İlk Türk Devletlerinde Toplum Yapısı
Eski Türklerde Toplum Yapısı
A. ES K İ T Ü R K L ER D E (İLK TÜRKLERDE) T O P L U M Y A P I S I
Türklerin yaşadığı bölgedeki iklim şartları çetin ve acımasızdı. Ancak tabiat yasalarına uyanlar sağ kalabilirdi. Çünkü bu bölge, yükseltisi 1200-1400 metre arasında değişen yaşam şartlarındaki yüksekliklerindeki yaylalardı. Türklerin yaşamlarını sürdürdüğü Altay Dağlarının yüksekliği 4600 metreden fazlaydı. Asya’nın orta kesiminde bulunan Gobi Çölü’nün yıllık ortalama yağışı 100 milimetreden azdı. Türklerin yaşamını sürdürdükleri Asya steplerinde kışın soğukluk -50 dereceye kadar inmekteydi. Dolaysıyla iklim şartları hayat şartlarını oldukça zora sokmuştur. Türklerin yaşadığı iklim şartlarındaki zorluklar Türkleri daha mücadeleci kılmıştır.
Türkler içinde yaşadıkları tabiat şartlarına uygun “atlı göçebe” (konar-göçer) hayat tarzını benimsemişlerdir. Coğrafi şartlar Türklerin karakterini etkileyerek, onları; sert, mücadeleci ve bağımsız yaşama” bilincini geliştirmiştir.
Eski Türk topluluklarının göçebelikleri, amaçsız, gezgincilik arzusundan değil, sürülerine daima taze ot ve su bulmak içindi. Hayatları kışlak ve yaylak arasında düzenli gidip gelme şeklindeydi.
Türk devletlerinde kağanın bulunduğu yerde veya sarayında kurultayda ve ziyafetlerde her boyun oturacağı yer belliydi ve buna “orun” denirdi. Kesilen hayvanın etinden alacakları paya “ülüş” denmiştir.
Türklerde birey, toplum ve devlet daima birbirleri ile sıkı bir ilişki içindeydi. Türk toplumunda bireyin devletten en önemli isteği adaletti. Devlet bunu sağlarken birey de devlete bağlı olmak, vergi vermek, askerlik görevini yapmakla yükümlüydü. Yöneticilerle yönetilenler arasında karşılıklı görev ve sorumlulukların yer aldığı “tüz” adı verilen söz verme yani yazılı olmayan bir anlaşma mevcuttu.
İlk Türk devletlerinde toplumsal yapı:
Oğuş (aile): en küçük toplumsal yapı
Urug: ailelerin birleşmesinden oluşurdu.
Boy: urugların birleşmesinden oluşurdu.
Budun (millet): boyların birleşmesinden oluşurdu.
Aile (Oguş):Türk sosyal hayatı, akrabalık bağları üzerine kurulmuştu. Toplumun çekirdeğini oluşturan ailede babanın yanında annenin de söz hakkı vardı. İlk Türklerde babaya “kang” anneye ise, “ög” denirdi.
Eski Türk ailesi bugün olduğu gibi “küçük aile” yani çekirdek aile tipindeydi. Evlenen erkek çocuklara çadır ve bir miktar mal verilirdi. Ancak küçük oğul, evlendiğinde babasının çadırında kalmakta ve onların ölümlerinden sonra da çadır ve babaya ait malın sahibi olmaktaydı.
Kız çocukları evlenirken baba tarafından verilen çeyiz ile evden ayrılır ve daha sonra baba mirasında bir hakkı yoktu.
Türklerde genellikle akraba sayısını artırma karşılıklı olarak birbirlerine destek vermek, akraba boylar arasındaki çatışmaları önlemek için başka kabileden evlilik (exogamie) tercih edilmekteydi.
Türklerde evlilik, erkek ve kızın ortak iradesi ile ailelerin karşılıklı rızasına bağlıydı. Evlenme; söz kesme, nişan ve düğün töreniyle tamamlanırdı. Kadının mülkiyetinden olmak üzere kız tarafı erke evinden kalıng (kalın) alırdı. Gelinin çeyizine eğne veya yumuş adı verilirdi. Düğünde verilen yemeğe törün denirdi. Evlenen kıza gelin, evlenen erkeğe ise güvey denilmekteydi.
