HADİS ŞEHRİ; HİKMETLİ SÖZLERİNDEN SEÇMELER
Peygamberimiz bir toplumda konuşma yaptığında bakışlarını topluma eşit şekilde sevgi dolu gözlerle bakardı. Bundan dolayı onu dinleyenler de bu durumdan haz alırlardı.
Hz. İsa aleyhi’s-selam’ın havarilerinden olan Yahuda’nın torunlarından, Şem’un ibn-i Lavî ismiyle meşhur bir rahibin, Resulullah’a yönelttiği bir çok sorularını ve Peygmaber-i Ekrem’in, ona verdiği cevapları ve onun Müslüman olmasını, bütün ayrıntılarıyla içeren uzun bir hadisten kitabın üslubuna uyan bazı bölümlerini zikrediyoruz:
Şem’un, Resulullah’a, "Bana akıl hakkında bilgi ver. Akıl nedir? Nasıldır? Akıldan ayrılan kollar nelerdir? (Aklın ürünleri nelerdir?) Ve bunların bütün kısımlarını bana açıklayın." diye sordu. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu: "Akıl, cahilliğin bukağıdır; nefis, en kötü hayvana benzer; bukağı takılmazsa azar. Böylece akıl cahilliğin bukağıdır. Allah-u Teâla aklı yaratıp ona, "Gel" dedi, o da geldi; ona "Dön" dedi o da döndü; sonra Hak Teâla şöyle buyurdu: "İzzet ve celalime andolsun ki, senden daha azametli ve senden daha itaatkâr bir varlık yaratmadım; seninle başlayıp seninle hilkati yenileyeceğim. Mükâfat senin içindir, azap da sanadır."[1]
Daha sonra akıldan hilim (yumuşaklık), hilimden ilim, ilimden rüşt (olgunluk), rüşdden iffet, iffetten korunma (sakınma), korunmadan hayâ, hayâdan vakar (ağır başlı olmak), vakardan hayırlı işlerde sebat (süreklilik) ve sebattan kötülükten nefret etmek, kötülükten nefretten de nasihat edene itaat etmek ayrıldı. Bunlar, akıldan ayrılan on tane hayır semeredir. Bunlardan her biri de on ayrı kola ayrılır.
Hilmin (yumuşaklığın) semereleri: Güzel davranmak, iyi insanlarla arkadaşlık yapmak, aşağılıktan kaçınmak, alçaklıktan uzak durmak, iyiliğe fazla istek, yüce derecelere yaklaşmak, affetmek, iyi geçinmek, ihsanda bulunmak ve boşuna konuşmamaktır. Bunlar hilim sayesinde akıllıya nasip olan sıfatlardır.
İlmin semereleri: Fakirliğe rağmen zenginlik (ilim vasıtasıyla kendini zengin görmek), cimriliğe rağmen cömertlik (kişi yapısı itibariyle cimri olabilir ama ilmin gereği olarak cömertlik yapar), basitliğine rağmen heybetli olmak, hastalığa rağmen sağlıklı olmak (vücudunun hasta olmasına rağmen morali yerinde olmak), uzaklığa rağmen yakın olmak, inatçı ve ısrarlı olmasına rağmen hayâlı olmak, hakirliğe rağmen yücelik, düşüklüğe rağmen şerefli olmak, hikmet, itibar ve makama sahip olmak. İşte bunlar, akıllının ilim vasıtasıyla elde ettiği şeylerdir. O halde hem akıllı ve hem de alim olan insana ne mutlu.
Rüşdün semereleri: Doğruluk, hidayet, iyilik, takva, başarı, itidal (dengeli olma), iktisat (ne savurgan ve musrif ne de cimri olma), mükâfat, kerem ve Allah’ın dinini tanımak. Bunlar akıllının rüşd vasıtasıyla elde ettiği şeylerdir. Öyleyse ne mutlu doğru yolda sabit olan kimseye.
İffetin semereleri: (Takdirine) Razı olmak, mütevazı olmak, (hayırlardan) faydalanmak, huzurlu olmak, (elinin altında bulunanların halini) sormak, huşu, tezekkür (gafil olmamak), tefekkür, bağışta bulunmak ve cömertlik. Bunlar, iffet vasıtasıyla akıllı kimseye, Allah-u Teâla ve O’nun verdiği rızıktan hoşnut olduğu takdirde, nasib olan şeylerdir.
