Doç. Dr. Erol Yılmaz

Doç. Dr. Erol Yılmaz

Kütüphanecilik üzerine örnek çalışma ve araştırmalarıyla tanınan bir bilim insanıdır.

Herhangi bir konunun algılanabilmesi, anlaşılabilmesi ve o konu üzerinde ilgili tarafların sağlıklı iletişim kurabilmesi için yapılması zorunlu işlerden biri, her şeyden önce, eldeki konuyla ilgili temel kavramların açıklanmasıdır.

İletişim diliyle söylenecek olursa, kaynağın yani mesaj sahibinin bir konuyla ilgili olarak kodlayıp gönderdiği mesajın, alıcısı yani hedef birey veya kitle tarafından çözülebilmesi ve anlaşılabilmesi için, o konuya ilişkin kavramsal çerçevenin iyi çizilmesi gerekir.

Ne söylediğimiz açık değilse, mesajımızın hedefine ulaşmasını ve anlaşılmasını beklemek ham hayal olur, kısacası…

İşte bu nedenledir ki, yerel seçim sürecinde yazdığımız ve özetle, “başkan adaylarından yol, su, asfaltın ötesine geçerek, çağın insanına yakışır şekilde kütüphaneler isteyelim” mesajını ilettiğimiz yazıların açıklığa kavuşması anlamında, “kütüphane“den ne kastettiğimizi açıklamaktır, okumakta olduğunuz satırlardan muradımız…

Kütüphaneler ve kütüphane hizmetlerinden, hemen her kesimiyle sivil toplumun (kamuoyu) ve siyasal toplumun (devlet) -genelde- bîhaber olduğu bir ülkede kütüphanenin ne olduğunu açıklamaksızın, mesajımızın anlaşılmasını ve talebin karşılanmasını bekleyemeyiz öyle değil mi?

Aksi halde, büyükçe bir oda içerisine; 5-10 raf, 300-500 (hadi 1500-2000 olsun) kitap ve ansiklopedi, 5-10 masa, 20-30 sandalye ve ortaokul mezunu (ya da lise mezunu) bir “nöbetçi” tıkıştırarak, “sözümüzü tuttuk ve size kütüphane yaptık” diye karşımıza çıkabilir belediye başkanları, maazallah… Yıllardır sağda solda pek çok örneğini gördüğümüz, gecekondu formatındaki yapıların yeni ve fakat çirkin bir numunesini göstererek…

Böyle bir olumsuzluk karşısında, bizler de, mesajını doğru kodlayamayan ve istenilen “nesne”nin ne olduğunu tam olarak açıklamayan kişiler sıfatıyla, diyecek tek bir söz bulamayabiliriz.

O halde açıklayalım… Evrensel anlamda, kütüphane dediğimiz sistem ve kurum olarak kütüphane nedir? Kütüphane denildiğinde ne anlaşılmak gerekir? Sistemi oluşturan unsurlar ve olmazsa olmazları nelerdir? Yani hangi parçalar bir araya gelince kütüphane adlı bütün oluşmaktadır?

İstediğimiz her neyse tanımlamalıyız ki, karşılayacak olanlar da neyi vereceklerini bilsinler değil mi?

Kütüphanenin çok çeşitli tanımları var elbette…

Evvelen söyleyelim ki, bugünün kütüphane kurumu, içerdiği bilgi kaynakları ve sunulan bilgi hizmetlerinin çeşitliliğiyle, gelinen noktada; Arapça “kitaplar” anlamına gelen “kütüb” ve Farsça “ev” anlamına gelen “hane” kelimelerinden oluşan “kitaplar evi” olmanın çok ötesine geçmiş durumda… Ancak gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere, halen bu isme çeşitli ortamlardaki isimlendirmelerde yer verilmeye devam ediliyor. Hem sıcak bir kavram olduğu için, hem de bir çeşit geçmişe hürmet ve vefa anlamında…

Güncel bir bakışla; “çok farklı içerik ve formattaki bilgi kaynaklarının çeşitli yöntemlerle sağlanarak, uluslararası standartlar doğrultusunda düzenlendiği ve etkin biçimde gereksinim duyanların hizmetine sunulduğu, eğitim ve kültür kurumu” şeklinde tanımlamak mümkündür bugünün kütüphanesini.

Bir başka tanım da şu… Belli özelliklerdeki girdileri (kitap, elektronik yayın vs.), uluslararası teknik, yöntem ve standartlar (kataloglama, sınıflama vs.) çerçevesinde düzenleyerek, çeşitli ürün paketleri (bilgi hizmetleri) biçiminde çıktı olarak sunan bilgi üretim sisteminin öz adıdır kütüphane…

Peki, kütüphane kurumunu/ sistemini meydana getiren unsurlar nelerdir?