Ailede eşler arasında; sadakat, güven, saygı ve eşlerin birbirine karşı duyduğu sevgi önemliydi. Evli erkek veya kadın gayrı meşru ilişkide bulunduğunda cezası ölümdü.
Eşler arasında karşılıklı olarak sebep göstermek ve ispat etmek şartıyla boşanma hakları vardı.
Söz Kesme:
Dede Korkut Hikayelerinde; evliliğin ilk aşaması olan söz kesme kız ve oğlan tarafının at üzerine binmiş olarak karşılaşması ve antlaşmaları ile gerçekleşmekteydi. Söz kesiminde kız evlenmeyi kabul ettiğini belirten bir rızalık belirtisi olan mendil veriyordu. Erkek ise kızın parmağına kendi yüzüğünü takmaktaydı. Bu durum karşısında daha sonra kız nişanlısına düğünde giymesi için kendi diktiği kırmızı renkli bir kaftan göndermekteydi.
Yurt (Çatır)
Eski Türk ailesinin meskeni; kağnılar, develer ve katırlar üzerinde bir yerden başka bir yere taşına bilen çadırlardan ibaretti. Yurt veya kergü olarak adlandırılan bu çadırların yanı sıra daimi nitelikli evler de bulunmaktaydı.
Çadırın kapısı doğuya açılırdı. Çünkü güneş doğudan doğduğundan dolayı doğu kutsaldı. Çadırın tam ortasında ocak vardı. Ocağın hemen arkası tör (başköşe), ailenin yaşlılarına, reisine ve misafirlere ayrılmaktaydı.
Bey:
Urugların birleşmesiyle meydana gelen boyun başında bey unvanı ile anılan bir boy başkanı bulunmaktaydı. Bey; cesur, cesaretli, mali kudreti, hizmeti, adaleti ve doğruluğuyla tanınmış aile reisleri ve urug reisleri arasından seçilmekteydi.
Boy başkanının görevi,boydaki iç dayanışmayı korumak, hak ve hukuku sağlamak, boyun çıkarlarını gözetmekti. Devlet teşkilatında görülen meclislerin küçük bir örneği boyda da bulunurdu. Meclis üyeleri aile ve urug reislerinde oluşmaktaydı. Bir siyasi birliğe katılan boya “ok” denirdi.
Her boyun kendine ait kışlağı ve yaylağı vardı. Yaylak, bütün boyun ortak malı olduğu halde kışlak ferdin özel mülkü sayılıyordu.
Her boyun kendisine özgü bir damgası (tamga) vardı.
Boya mensup aileler sürüler hâlinde besledikleri hayvanlarını komşularının hayvanlarından ayırt edebilmek için onları işaretlemekteydiler.
Türklerde At Kültürü:
At, Türklerin hayatında en önemli unsulardan biriydi. Atın ve koyunun etinden, sütünden, derisinden faydalandıklarından en çok bunları beslerlerdi. Türklerin günlük hayatında en çok kullandığı vasıta at idi. Atlarına yapışmış gibi binen Hun Türkleri at sırtında alışveriş yapar, yiyip içer, hatta atın ince boynuna sarılarak uyuyabilirlerdi. Çadırın önünde daima koşumlu bir iki at bulunurdu. Türk çocukları küçük yaşlarda ata binmeyi öğrenirlerdi.
Budun: (millet)
Akraba boyların bir teşkilat etrafında toplanması ile meydana gelmekteydi. Başında kağan, han, yabgu, şad, il-teber, erkin gibi unvanlar taşıyan bir başkan bulunmaktaydı. Budun siyasi bir topluluk niteliğindeydi. Boyların bir araya gelmesiyle oluşan devlet veya il, toprağı, halkı, töresi ile yurdu koruyan, milletin huzur ve barış içinde yaşatan siyasi bir kuruluştu.