Siyanetin (kendini korumanın) kısımları: Salâh (doğruluk), tevâzu, zühd, tevbe, anlayış, edep, ihsan, sevgi kazanmak, hayırlı işlerde bulunmak ve kötülükten sakınmak. Bunlar günahlardan korunma vesilesiyle akıllının elde ettiği şeylerdir. Öyleyse Allah’ın, siyanetle ikramda bulunduğu kullara ne mutlu.
Hayânın semereleri: Yumuşaklık, şefkat, gizlide ve açıkta Allah’ı gözetmek, sıhhat, kötülükten kaçınmak, güler yüzlülük, cömertlik, başarı ve halkın arasında iyilikle anılmak. Bunlar hayâ vasıtasıyla akıllının elde ettiği şeylerdir. Allah-u Teâla’nın nasihatını kabullenip, O’nun ifşasından korkan kimseye ne mutlu.
Vakarın (ağır başlılığın) semereleri: Lütufta bulunmak, tedbirli olmak, emaneti eda etmek, hıyaneti terketmek, doğru konuşmak, namuslu olmak (fuhuştan korunmak), malını ıslah etmek (mal ve servetini iyice koruyup yerinde harcamak), düşmana karşı hazırlıklı olmak, kötülükten sakındırmak ve başıboşluğu terketmek. Bunlar, vakar vasıtasıyla akıllıya nasip olan şeylerdir. Vakarlı olan, cahil ve hafif olmayan, affedip bağışlayan ve (başkalarının hatasını) görmezlikten gelen kimseye ne mutlu.
Hayır işi sürdürmenin sonuçları: Çirkin ve kötü işleri terketmek, ahmaklıktan uzaklaşmak, günahtan çekinmek, yakine ermek, kurtuluşu sevmek, Rahman (olan Allah)’a itaat etmek, delil ve burhana saygı göstermek, Şeytandan sakınmak, adalete boyun eğmek ve hakkı söylemek. Bunlar hayır işi sürdürmenin sonucu olarak akıllıya nasip olan şeylerdir. Geleceğini ve (kıyamet günü yeniden) dirileceğini unutmayan ve dünyanın faniliğinden ibret alan kimseye ne mutlu.
Kötülüğü sevmemenin sonuçları: Vakar (ağırbaşlılık), sabır, başarı, açık ve doğru yol üzerinde olmak, hidayeti sürdürmek, Allah’a iman etmek, halka karşı saygılı olmak, ihlaslı olmak, kendisini ilgilendirmeyen boş şeyleri terketmek ve kendisine yararlı olan işleri korumak. Bunlar şerri sevmemekten dolayı akıllıya nasip olan şeylerdir. Ne mutlu, Allah’ın hakkını yerine getiren ve Allah yolunun sağlam iplerine (nişanelerine ) sarılan kimseye.
İnsanın hayrını isteyenin sözlerine itaat etmenin sonuçları: Aklın çoğalması, fikrin olgunlaşması, iyi akıbetli olmak, kınanmaktan kurtuluş, (hakkı) kabul etmek, dostluk, gönül açıklığı, insaf, (hayır) işlerde (diğerlerinden) öne geçmek ve Allah’a itaat etmede güçlü olmak. Ne mutlu heva ve heves meydanlarından kurtulan kimseye. Bütün bunlar akıldan türeyen hasletlerdir.
Daha sonra Şem’un, Resul-i Ekrem’e: "Cahilin nişanelerini de açıklayın." dedi. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdular: "Cahil ile dost olursan, seni zahmete düşürür; uzak durursan küfreder. Sana bir şey verirse minnet eder; sen bir şey verdiğinde nankörlük eder. Sırrını ona söylersen hıyanette bulunur; sana sırrını söylerse seni (onu yaymakla) suçlar. Zenginleşirse azar, kaba ve katı yürekli olur; fakirleşirse Allah’ın nimetlerini inkâra kalkışır ve günahtan çekinmez. Sevinçli olursa, haddini aşar ve azgınlık yapar; üzülürse, ümitsizliğe kapılır. Güldüğünde, kahkahayla güler; ağladığında çığlık atar; iyilere dil uzatır. Allah’ı sevmez; O’nun haklarını gözetmez; Allah’tan utanmaz ve O’nu anmaz. Kendisini razı edersen, seni metheder ve hakkında gerçeği olmayan güzel şeyler söyler; sana sinirlenirse, övgüleri kesilir, hakkında gerçeği olmayan kötü şeyler söyler. İşte cahilin durumu budur."
Şem’un, daha sonra "İslâm’ın nişanesini açıklayın?" dedi. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdular: "İslâm’ın nişanesi iman, ilim ve ameldir."
