunda. Akşam 18-19’a kadar dersin devam etmesi gerekiyor. Günde 16 saat ders görülmesi eğitim-öğretimi çok olumsuz etkileyecektir."
6-Peki kontenjan sayımızı aşağıya çekebilme, daha fazla öğrenci alamayacağız deme gibi bir durumumuz var mı?
"Hayır, ortalama olarak 40 öğrenci üzerinden derslik sayınız kadar kontenjan girin diyorlar. Bizim bu sene 12. sınıflarımız sekiz şube. Bu sekiz şubeyi mezun ettiğimiz zaman zaten boşta bir dersliğimiz yok, 9. sınıflardan sekiz tane şube almamız gerekiyor. Bu da 320 öğrenci yapar. Buradaki kötü durum şu, daha önce sınavla gelen çocuklardan %1' i sınıfta kalıyordu ama dar bölge sistemi ile gelen çocukların önceki sistemle gelenlere kıyasla daha büyük bir kısmı öğretmenler kurulu kararı ile geçip 7, 8 zayıf ile geldiği için 9. sınıftaki başarı ortalamaları %48-%50 civarında. Sınavla gelen öğrencilerde ise başarı grafiği %85 civarında. Dolayısıyla bir 50 tane öğrenci kalırsa 9. sınıftan sınıflarımız 50 kişiyi bulacaktır. Bu bir felakettir."
7-Branşınızın Tarih olduğunu biliyoruz, sizce Milli Eğitim Bakanlığı'nın Tarih kitaplarında bize birlik ve beraberliği sağlama, sağlam kaynaklara dayalı olma konusunda objektif bir şekilde hazırlanmasına sizce dikkat ediliyor mu, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
"Tarih kitapları sübjektif bir konuya sahip ve bizim cumhuriyet dönemimizin en zayıf olduğu yanıdır çünkü yıllarca Emin Oktay denen gayrimüslim bir insan tarih kitaplarını elimizdeki kaynaklar depolarda çürürken sağdan soldan bulduklarıyla yazdı. Şurada 1985'ten sonra bizim tarihçilerimiz Osmanlı arşivlerini açarak, Japon ve Rus tarihçilerden kaynak bularak Osmanlı ve daha önceki Türk tarihini yazmaya yeni yeni başladılar yani bir 30-35 yıllık geçmişimiz var. Buna rağmen hala tarihi objektif yazabilecek bir kritere sahip yazarımız da yok, ne yazık ki tarihçimiz de yok, yazanlar da mutlaka günün şartlarındaki iktidarın ya da belirli güçlerin etkisinde kalarak doğruları yazamıyorlar.
Birlik bütünlüğümüze yönelik olarak bir 12 Eylül Darbesi’nden sonraki dönemlerde yazılar yazılmıştı ama komşularımızla iyi ilişkiler politikası çerçevesinde son dönemlerde çıkarıldı. Bu çıkarılanlardan bir tanesi de Andımız'dır. Andımız insanlarımızı birlik bütünlüğe yönlendiren bir yazıdır. Ayrıca Yunanlara düşman diye bahsediyorduk. Düşman topraklarımıza göz dikip de girip masum köylümüzü, vatandaşımızı öldüren; kadınımızı, kızımızı, çocuklarımızı öldüren birine dost diyemeyiz. Şu anda dost oluyor olabiliriz ama o dönemki olayların yaşandığı döneme göre değerlendirilmesi lazım. Bize çiçek vermek ya da yemek vermek için gelmediler Anadolu'ya. Bizi yok etmek için geldiler. O an bize düşmandılar ve çarpıştık. Bunu tutup tarih kitabında düşmanımız Yunanlılar Anadolu’yu işgal etti diye yazmanın hiçbir şekilde bir mahsuru yok çünkü biz bugünün Yunanlılarını anlatmıyoruz. Fakat politika gereği siyasetçiler ve siyasi partiler zaman zaman böyle yanlışlar yapıyorlar. Sanki Yunanlılar dostmuş, pikniğe gelmiş de biz onları öldürmüşüz gibi bir tutum içine girmişler. Bugün kitaplarda ne yazık ki bunları görüyoruz, bu da bizi üzüyor.
