Köy Ağası ve Çobanın Hikayesi

Köy Ağası ve Çobanın Hikayesi

Ücra mı ücra bir köy varmış. Karlı dağların ardında, Kafdağı’nın eteğinde serçelerin yetişemediği, kartalların zirvesinde yuva yaptığı bir dağın yamacında bir köy!

Köyün bir ağası, bir imamı, bir de muhtarı varmış. Ahali imamı değil ağayı sayarmış.

Lakin Köy muhtarı ağanın sözünden hiç çıkmazmış.

Ağa kimi söylese köylü o adamı muhtar seçermiş. Muhtar ağadan başka kimsenin sözünü dinlemezmiş.

Köyde birisi öldüğünde, Köy Ağası; kendi adamlarından birisinin 12 yaşındaki çocuğunu köyün içine gönderirmiş,

“GİT EVLAT! Bu adamı bir araştır. Bu cennetlik mi, yoksa cehennemlik mi? bir öğren gel hele” dermiş.

Çocuk, köyün içine gider, ölen şahıs hakkında seven ve sevmeyenlerin ne söylediklerini dinlermiş. Sonra duyduklarını gelip köy ağası ve imama anlatırmış.  Çocuk gelene kadar herkes Köy Ağasının yanında sessizce beklermiş.

Çocuk ölen şahsın arkasından, neler söylediklerini öğrendikten sonra, koşarak ağanın yanına varır:  “Ağam bu ölen “Cennetliktir. Ağa bir süre düşünür, sonra kendi bıyığını eliyle tımarlar, sakalını ovuşturarak imama: “İmam efendi bu cennetliktir, bunun cenaze namazını kıldırın!,” dediğinde, köy halkı imam efendi ile birlikte gider ve o ölen adamın cenaze namazını kılar, sonra tabuta koyarak mezarlığı götürüp gömerler, ardından Fatiha süresini okuyup geri gelirlermiş. Sonrasında ise 40 gün kırk gece ölen adamın helvasını bir güzel yerlermiş.

Şayet bu çocuk: “Ağam bu ölen adam cehennemliktir,” derse, köy ahali bu defa; ölen şahıs için cenaze namazı kılmaz, kefene koymaz, öğlece ölen şahısı götürüp dağın eteğindeki uçurumdan aşağı atarlarmış. Böylece  ölen adamın naşını kurtlara kuşlara yem ederlermiş.

Gel zaman git zaman günler haftaları, haftalar ayları aylar ise yılları devirmiş.  Köy ağasının ikiz çocukları büyümüş delikanlı olmuşlar. Ağanın ikiz oğulları babalarını hatalı ve yanlış olduğu kanatine varmışlar. Babalarını bu yanlışlıktan çevirmek isteyen ikizler babalarına bir oyun oynamak istemişler. Bir yol bulmaya çalışmışlar.

 İkizler karşılıklı oturarak kafalarını birbirine dayayarak babalarını bu yanlışlıktan döndürmek için günlerce ne yapacaklarını düşünmüşler. Tam da bu sırada akıllarına bir şey gelmiş. Akıllarına gelen bu düşüncelerini birbirlerine anlatmışlar ve bunu yapmaya karar verirler.   Gece olup herkes yattığında ağanın ikiz oğulları seslerini değiştirerek, bazen dışarıdan, bazen diğer odadan, bazen yorganın altından, bazen de çatıdan:

Ağa başını yastığa koyup uykuya daldığında bir anda sesler duyarmış.

“Ey Raşit Ağa; yakında öleceksin, hazırlığını yap!”

Yakında öleceksin, hazırlığını yap! Sözleri artık ağanın ruhi dengesini bozmaya başlamıştı. Önceleri bir anlam vermezken artık bu işe bir çözüm yolu bulmak ister.

 Ağa bu gelen sesin gaipten olduğunu sanır. Sonra bunu imama anlatır. İmam Efendi bunun bir münadi olabileceğini söyler.

Ağa artık çare yok hazırlıklarına başlar. Kendi mezarını kazdırarak öleceği günü beklemeye başlar.

Ağa bir gün tellalı yanına çağırır, Kim Benim Yerime Ölmek isterse, ona şu kadar mal, bu kadar servet ve para vereceğimi köy ahiline duyur.

Ağanın teklif ettiği para çokmuş

Ama Ağa’nın yerine ölmeyi kabul eden yokmuş

Ağa’nın önerdiği para çokmuş,

kim yerine ölmeyi kabul ederse hayatları kurtulacakmış.

Ama kimse ölüm korkusundan kabul etmemiş.

Ağa son çare olarak kendi çobanını yanına çağırmış.

Çobanına: “Bunu sen yapacaksın.

Sen yarın benim yerime öleceksin.

Öldüğünde bir bak hele Münker ve Nekir ne sorular soruyor.

 Öğren de gel bana bir söyle.

Ben de hazırlığımı ona göre yapayım.”der.

İmam efendi Münker ve Nekir  meleklerin sorular sorduğunu söyler. Hele bu melekler ne soruları sorar onu da bir öğrenelim,” der.