Kütüphanecilik bilimine, kütüphanelere ve modern kütüphane hizmetlerine öncülük etmiş batılı ülkeler başta olmak üzere, evrensel kabul gören kütüphane tanımlamasının içerisinde şu beş unsur yer almaktadır; personel, koleksiyon (derme), bütçe, bina ve kullanıcı (okuyucu)…

Söz konusu unsurların her birinin son derece önemli ve “olmazsa olmaz” hükmünde olduğunu ifade edelim öncelikle… Her biri değişik oranlarda olmak kaydıyla…

Ama ille de, personel… Ve en başta da, üniversitelerin Bilgi ve Belge Yönetimi (önceki adıyla, Kütüphanecilik) bölümlerinden en az lisans düzeyinde öğrenim görerek mezun olan profesyonel kütüphaneciler…

Yukarıda kısaca sözü edilen uluslararası teknik, yöntem ve standartları en ince ayrıntısına kadar öğrenen ve -stajlar ile yarı zamanlı işler çerçevesinde- daha öğrencilik yıllarından itibaren uygulayan “bilgi erleri”… Onların söz konusu işlemleri yapmamaları halinde, kütüphanelerin birer depo konumuna gerileyeceği, sabırla “bilgi hizmeti” ören, bilgi’nin ve bilgi kaynaklarının usta sanatçıları…

Ülkemizde, özellikle devlet aygıtını yönetenler başta olmak üzere, pek anlaşılmak istenmese de, bu böyle… Bu iddianın sağlamasını yapmak isteyen pek muhterem erkân-ı devlet, gittikleri gelişmiş ülkelerin ortalama (bırakın üst düzey olanları) kütüphanelerini ziyaret ederlerse, bunu bizzat kendileri rahatça tespit edebilirler…

“Canım ne olacak, kütüphanecilik işini herkes yapar” diye düşünülse ve çağın gerisine düşmek pahasına bu yönde atamalar yapılsa da, kütüphane sisteminin ilk sırada gelen olmazsa olmazı kütüphanecilerdir vesselâm…

Hemen yanı sıra, derin ve genişlemeye müsait, sürekli güncellenen bir koleksiyon… Kadîm bilgi kaynakları olan kitap ve dergi gibi “klasik”lerin yanında, bu yayınların modern halleri diyebileceğimiz her türlü elektronik yayın… Bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin eşliğinde… Ve elbette, hizmet verilecek bölgedeki hedef kitlenin niceliksel ve niteliksel özelliklerine cevap verebilecek içerikte…

Başka işlere kaydırmanın asla akla gelmeyeceği, yani “kriz anında ilk kesilecekler” sınıfında yer almayan bağımsız bir bütçe… Başta bilgi kaynakları olmak üzere, kullanıcıların beklentilerine uygun hizmetlerin artan kalitede sunulmasına imkân sunacak güçlü bir maddi kaynak…

 Bilgisayar ve iletişim teknolojileri ile yayıncılıkta bugün gelinen nokta itibariyle, kütüphane binalarına bizâtihi gitmenin gereksizliği dillendirilerek, “duvarsız kütüphaneler”den ve bu bağlamda mekânın öneminin kalmadığından dem vurulsa da, albenili bir bina…

Şehir kütüphanesi talebinin söz konusu olduğu ülkenin, henüz birçok yöresinde kütüphane gibi bir kütüphanenin bulunmadığı Türkiye olduğunu akılda tutarak… Ve elbette, “canım artık internet var, kütüphane binalarına ne gerek var, her şey bir tık uzağımızda” şeklindeki boş laflara kulak tıkayarak… Bir de, mezkûr teknolojileri, İnternet’i ve onun ele avuca sığmaz haşarı çocuğu Google’u üreten ülkelerdeki içiyle dışıyla bakmaya doyulamayan kütüphane binalarını da hatırlayarak ve hatırlatarak…

Ve nihayet kullanıcı… Eski zamanlardaki adıyla, okuyucu…

Öyle ya… İstediğiniz güzellikte binalar yapın, başta profesyonel kütüphaneciler olmak üzere yetkin personel görevlendirin, nicel ve nitel yeterlilikte koleksiyon bulundurun; eğer hizmet vereceğiniz bir kullanıcı kitleniz yoksa ve potansiyel kullanıcıları aktif kullanıcı seviyesine yükseltecek hizmetleri üretip, ardı ardına sıralayamıyorsanız ve bu nedenle geniş kullanıcı kümelerine ulaşamayıp “sinek avlıyorsanız”, meydana getirilen yapının bir kütüphane olduğundan nasıl söz edilebilir ki?

Sözün özü, çok değil yirmi gün sonra adlarını duyacağımız belediye başkan adaylarından, halk kütüphanesi hizmeti verecek şehir kütüphaneleri isterken, bu özellikleri ihtiva eden bir yapıyı talep ettiğimizi önce kendimiz bilmeli ve talebimizi bu şekilde kayıt altına aldırmalıyız.

Aksi halde, bir garip Ali amcanın “gözetiminde”, dört duvardan müteşekkil, “kütüphanemsi” bir atık kitap, dergi ve ansiklopedi deposuna razı olmak zorunda kalabiliriz, deyim ben size… 

     

 

 

Kaynak:

http://www.bbyhaber.com/bby/2014/03/11/nasil-bir-kutuphane-istemeliyiz-doc-dr-erol-yilmaz/#more-13278 

Google+ WhatsApp