İnsanlar geçmişini bilmedikleri müddetçe geleceklerine yön veremezler. Geçmişimizi doğru bilmek zorundayız, hatalarımızdan ders çıkartmak ve güzel şeyleri geliştirmek zorundayız. Tarihin en büyük özelliği budur, yani geçmişimizi iyi bileceğiz ki hatamızı bir daha yapmayacağız. Doğru ve güzel yaptıklarımızı örnek alıp geliştireceğiz. Mesela eğitimde Osmanlı'da Enderun Mektebi dünyanın en gelişmiş eğitim sistemine sahipti ve oradaki insanlar hocalarını seçebiliyordu, orada almak istediği dersi de seçebiliyordu. Ülkemizde 90'lı yıllarda "Kredili Sistem" diyerek bu sistemi uygulamaya çalıştık ancak altyapısını yapmadığımız için o dönemde başarısız olundu. Halbuki dünyada bu kadar denenmiş sistemlerin içerisindeki en güzeli oydu.
Mesela şöyle düşünün "Okulumuzda 90 tane öğretmen var. 10 tane Edebiyat, 12 tane Matematik öğretmeni var. 8 tane de İngilizce Öğretmeni var. Siz İngilizce dersi dinlemek istiyorsunuz ve diyorsunuz ki “Ben dersimi Osman Emre Bey’den görmek istiyorum.” Seçebiliyorsunuz ve bu çok güzel bir şey. Ben size getirip şu seçmeli derslerden seçeceksiniz demiyorum, 30-40 adet seçmeli ders var siz ilginize göre o derslerden birini seçiyorsunuz, 15 kişilik grup oluştuğu takdirde o dersi görebiliyorsunuz, hem de istediğiniz öğretmenden. Hem dersi seçiyorsunuz hem de öğretmeni seçiyorsunuz. Esas öğrenci merkezli öğrenciyi mutlu eden okula bağlayacak ve okula gelmesine sebep olacak önemli bir şey bu ama biz bunu da başaramadık. Dediğim gibi altyapısı olmadan hadi şöyle bir şey yapalım demekle onun da üstüne çıkamadık.
TEOG sınavını getirdik, "Adil olsun." dedik, çok adildi, ufak tefek aksaklıklar her şeyde olabilir. Onun da içinden çıkamadık bozduk, şimdi bu sistemi getirdik emin olun 4 yıl sonra bunun da içinden çıkamayacağız ve başka bir sisteme geçeceğiz yani Milli Eğitim’in bir "Devlet Politikası" olmak zorunda! Dünyada tüm milletlerin, devleti olan tüm milletlerin dış politikaları, sağlık, eğitimleri devlet politikasıdır. Siyasiler üzerinde ufak tefek değişiklikler yapabilirler fakat sistemin kökten değişimini sağlayamazlar, sistem buna izin vermez. Onun için Cumhurbaşkanı seçmek gibi bir şey, büyük bir oylama ve büyük bir oy oranı gerekir ama bizde hiç kimsenin oyuna gerek yok. Milli Eğitim Bakanıysanız sistemi istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz yani sizin oyunuz yeterlidir tek başına. Bu yanlış bir sistemdir. İnsanlar gelip de kafasına göre eğitim oluşturmamalı. Doktora görev verirsiniz, beceriksizdir, sahtedir. 1 kişiyi öldürür, 5 kişiyi öldürür 10 kişiyi öldürür en fazla 100 tane kişiyi öldürür. 101. ölümde sahte ya da beceriksiz olduğu ortaya çıkar bir kenara atılır ama bir eğitim politikasını yanlış kurgularsanız 20 milyon genci birden öldürürsünüz. Beyinlerine yanlış bilgiyi yerleştirirseniz 20 milyon insandan bunu düzeltmek çok zordur. Bu kadar önemli bir nokta bir MEB Bakanının yetkisine bırakılmamalıdır. En azından o sistemin değiştirilmesi için meclisin en az %60, %70'inin oyu gerekmelidir. Bütçe görüşmelerinde bunu yapıyoruz, %51' i evet demedikçe bütçe oluşmuyor ama MEB politikası için bakanın kabul etmesi yeterli. Bu olmamalı.”