"İman, ilim ve amelin nişanesi nedir?" diye sorduğunda ise Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"İmanın alameti dörttür: Allah’ın birliğini ikrar etmek; O’na, O’nun kitaplarına ve peygamberlerine inanmak.
İlmin alameti ise dörttür: Allah’ı tanımak, O’nun dostlarını tanımak, ilahî farizaları bilmek ve onları eda etmekte ihmalkârlık yapmamak.
Amelin nişaneleri ise şunlardır: Namaz, oruç, zekât ve ihlaslı olmak."
Sonra Şem’un, Resulullah’a, "Doğru kimsenin, mü’minin, sabırlının, tövbe edenin, şükredenin, huşu sahibinin, salih kimsenin, başkalarının hayrını isteyenin, yakin ehlinin, ihlas sahibinin, zahidin, iyinin, takvalının, tekellüf ehlinin, zalimin, riyakârın, münafığın, hasetçinin, israf edenin, gafilin, hâinin, tembelin, yalancının ve fâsığın alametlerini açıklayın." dedi. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"Doğru olan kimsenin alameti dörttür: Doğru konuşur; Allah’ın müjdesini ve korkutmasını tasdik eder; ahdini yerine getirir ve hıyanetten kaçınır.
Mü’minin alameti de, şefkatli, anlayışlı ve hayâlı olmaktır.
Sabırlının alameti de dörttür: Zorluklara karşı sabreder; iyi işlerde kararlı olur, tevâzu ve hilim sahibidir.
Tövbe edenin de alameti dörttür: Sırf Allah’ın rızası için amel eder; batılı terkeder; hakka sarılır ve hayırlı işlere çok ilgi gösterir.
Şükredenin de alameti dörttür: Nimetler karşısında şükreder; belaya karşı sabırlı olur; Allah’ın kısmet ettiği şeyle yetinir ve Allah’tan başkasına hamd ve tazimde bulunmaz.
Huşu sahibinin alameti dörttür: Gizli ve açık her yerde Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir; iyi işler yapar; kıyameti düşünür ve Allah’la münacat eder.
Salih kimsenin alameti de dörttür: Kalbini arındırır; amelini düzeltir; kazancını ve bütün işlerini ıslah eder (İslamî ölçülere göre düzene sokar).
Başkalarının hayrını isteyen kimsenin alameti de dörttür: Hakk üzere hükmeder, kendi aleyhine bile olsa hakkı söyler; kendisi için istediği şeyi başkaları için de ister ve hiçbir kimseye haksızlık etmez.
Yakin ehlinin alameti ise altıdır: Allah’ın varlığına yakin edip O’na iman getirir; ölümün hak olduğuna yakin edip ona karşı dikkatli olur; kıyamet gününün hak olduğuna yakin edip o günde rezil olmaktan korkar; cennetin hak olduğuna yakin edip onu özler; cehennemin hak olduğuna yakin edip ondan kurtulmak için belirgin bir şekilde çaba gösterir ve hesabın hak olduğuna yakin edip kendi nefsini hesaba çeker.
İhlas sahibinin alameti dörttür: Kalbi (şirk, küfür, kin vb. şeylerden) ve azâsı (günah yapmak, eziyet etmek vb. şeylerden) salim kalır; başkalarına iyilik yapar ve kötülük yapmaktan çekinir.
Zâhidin alameti on şeydir: Haramlara (rağbet) göstermez; nefsine hakim olur; Rabbinin farizelerini yerine getirir; köle ise güzel itaat eder; efendi ise iyi yönetir; ne taassubu olur, ne de kini; kendisine kötülük yapana iyilik yapar; zarar verene hayırla karşılık verir; kendisine haksızlık yapanı affeder ve Allah’ın hakkına boyun eğer.
İyi insanın alameti de on şeydir: Allah için sever. Allah için buğzeder; Allah için biriyle arkadaş olur; Allah için arkadaşlığını bozar; Allah için öfkelenir; Allah için hoşnut olur; Allah için çalışır, Allah’ı arzular; temiz, ihlaslı, hayâlı, korkulu olup amellerini gözetleyen Allah’a karşı huşu içerisinde olur ve Allah yolunda ihsanda bulunur.