Yaşayış:
Türkler, kışın korunaklı vadilerdeki kışlaklarda, yazın da otlakların yer aldığı yaylalarda yaşarlardı. Yaylaklarda çadır, kışlaklarda ise genellikle kerpiçten yapılan evler bulunurdu. Bununla birlikte ahşaptan da evleri vardı. Türkler temizliğe önem verdiklerinden evlerinde hamam da bulundururlardı.
Eski Türklerde görev ve sorumluluklar, töreye göre belirlenmişti. Ani düşman saldırısı karşısında kimin ne yapacağı ve nerede bulunacağı önceden belirlenirdi.
Türkler yerleşik hayata Uygurlar döneminde geçti. Bu nedenle Uygurlar döneminde şehirler oluşturulmuştur. Evlerini genellikle kerpiçten inşa etmişlerdir. Türkler Hunlardan beri bayram ve festival türünden birçok tören ve etkinlikleri vardı. Beşinci ayda topluca büyük bir bayram yapmaktaydılar. Gök Tanrı adına ve kutsal arz (yer) için kurbanlar keserlerdi. Beşinci ve sekizinci ayda at yarışları düzenlerlerdi.
Eski Türk toplumunda yardımlaşma ve yarışma iç içeydi. Yardımlaşma toplumu daima birlik ve dayanışma içinde tutardı. Yarışma ise rekabet ortamı yaratırdı.
Eski Türklerin tükettikleri yiyecekler; at ve koyun etinden kebap yaparlardı. Konserve, et, süt, peynir ve yoğurt çok tüketilen yiyecekti.
Giyecek:
İpek, pamuk, deve tüyü ve yünden imal edilen kumaşları yaparlardı. Kışlık giysiler ve başa giyilen börk hayvan kürkünden yapılmaktaydı.
Sosyal ve Kültürel Etkinlikler:
Eski Türklerde yaz aylarında günlük işlerin dışında sosyal, kültürel etkinlikler de düzenlenmekteydi. Genellikle ok atma ve at yarışlarının düzenlendiği faaliyetlerde aynı zamanda güreş tutulmakta, çeşitli oyunlar oynamaktaydı. Ayrıca cirit, çevan, kılıç ve tepik de uğraştıkları spor dallarından biriydi.
Türklerde Müzik (Tıkla)
Eski Türklerde Dini Hayat:
Gök Tanrı tek yaratıcı olarak görülmekte ve din sisteminin merkezinde yer almaktaydı. Türk toplumlarında kendisine kurban sunulan varlıkların başında ve hepsinin üstünde Gök Tanrı vardı. Gök tanrı inancına göre; Tanrı tektir ve en yüce varlıktır. Sonsuz bir hayata sahip ezeli ve ebedi olan Tanrı, kâinatın yaratıcısı ve hâki olarak benimsenmiştir.
Ruhun uçarak Tanrı katına ulaştığına inanılırdı. Ölüm; uçarak gitme “uça barmak” şeklinde söylenmiştir. İnsan ölümlü Tanrı ölümsüzdü. Ölen birisinin cenazesi eşük denilen bir kefen ile toprağa verilirdi. Ölen insanın hatırasına “yuğ” denilen törenler düzenlerlerdi.
İyi insanların “uçmag’a” (Cennet), kötülerin ise “tamu’ya” (Cehennem) gideceklerini inanılırdı. Din adamlarına “kam” denir ve toplumda özel bir statüleri yoktu.
Türk hükümdarları ve kahramanları öldükleri zaman mezarlarının başına hayatta iken savaşıp öldürdükleri tanınmış kişilerin sayısı kadar insan biçiminde yontulmuş ve balbal denilen taşlar (heykeller) dikilirdi.
Dağ, tepe, kaya, ırmak, su, ağaç, orman, demir, gök gürültüsü, şimşek gibi unsurlar eski Türklerce kutsal sayılmıştır.
Kutsal saydıkları gök, güneş, ay, yer, su için kurban kesmişlerdir.