8-Hunlar, Avrupa Hunları, Göktürkler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti gibi devletleri tarih içerisinde görüyoruz. Bu devletlerin içerisinde en çok beğendiğiniz devlet hangisidir?
"Şöyle söyleyeyim, ben Hüseyin Nihal Atsız gibi düşünüyorum. Kendisi şundan bahseder: İngilizler tek devlet, Çinliler tarih sahnesine çıktığından bugüne kadar tek devlet, peki bizde niye 17 tane devlet 354 tane beylik var? Her gelenin illaki kendi ismini koyup devlet kurmasına gerek yok, bizim de devletimiz Büyük Hun Devleti olarak kurulmuştur 243 yılında Hunlarla başlar Cumhuriyet yılına kadar Türklerin devleti tektir, ben arada kurulmuş devletleri hanedanlık olarak kabul ediyorum. Ben de aynen öyle düşünüyorum. Yönetenler Türk ise bugün de Büyük Hun Devletiyiz. Ben öyle bir sürü devlet olmasını kabul etmiyorum.
Eğer bayrakları konusunda hangisini tercih etmemi sorsaydınız önce Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağını sonra Göktürkler'in bayrağını tercih ederdim. Bu bayraklar benim için kutsal bayraklardır."
9-Okul kütüphanesinin büyüklüğü ve alabileceği öğrenci sayısı okulumuzdaki öğrencilerin sayısına göre çok az, yanında müzik odası var ve orada bulunan bateri aşırı derecede gürültü yaratıyor aynı zamanda bahçenin direkt olarak yanında bulunduğu için kütüphanede sesiz ortam sağlanabildiği kadar az sağlanıyor. Bu konuda kütüphanemizi geliştirmek adına ve bu sorunları gidermek için neler yapılabilir?
“Şöyle söyleyeyim, büyük ihtimalle 17 Haziran itibariyle bu okulda olamayacağım artık, görev sürem bitiyor eğer takdir edilir de ikinci dört yıla kalacak olursam projesini biz çizerek 'Kantinin yerini kütüphane, kütüphanenin yerini kantin' olarak değiştireceğiz. Kütüphanenin kitap sayısının çok olması önemli değil ama insanı barındırması ve çalışma ortamının büyük olması önemlidir."
10-Bir Fenerbahçeli olarak Fenerbahçe’mizin son günlerdeki kötü durumu hakkında ne söyleyebilirsiniz?
"İşin gerçeği Aziz Yıldırım'ın spor dünyasını çok gerdiğini düşünenlerdenim. Aziz Yıldırım geldiği günden itibaren hep kavgacı, hep çekişmeli ortam vardı. Spordaki şiddetin kaynaklarından biri Aziz Yıldırım diyordum ancak Ali Koç geldikten sonra Aziz Yıldırım'ı bulup elini öpüp özür dileyesim geliyor, Fenerbahçe'yi getirdiği durum içler acısı. Aziz Yıldırım 20 yıl yönetti, 20 yıl boyunca hiçbir paraya sıkışmadı. Fenerbahçe sıkıştı, diğer takımlar da paraya sıkıştı ama Aziz Yıldırım hiç karşılıksız para istemedi. Ali Koç bunu yapıyor. Fenerbahçe'miz çok köklü bir takımdır ve bu takımı tutmanın ana nedeni renklerini beğenmemden ziyade kurtuluş mücadelesine çok büyük katkı veren takımlardan biri olduğudur. Hatta bu yüzden Atatürk'ün tek ziyaret ettiği büyük kulüplerden biri de Fenerbahçe'dir. Ben de tarihçi olarak bunları bildiğim için ve biraz da Fenerbahçe sevdam olunca artık ölümüne Fenerbahçeli oldum."
11-Okulumuzdaki etkinliklerin artması konusundaki fikirleriniz nelerdir?
