Ahzap (Hendek) Savaşı
Hendek Savaşı
Tarih kitapları bu konuyu şöyle işlemişlerdir: İslam düşmanları, Arapların en güçlülerini Müslümanlarla savaşmaları için bir araya toplamışlardı. Onlar arasında özellikle “Amr b. Abdeved, İkrime b. Ebu Cehil, Hubeyre, Nevfel ve Zirar” gibi kahramanlık ve yiğitlikleriyle nam salmış savaş adamları da bulunuyordu.
Zikredilen bu beş kişi, savaşın sürdüğü günlerin birinde atlarıyla hendeğin dar yerinden karşı tarafa atladılar. Müslümanların tarafına atlayarak geçtikleri yer, Müslümanların karargâhına daha yakındı.
Onların içerisinde en güçlüsü olan Amr b. Abduved yakın dövüş için kendisiyle savaşacak birisini istiyordu. Amr b Abduved katıldığı savaşlarda büyük tecrübeler ve zaferler kazanmış ve Arap toplumunda kendi adından gururla anılmasını sağlamıştı. O, bu savaşa psikolojik olarak hazırlandığı gibi Müslümanların dikkatini çekmesi için kendisine özel altından zırh hazırlatmıştı.
Kendisinden bu denli övgüyle söz edilen bu savaşçı kibirli bir hâlde meydanda âdeta gövde gösterisi yapıyor, naralar atarak kendisiyle savaşmaya cüret edecek birini istiyordu.
“Ey Müslümanlar! Aranızda benimle savaşacak kimse yok mu?” diye feryat ediyor, Müslümanlardan karşısına çıkan birinin olmadığını görünce daha da küstahlaşıyordu. Hatta İslam diniyle alay edecek kadar küçülerek müslümanlara kahkaha altında kaba bir sesle şöyle sesleniyordu:
“Bizim ölülerimiz cennete, müşriklerin ölüleri de cehenneme gidecek.’ diyen sizler değil misiniz?’ İçinizde yok mu öyle biri? Onu cennete göndereyim; ya da o beni cehenneme göndersin.”
Bu sözleri yetmiyormuş gibi bir taraftan da Müslümanları tahkir eden beyitler dizeliyordu.
Amr b. Abduved’in yakışıksız narasından haberdar olan şanlı Peygamberimiz (Selam ona ve onun soyuna olsun) İslam askerlerinden birinin, müslümanları onun şerrinden kurtarması için emir verdi. Ancak her zor işte olduğu gibi Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın dışında kimse böyle zor bir görevi kabul etmedi. Peygamberimiz; Hz. Ali (a.s) gönüllü olarak ileri çıktığında nasihatte bulundu ve kendisine hayatî bir olayda taktikler verdi ve karşında çarpışacak kimsenin Amr b. Abduved olduğunu unutma.” dedi.
Hz. Ali (a.s) ise, fedakârlığını ve cesaretini bir kez daha tescil etme fırsatı bulmuş ve hiç düşünmeden şöyle seslenmişti: “Ben savaşa hazırım, karşımdaki Amr bile olsa...”
Bunun üzerine Peygamberimiz ona yakınına gelmesini buyurdu. Kendi sarığını Hz Ali’nin başına sarıp özel kılıcı Zülfikâr’ı verdikten sonra onun için şöyle duada bulundu: “Allah’ım! Bedir’de (amcam oğlu) Ubeyde b. Haris’i, Uhud’da (amcam) Hamza’yı benden aldın. Şimdi ise Ali b. Ebu Talip meydanda. Rabbim, beni tek başıma bırakma ve onu önden, arkadan, sağdan, soldan, yukarıdan ve aşağıdan koru.” Hz. Ali (a.s) hızla savaş meydanına doğru ilerleyerek heybetiyle yerini aldı. Hz. Ali (a.s) bir taraftan müthiş görkemiyle, diğer taraftan da fasih ve akıcı diliyle Amr b. Abduved’in rengini değiştirecek şiddette şiirler okuyarak savaş meydanına girdi. Peygamberimiz Hz. Ali (a.s)’ı kendinden emin bir şekilde meydanda görmesi, nurlu gözlerine ışık getirmiş ve ümitli bir ifadeyle tarihe kaydedilecek meşhur cümlesini işte böyle bir anda sahabelerine söylemişti: “İman ile şirk karşı karşıyadır.”
Hz. Ali (a.s) ile Amr b. Abduved arasında kısa ama hararetli bir konuşma geçmesi, iki Arap pehlivanının mücadelesinin ne denli zor geçeceğinin habercisiydi.
Amr, karşısına geçmeye cesaret edenin Hz. Ali (a.s) olduğunu fark ettiğinde kendisini bu işten alıkoyacak cümleler sarf ediyordu:
“Ey Ali! Amcaların arasında sen pek de naçiz bir savaşçısın. Müslümanlar arasında senden büyük başka bir kimse yok muydu? Ağzından süt kokusu gelmekteyken, kendini aslanın pençesine niye atıyorsun?”