 Ağanın bu isteği karşısında büyük bir korku ve endişeye kapılan Çoban:

 “Ağam ben nasıl yapayım. Ben nasıl senin yerine öleyim! Orası öğle bir yer ki giden bir daha gelmez. Hem ben ölürsem orada sorulan soruları sana nasıl söyleyebilirim? Siz de bilirsiniz ki Ağam, ölüler konuşamaz.

Ağa: “Sen gerçekten ölmeyeceksin.

Sen ölü numarası yapacaksın.

Benim mezarda  bir gece bekleyeceksin ki.”

Çoban çaresiz kalır Ağanın sözünü yerine getirir.

Bir gün sonra Ağa’ın öldüğü ahaliye duyurulur. Köy ahalisi Ağa’nın yerine çobanı götürüp mezara koyarlar.

Sonra Fatiha okuyup Çobanı mezarlıktaki çukurda yalnız bırakıp geri gelirler.

Gün batar karanlık çöker. Ağanın çobanı mezarlıkta ölü numarası yaparak gece boyunca sessizce sabaha kadar beklemeye başlar.

Ağanın oğulları kendi aralarında tekrar yeni bir plan kurarak çobanı korkutmak istemişler.

 Her ikisi de beyaz renkli elbise giyinir ve yüzlerini de maske ile gizleyerek Çobanı biraz korkutmak isterler.   

Rol gereği biri eline meşale alır “Münker” olur. Diğeri ise eline davul alarak “Nekir” olur.

Nekir ve Münker rolünde; Dum! Dum! vura vura Ağa için kazılan mezar çukuruna giderler.. Çoban ise büyük korku içinde mezarın içinde beklemekte. Çoban gece karanlığında kendisine doğru yaklaşan beyaz kıyafetli, bu iki adamdan korkmaya başlar.

 Ne yapacağını şaşırmış ve ölü numarası yapmaya devam eder. Nekir ve Münkerin soracağı soruları öğrenmek ister.

Onların gerçekten de Nekir ve Münker olduğunu sanır.

 Çoban her ihtimale karşı önceden koltuğunun altına ucu topuzlu bir değneyi gizletmişti. 

İkiz kardeşlerin niyeti çobanı sadece birazcı korkutarak eğelenmekti.  

İkiz kardeşler ağır ağır çobanın yattığı mezara doğru yaklaşırlar. Çoban korku içinde neredeyse ödü patlayacak. Öncesinde ölü numarası yaptıysa da bunda başarılı olamadı.

İkiz kardeşlerden Münker’in elinde meşale vardı, Çobana: “Hey Köy Ağası! Hele bir kalk bakalım. Yaptıklarını bir bir say dök, görelim sen cennetlik misin, yoksa cehennemlik mi?”

Diyer kardeş Nekir ise elindeki davula güm, güm vuruyordu.

Çoban soluk soluğa kalmış kalbi güm! güm! vuruyordu. Neredeyse korkusundan ödü patlayacak hale gelmişti.

Soluk soluğa kalmış korkusundan ölü numarası yapamadı artık. Ve konuşmaya başladı: “Vallah inan, ben ağa falan değilim. O beni bir geceliğine kendi yerine koydu, gidin bu soruyu onun kendisine sorun,” dese de ikiz kardeşler çobanı hiç dinlemediler bile.

Birisi elindeki çomağıyla davula vuruyor, diğeri de elindeki meşale ile sesini değiştirerek çobana sorular soruyordu.  

Çoban nereden bilsin ki bu çocukların ağanın ikiz oğulları olduğunu.  

Çoban aniden koltuğunun altına gizlettiği çomağına sarılarak bir ok gibi ayağa fırladı. Önce elinde meşale olan Münker’e vurmaya başladı. Ağa’nın oğlu Münker: “Dur, dur ben Münker değilim, ben ağanın oğlu Osman,” dese de çoban korkudan çılgına dönmüştü, hiç duymuyordu bile onun ne dediğini. Bir daha bir daha elindeki çomakla ağanın oğlunun kafasına kafasına vuruyordu.

Ağanın Münker rolüne girmiş Osman adındaki oğlu çoktan ölmüştü. Nüker rolünde olan diğeri, davulu yere atarak çareyi kaçmakta buldu. Hızla köye doğru koşmaya başladı. “İmdat imdat! Yetişin bu beni öldürecek!”

 Çoban da ardından elindeki sopayla kovalıyordu. Ağa’nın oğlu kendisini zor muhtarın evinin önüne attı. Gece karanlığında muhtarın kapısına: “Güm güm” vurmaya başladı.  “Muhtar yetiş! Muhtar yetiş! Bu bu bu, bu… beni öldürecek dedi!”

Muhtar kapıyı açtığında Ağanın oğlu Muhtarın evine kaçarak içeride bir yere gizlendi.

Ardından elinde kalın bir sopayla gelen çoban, soluk soluğa: “Muhtar! Muhtar! Münker’i öldürdüm! Nekir de senin eve kaçtı! Onu da öldürürsek artık kimse ölülerimizi rahatsız ederek onlara soru soramayacak.”  

Gökten üç yüz elmas düştü. Yüzü dinleyenlere, yüzü dinlediğini paylaşana, yüzü de anlatana

Kalın sağlıcakla. Ben Vedat Akbulak, Esen Kalın, bir sonraki hikayemizde görüşmek üzere hoşça kalın.

Google+ WhatsApp