" Etkinlikler gerçekten güzel şeyler ama gerçekten bu sene etkinlikler beni rahatsız etti. Niye rahatsız etti? Ben kendim de bir sporcuyum boks, futbol ile ilgilendim, sanata çok düşkün bir insanım, hem halk oyunu hem tiyatro oynamış biriyim ama birçok öğrencinin dersi engellendi. Sosyal etkinlikler çok uzun sürelere yayıldığı için mesela 2 aydır konsere hazırlanıyorlar, şiir dinletisi ekibi neredeyse 3 aydır şiir dinletisine çalışıyor, Tiyatro ekibimiz 1 yıldır çalışıyor. Şimdi bu çocukların derse girişleri aksadığı zaman sıkıntı çıkıyor. Biz sosyal etkinliği sonuna kadar desteklemeliyiz ama sosyal etkinlik hiçbir zaman eğitimin önüne geçmemelidir. Biz burada hata yaptık ve eğitimin önüne geçtik. Bir öğrencinin 20 gün faaliyeti olmaz, yanlış bu. Eğer bu çocuk 20 gün faaliyete katılıyorsa, 50 gün de sınava giriyorsa 70 gün, 30 gün de devamsızlık hakkı varsa 100 gün yapar. Ee, okul 180 gün açık zaten? Sen bunun 100 günü derse girmemişsin ve ben bu çocuktan üniversitede nasıl başarı bekleyeceğim? Ailesinin o çocuğa yaptığı yatırımları ben nasıl görmezden geleceğim? Bu kesinlikle yanlış. SHem ailenin beklentisi açısından hem çocuğun geleceği açısından etkinlikler bu kadar uzun sürelere yayılmamalı.
12-Son sorumuzu da soralım. Genel olarak bizden memnun musunuz, memnun olmadığınız yanlarımız varsa bu yanlarımız nelerdir?
"Ben kendi öğrencilik dönemimi düşündüğüm zaman 12 Eylül öncesiydi, sabah evden çıktığımız zaman akşam eve döner miyiz diye tereddüt içerisindeydik. Çok iç çatışmalarının olduğu, insanların birbirlerine hoşgörü ile bakamadığı bir dönemdeydi, o açıdan çok büyük sıkıntılar yaşadık ama şimdiki öğrencilere kapımın açık olması, herkesin bana rahatlık ile ulaşabilmesi altında o dönemki sıkıntılarımız yatıyor. Belki de o dönemleri yaşamasaydım bu kadar daha hoşgörülü ya da sizlerle iç içe olmazdım. Ayrıca övündüğüm, gurur duyduğum bir yer var, 3 Mayıs'ta sabah Türkçülük gününü kutladık milli bir bayram gibi. Her görüşten arkadaşlar, çocuklar dinledi ve bilgi edindiler. Akşam da şiir dinletisinde Nazım Hikmet'in şiirini dinledik. Komünizmi öven şiirler dinledik, İslamiyet”i öven şiirler dinledik ve hiç kimsenin kimseye karşı bir ters bakışı ve bir kini olmadı. Yani bu okulda şunu görüyorum: Öğrencilerimiz arasında öğretmenlerimiz arasında her görüşe saygı var. Herkesin fikrine saygı duyup birlikte dostluklarımızı arkadaşlıklarımıza yansıtmadan, fikirlerimizi tartışmadan bir birliktelik yaşayabiliyoruz, bir eğitim-öğretim görebiliyoruz. Bu takdire şayan bir şeydir. Üniversitelerde bile becerilemeyecek bir görüntüdür. Bu açıdan ben öğrencileri ve öğretmenleri gerçekten kutluyorum. Türkiyemiz bir mozaikse, hepimiz kendi inandıklarımız ile yaşıyorsak karşıdakine de saygı göstermeliyiz, bu olması gerekendir ve biz bu okulda bunu başarmışız. Bu yüzden öğrencilerimden çok büyük şikayetlerim yok çoğundan memnunum ancak kılık kıyafet ve sağlığa zararlı olmasına rağmen sigara içilmesi gibi durumlara kızgınlığım var. Özetlemek gerekirse ufak tefek problemler dışında öğrencilerimden gayet memnunum.
Röportajı Hazırlayanlar:
Hasan Çakır BAL (10/İ)
Serkan Mert BAYRAK (10/İ
______________________________________________________________________________________________________________________
Kaynak: "BCAL" Dergi -2019 Sayı: 3, Sayfa (3-5)