Hz. Ali (a.s) ise, beklemeden küstah Amr b. Abduved’e cevabını verdi: “Ey Amr! Boş konuşuyorsun. Ölümün benim elimden olacak ve toprağı senin kanınla boyayacağım.”
Ve dövüş başlamıştı... Atağa ilk olarak kalkan Amr bin Abduved idi. Amr bin Abuduved at üzerinde Hz. Ali (a.s) ise yaya idi. Abduved Hz. Ali (a.s) atsız olduğundan bir jest ve şov yaparak atından atladı ve hızla arkaya dönerek kendi atının 4 ayağını bir vuruşta birden kesti. Sonra kılıcı ile Hz. Ali (a.s)’ın başına büyük bir darbe indirdi. Hz. Ali (a.s.) savaş mahareti ve çevikliğiyle bu ağır darbeyi kalkanıyla etkisiz hale getirdi ancak ne var ki, Amr’ın darbesi öyle ağır ve şiddetli olmuştu ki Hz. Ali (a.s.)’nin zırhını ikiye bölmüş, başını yaralamıştı.
Hz. Ali (a.s) ise hiç beklemeden kendine özgü bir taktikle çatal kılıç Zülfikar’ı, Amr’a doğru yönelterek mücadeleye başladı. Hz. Ali (a.s) beklemedik hamleler yaparak Abduved'i sıkıştırmaya başlamıştı. Bu sırada, savaş meydanını büyük bir toz bulutu kaplamış her iki tarafın askerleri de toz bulutunun içinde kaybolan bu iki savaşçının akibetini merak ediyordu. Bir taraftan Amr b. Abduved gibi Arapların en büyük pehlivanı, diğer taraftan da düşmanlarını iki darbeye fırsat kalmadan tek darbeyle öldüren Hz. Ali (a.s). Her iki taraf da bu çarpışmanın, savaşın kaderini etkileyeceğini düşündüklerinde bakışları daha da keskinleşiyor, eller gökyüzüne duaya kalkıyordu.
Toz bulutu içerisinde yapılan kıyasıya mücadelede kimin üstünlük sağladığı belli olmazken, münafıklar Amr’ın, kendilerine en büyük engel gördükleri Hz. Ali (a.s)’ı öldürdüğü hissine kapılmışlardı. Onların bu zanları, Hz. Ali (a.s)’ın tekbir sesine dek sürdü. Zira Hz. Ali (a.s)’ın tekbir nidası, zaferin de habercisiydi.
Hz. Ali, toz bulutu içerisinde mübarek alnından süzülen kan damlaları ve ince bir tebessüm ile ağır ağır İslam Peygamberi’ne doğru gelirken, Müslümanlar tarihin o güne kadar hiç şahit olmadığı şanlı kahraman Hz. Ali’yi tekbir nidalarıyla karşılıyorlardı.
Toz yığını yavaş yavaş kalkarken, Amr’ın kesik ayakları ve başsız bedeni meydanın orta yerinde gözükür olmuştu. Hz. Ali önce Abdeved'in ayaklarını keserek atının hangi acıları hissettiğini ona tattırmak için yapmış sonra da kafasını kesmişti. Müslümanlar akıllardan silinmeyecek bu tabloyu görmelerinden sonra, yüzlerindeki cesaret çizgileri daha da belirginleşmiş, ifadeleri daha da sertleşmişti.
Şirk ordusu tarafındaysa, meşhur kahramanlarının cansız bedenini görmelerinden sonra ürpertici bir sessizlik hâkim olmuş, Mekke’den Medine’ye dek süren sevinç ve haykırışları, yerini gözle görülen tedirginliğe ve endişeli bakışlara bırakmıştı.
Hz. Ali (a.s), müşrikleri bir kez daha ümitsizliğe ve manevî çöküntüye mahkûm etmişti. Mutlak zafer parolasıyla gelen müşrikler, Amr’ın öldürüleceğini hiç de hesap etmemişlerdi. Arapların meşhur pehlivanının ölümü, şirk ordusuna telâfisi mümkün olmayan bir darbe indirmiş, ümitlerini boşa çıkarmıştı.
Bu zaferden dolayı sevincini izhar eden sevgili Peygamberimiz; Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurdu: “Senin bu zaferin, Muhammed ümmetinin amellerinin tümüyle kıyas edildiğinde, şüphesiz senin bu müthiş zaferin ağır gelecektir.”
Ünlü İslâm alîmlerinden; Hâkim-i Nişaburî bu sözü başka bir tabirle şöyle naklediyor: “Ali b. Ebu Talib’in Hendek günü, Amr b. Ahduved ile yaptığı savaş, ümmetimin kıyamete kadar yapacağı amellerden daha üstündür.”
Müşriklerin, Amr b. Abduved’in gölgesinde İslam’ı yok etme hedefiyle Medine sınırlarına kadar gelmeleri ve bitmez tükenmez ısrarlarının son bulması, yukarıdaki tarihî sözün hikmetini ortaya koymaya yetecektir. Diğer taraftan bu hadisenin gerçekleştiği zaman diliminde, İslam’ın yeni filizlenen bir din olması ve içinde barındırdığı münafıkların sinsi planlarının gerçekleşememesi, bu zaferin ne denli öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır.