Adab-ı Muaşeret
Görgü kuralları
Taku
TOPLUMSAL İLİŞKİLERDE EDEP ANLAYIŞI
(MUAŞERETIN ADABI )
Şimdiye kadar İslami muaşeretin temellerini işledik. Şimdi İslami muaşeretin adabına değineceğiz.
Arkadaşlara Karşı Güzel Ahlaklı Olma:
İslam toplumsal ilişkilerde ahlaka büyük bir önem göstermektedir. Kur’an-ı Kerim’in Peygamber Efendimiz (s...:/Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem) hakkındaki en büyük övgüsü, onun güzel ahlakıdır:
“Ve şüphe yok ki sen, pek büyük bir ahlâka sahipsin elbette.”[1]
Başka bir ayette de Peygamber Efendimizin (Salla'llahu aleyhi ve alihi ve sellem ) başarısının sebebi onun güzel ahlakı olarak belirtilmiştir:
“…Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…”[2]
Başkalarıyla iyi geçinmek ve güzel huylu olmak, toplumun gelişip ilerlemesine sebep olan yollardan biridir.
Peygamber Efendimiz (Salla'llahu aleyhi ve alihi ve sellem ), Abdulmuttalip oğullarına şöyle tavsiyede bulunuyor: “Ey Abdulmuttalip oğulları! Siz halkı mallarınızla kendinize çekemezsiniz. Öyleyse onlara güler yüzlü olun. ”[3]
Güzel ahlakın önemi hakkında birçok rivayet nakledilmiştir. Bunlardan bazılarına değineceğiz:
Ehl-i Beyet'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Müminlerin iman yönünden en mükemmeli, ahlakı en güzel olanıdır.”[4]
Aynı şekilde başka bir hadiste: “İnsanın kardeşine tebessüm etmesi sevaptır.”[5]
Peygamber Efendimiz (Salla'llahu aleyhi ve alihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur: “Amel terazisine konulacak en ağır şey, güzel ahlaktır.”[6]
Kötü ahlaklı olmanın birçok olumsuz sonuçları vardır. Toplum bireyleri arasında sevgisizlik, saygısızlık ve ihtilafların doğmasını, buna örnek gösterebiliriz.
Olumsuz uhrevi sonuçlarına da kabir azabı, amellerin yok olması, cehenneme girmek,… gibi unsurları örnek gösterebiliriz. Nitekim Peygamber Efendimiz (Salla'llahu aleyhi ve alihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur: “Sirkenin balı bozduğu gibi, kötü ahlak da amelleri bozar.”[7]
İhsan:
İhsanın geniş bir manası vardır. Bunlar:
-başkalarına iyilik etmek,
-infak,
-yardımlaşmak ve müminlere yardım, ihsan manasının içine girer.
Hz. Ali (a.s), ihsanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “İmanın en faziletlisi ve üstünü, ihsan etmektir.”[8]
İhsan bütün genişliğiyle İslami muaşeret adabındadır ve İslam toplumunda olması gereken bir unsurdur.
Kur’an-ı Kerim’de bazı kesimlerin Allah tarafından sevildiği belirtilmiştir. Bunlardan birisi ihsan edenlerdir.
“…Allah, ihsânda bulunanları sever.” [9]
“...Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.”[10]
Allah-u Teâlâ müminlere sonsuz ihsanda bulunmuştur. Buna şükür olsun diye başkalarına da ihsan etmelerini emrediyor:
“…Ve Allah sana nasıl ihsan ettiyse sen de ihsan et…”[11]
Şüphesiz insanlara iyilik ve ihsan etmek, insanın toplum tarafından sevilmesine yol açar.