Türkler düşmanların kutsal günlerine saygı gösterir, savaştıkları ve kuşatma altına aldıkları şehrin inançlarına saygı gösterir ve böyle zamanlarda düşmanların dini kutsal günlerinde kuşatmayı durdurur, onlara yiyecek yardımında bulunurlardı.
Türklerin benimsedikleri dinler;
Uygurlar; Budizm ve Maniheizm sonraları İslâmiyet’i benimsediler.
Macarlar, Bulgarlar, Kumanlar ve Peçenekler ise Hıristiyanlığı benimsediler.
Hazarlar ise Musevilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’i benimsediler.
Tabagaçların Budizm’i kabul etmeleri Çin kültürünü benimsemeleri ile sonuçlanmıştır.
Uzlar, Kumanlar ve Peçenekler Hıristiyan halk arasında kaybolup gittiler.
Avrupa’ya giden Avarlardan ve Hunlardan eser kalmamıştır. Macarlar ile Bulgarlar uzun süre Hıristiyanlığın koruyuculuğunu üslenmişler ve bir kalkan gibi İslâmiyet karşısında Hıristiyanlığı savunmuşlardır.
Türklerin kabul ettikleri dinler arasında sadece İslamiyet olumsuz etkiye neden olmamış ve milletimize çok daha büyük hamleler yapma imkânı sağlamıştır. İslamiyet diğer dinlerin aksine Türklerin manevi cephesini yenilemiş ve tamamlamıştır. İslamiyet’in insani ve ahlakı değerlerinin yanında herkesi çalışmaya, faaliyet icabında cihada, fedâkârlığa teşvik etmiş mücadeleci ve hareketli Türklerin ruhuna hitap etmiştir.
Eski Türklerde Ekonomi ve Sosyal Hayat
Uygurlara kadar Türkler tabiat koşullarına bağlı olarak yarı göçebe bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Yaylak ve kışlak hayatı yaşayan Türkler çadırlarda kalmışlar ve daha çok hayvancılıkla uğraşmışlardır. Yerleşik hayata geçilmesi ölçüsünde çadırlardan vazgeçilmiş ve Uygurlar döneminde iki katlı beyaz badanalı evlerde oturmaya başlamışlardır.
İslamiyet'ten önceki Türk toplumlarında baharın gelişi (Nevruz) bayram havası içinde festivallerle kutlanırdı. Bu festivallerde at yarışları düzenlenir, şarkılar söylenir, kadın ve erkeklerle bir arada yemekler yenilir ve müzik eşliğinde dans edilip eğlenilirdi.
Türklerde özel mülkiyet hakkı vardı. Bu durum Türklerde sınıf ayrımının görülmemesinin nedenlerinden biri olmuştur. Ayrıca Türklerde sosyal alanda kadın-erkek eşitliği uygulanmıştı. İslam öncesi Türk devletlerinde ekonominin temeli hayvancılık ve ticarete dayanıyordu. At, koyun ve sığır besleyen Türkler komşu ülkelere hayvan satarak ekonomik kazanç sağlamışlardır. Hunlar ve Göktürkler döneminde Çin'e sattıkları mallarının karşılığı olarak Çin'den ipek almışlardır. Çin'den başlayıp Avrupa'ya kadar ulaşan "İpek Yolu"nda Türkler için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Türk - Çin sınırındaki kasabalar iki toplum arasında ortak pazar yeri olarak kullanılmıştır.
İpek yolu:
Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçiş ve şehirleşme ile birlikte ticaret de gelişmiştir. Ticaret kervanlarının geçtiği yollar "İpek Yolu" olarak isimlendirilmiştir. Türk devletleri Çin, Sasani ve Bizans ile bu ticaret yoluna hâkim olabilmek amacıyla mücadele etmişlerdir.
Demircilikte ilerleyen Türkler özellikle yaptıkları at koşum takımlarını ve silahları komşu ülkelere satmışlardır.
İslamiyet'ten önceki Türk devletleri Türgişlere kadar para yerine daha çok üzeri resmi damgalı ipek parçaları kullanmıştır. Türgişler döneminde ise para kullanmaya başlamışlardır.