Takvalının alameti ise altı şeydir: Allah’tan korkar. Allah’ın sorgusundan sakınır. Allah’ı görürcesine akşamlayıp sabahlar; dünyayı önemsemez ve ahlakı güzel olduğu için dünyanın hiçbir şeyini büyük saymaz.[2]
Mütekellif olanın (zorla kendisini ehil göstermek isteyen kimsenin) alameti dörttür: Faydasız şeylerde tartışır; kendisinden üstün olan kimseyle çekişir; ulaşamayacağı şeye el uzatır ve gayretini, kendisini kurtarmayacak şeylerde sarfeder.
Zalimin alameti de dörttür: Kendisinden üst seviyede olana itaat etmemekle zulüm yapar; kendisinden aşağıdakileri zorla kendisine köle yapar; hakka düşman olur ve açıkça zulmeder.
Riyakârın alameti de dörttür: Yanında birisi bulunduğunda, Allah yolunda çalışmaya ilgi gösterir; yalnız olduğunda ise tembel olur; her işinde övülmesini çok sever; ismini iyi tanıtmaya çalışır.
Münafığın alameti de dörttür: Batını bozuktur; dili kalbiyle, sözü ameliyle ve içi de dışıyla çelişir. Cehennem ateşinde yanacak münafığın vay haline.
Hasetçinin alameti de dörttür: Gıybet, dalkavukluk ve (başkalarını) başlarına gelen musibetle yermek.[3]
Müsrifin alameti dörttür: Batıl ile iftihar etmek; malik olmadığı şeyi (veresiye) yemek, hayır işleri yapmaya ilgi duymamak ve kendisine yararı dokunmayan kimseleri eleştirmek.
Gafilin alameti de dörttür: Kalp gözünün körlüğü, yanılgı içerisinde olmak, oyalanmak ve unutkanlık.
Tembelin alameti de dörttür: Kusur haddine dek gevşeklik eder; işleri zayi edecek derecede kusur gösterir; tahammülsüz oluncaya dek işleri zayi eder ve günaha sürükleninceye dek tahammülsüz olur.
Yalancının alameti de dörttür: (Bir şey) söylediğinde doğru söylemez; (kendisine bir şey) söylendiğinde (söyleyeni) doğrulamaz; söz gezdirir ve iftirada bulunur.
Fasığın alameti de dörttür: (Haram) eğlenceye düşkün olmak, boş şeylerle uğraşmak, düşmanlık beslemek ve iftirada bulunmak.
Hainin alameti dörttür: Allah’a isyanda bulunmak, komşulara eziyet etmek, dostlara kin beslemek ve azgınlara yaklaşmak.
Sonra Şem’un Peygamber-i Ekrem’e şöyle dedi: "Bana şifa verdin; körlükten çıkarıp basirete kavuşturdun. Öyleyse, hidayet yollarını bana öğret." Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih de bunun üzerine şöyle buyurdu:
Ey Şem’un, şüphesiz cinlerden ve insanlardan dinini elinden çıkarmak için seni takip eden ve seninle savaşan düşmanların vardır.
İnsanlardan olan düşmanların:
Ahirette payları olmayan, Allah katında olana ilgi göstermeyen, bütün gayretlerini halkı (yaptıklarından dolayı) ayıplamaya sarfedip, kendilerini hiçbir zaman yermeyen ve yaptıkları amellerden çekinmeyen kimselerdir. Seni salih gördüklerinde, haset edip "Riyakâr"dır derler, fâsid olduğunu gördüklerinde ise, "Ondan hayır beklenmez" derler.
Cinlerden olan düşmanların ise, Şeytan ve onun askerleridir. (Evladın öldüğünde sabrını elinden almak için) yanına gelip "Oğlun öldü" derse, cevabında:
"Diriler, ölmek için yaratılmışlardır; vücudumun bir parçası olan oğlum cennete gidiyor; bu da benim için sevindiricidir" de. Yanına gelip "Malın elinden çıktı" derse, ona şöyle cevap ver: "Hamd Allah’a ki (kendisi) verdi ve (kendisi de) aldı ve zekâtı benden kaldırdı; artık üzerimde zekât yoktur." Yanına gelip "Halk, sana zulüm yapıyor ama sen karşılık vermiyorsun" derse, de ki: "(Kıyamet gününde) ancak insanlara zulüm edenler ve haksız yeryüzünde azgınlıkta bulunanlar suçlu sayılırlar."[4] Ama "İyi iş yapanlara bir sorun yoktur."[5] Yanına gelip seni, bencilliğe sürüklemek amacıyla "İyi işlerin ne kadar çoktur" derse, "Kötü işlerim iyi işlerimden daha çoktur." diye cevap ver. Gelip "Ne kadar çok namaz kılıyorsun" derse, "Gafletim namazımdan daha çoktur" diye cevap ver. "Halka ne kadar bağışta bulunuyorsun!" derse, de ki: "Aldığım, verdiğimden daha çoktur." "Sana zulüm yapan ne kadar çoktur" derse, "Zulüm yaptığım kimseler daha çoktur" de. Gelip "Ne kadar iyi amelde bulunuyorsun" derse, "Çok günah işlemişim" diye cevap ver. Yanına gelip "Şarap iç" derse, "Ben günah işlemem" de. Yanına gelip "Dünyayı sevmiyor musun? derse, "Hayır sevmiyorum, ona aldanan (ben değilim) başkasıdır" diye cevap ver.
Ey Şem’un, iyilere katıl; Yakup, Yusuf ve Davud gibi peygamberlere tabi ol. Allah-u Tebâreke ve Teâla, en aşağı tabakayı yarattığında, bu tabaka övünerek kükredi ve "Kim bana galip gelebilir?" dedi. Allah-u Teâla yeri yaratıp aşağı tabakanın üzerine yayınca, aşağı tabaka ram oldu. Sonra da yer övünüp "Kim bana galip gelebilir" dediğinde Allah-u Teâla, üzerinde olanları sarsmaması için dağları yaratıp çivi gibi yere çaktı. Bunun üzerine, yer yatışıp sakinleşti. Daha sonra dağlar yere karşı övünüp başını yukarı dikerek, gururlu bir şekilde "Kim bizlere galip gelebilir?" dediğinde Allah demiri yarattı. Demir, dağları parçalayınca, onlar da ram olup yatıştılar. Sonra demir dağlara karşı övünüp "Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde, Allah ateşi yarattı. Ateş demiri eritince, demir de râm olup sakinleşti. Sonra ateş galeyana gelip övündü ve "Kim bana galip gelebilir?" dedi. Allah suyu yarattı; su onu söndürünce ateş de râm oldu. Sonra su övündü ve coşup taşarak "Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde Allah rüzgarı yarattı, rüzgar suyun dalgalarını harekete geçirerek derinliğinde bulunanları altüst edip akmasını engelledi. Bunun üzerine su da râm oldu.
Sonra rüzgar övünüp kıvranmaya başlayıp fırtına şeklinde eserek "Kim bana gâlip gelebilir?" dedi. Allah ne rüzgarın ne de başka hiçbir şeyin sızamayacağı binalar ve sığınaklar yapması için insanı yarattığında rüzgar da ram olup sakinleşti. Sonra insan da azıp "Kim benden daha kuvvetlidir?" demeye başlayınca, Allah ölümü yarattı. Ölüm ona gâlip gelince, insan da râm oldu. Sonra ölüm de kendi kendine övünmeye başladığında, Allah-u Teâla şöyle buyurdu: "Kendine övünme, seni cennet ve cehennem ehlinin arasında kesip bir daha da diriltmeyeceğim." Bunun üzerine ölüm de korktu (övünmeği bıraktı). Sonra Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle devam etti: "Hilim gazaba, merhamet öfkeye, sadaka da günaha galip gelir."
[1]- Allah’ın emir ve buyruklarına itaat etmeği ve böylece yaratılışın hedefi olan Allah’a ibadet etmeği sağladığı için, akıl hem yaratılışın ve hem de ölümden sonraki hayatın ereksel nedeni sayılır. Sevap ve ceza da akılla orantılıdır; çünkü aklı olmayanın, sorumluluğu yoktur ve aklı olan da, aklı oranında sorumludur.
[2]- İbarenin zahiri böyledir; fakat alametlerin biri eksik olduğundan dolayı belki de "lihusni hulkihi" yerine "yehsunu hulkuhu" ibaresi doğrudur. O zaman anlamı şöyle olur: Takvalının altıncı sıfatı şudur: Ve güzel ahlaklı olur.
[3]- Galiba dördüncü alamet ravilerin kaleminden düşmüştür.
[4]- Şurâ/42.
[5]- Tövbe/91.
ANLATIM DERSLERİ
DERS:1
DERS:2
DERS:3
DERS:4
DERS:5
DERS:6
DERS:7
DERS:8
DERS:9
DERS:10
DERS:11
DERS:12
DERS:13
DERS:14
DERS:15
DERS:16
DERS:17
DERS:18
DERS:19
DERS:20
DERS:21
DERS:22
DERS:23
DERS:24
DERS:25
DERS:26
DERS:27
DERS:28