Bu konuda Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kimin ihsanı çoğalırsa, kardeşleri de onu severler.”[12]
Başka bir rivayette de şöyle buyurmuştur:
“Kim, insanlara ihsan ederse, onların sürekli sevgisini kazanır.”[13]
Özellikle Müslümanın başkalarının kötülükleri karşısında telafi etme düşüncesine düşmediği ve onlara mümkün olduğu kadar yardım ettiği zaman, ihsanın değeri ve derecesi yükselir. Allah-u Teâla Kur’an’da kendi has kullarını şöyle tanıtıyor:
“…Cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler.”[14]
Bu konuda birçok rivayet de vardır. Örneğin Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “İlahi bağışlanmaya, ancak kötülüğü iyilikle karşılayan yetişir.”[15]“Kötülük edene, ihsan ve iyilik edersen, onun sahibi olursun.”[16]
Ehl'i Beyt'ten nakledilen bir hadiste: “Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem) başkalarının kötülüğü karşısında kötülük etmezdi. Aksine onların günahını görmezlikten gelerek affederdi.”[17]
Başkalarının kötülüğüne iyilikle cevap vermek, en güzel üsluptur. Nitekim Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Kardeşini, ona iyilik etmekle kına; şerrini ise, ona bağışta bulunmakla geri çevir.”[18]
Selamlaşmak:
“Selamun Aleyküm” cümlesi ile hangi milliyetten olursa olsun, her Müslüman başkalarına dostluk ve tevazusunu bildirir.
İslam dini, Müslümanı selam vermede öncülük etmeğe teşvik eder. Ayrıca selam alıp-vermede, selamın cevabını veren durumundaysalar, daha güzel bir şekilde selamın karşılığını vermelerini buyuruyor.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle okuyoruz: “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin...”[19]
Hz. Ali (a.s) da selamın müminin hakkı olduğunu bildirip, şöyle buyurmuştur: “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altı tanedir: Birincisi ona vardığında selam vermesidir.”[20]
Ehl'i Beyit'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurmuştur: “İnsanların en cimrisi, selamda cimrilik edendir.”[21]
Hz. Peygamber (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve selem) ve masum Ehl'i Beyt'inin yaşantılarını incelediğimizde çocuklara bile selam verdiklerini görüyoruz.
Peygamber Efendimiz (s.../(salla'llahu aleyhi ve âlihi ve selem )))), her zaman selam vermede öncülük eder, bu davranışıyla bu konunun önemini Müslümanlara hatırlatırmış.
Selamlaşmak, dostluğa, sevgiye, kalplerin kinlerden temizlenmesine, sefaya, alçak gönüllüğe… sebep olur.
Sır ve Emaneti Koruma:
İslam’da önemli muaşeret adabından birisi emaneti korumak ve sır saklamaktır. Halkın ona emanet ettiği şeyleri sahibine geri döndürmeli, onların sırlarını saklamalıdır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyorlar: “Peygamber (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve selem ) vefatından önce üç defa bana şöyle buyurdu: Ey Hasan’ın babası! İster iyi insana, ister günahkâr insana, ister az olsun, ister çok, hatta iğne ve iplik olsa bile, emaneti eda et.”[22]
Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve selem ) bir hadiste emanettarlığı, insanları değerlendirmede ölçü olarak göstermiştir: “Asla insanların namazlarının, oruçlarının, haclarının, iyiliklerinin, geceleri raz-ı niyazlarının çokluğuna bakmayın. Ancak doğru sözlülüklerine ve emanetleri eda etmelerine bakın. ”[23]
Abdullah b. Sinan diyor ki: "Resullullah'ın torunlarından “İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurmuşlardır: “Kıblenin Allah’ına ant olsun! Eğer babamın katili İbn-i Mülcem bile bana bir emanet verse, kendisine geri çeviririm”[24]
Emaneti korumak geniş bir manaya sahiptir ki sır saklamayı bile içine alır. Başkalarının sırrını yaymak açıkça emanete hıyanet sayılır ve çoğu yerde toplumda fesadın yayılmasına neden olur. Belki de gıybet ve töhmetin haram olmasının asıl sebebi de bu olsa gerek.
Kur’an-ı Kerim de böyle insanlar için talihsiz bir son belirtmiştir: “ İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır…”[25]
Şahsiyeti Koruma:
Muaşeret adabından birisi de insanın muaşeretlerinde şahsiyetini küçük düşüren etkenlerden kaçınmasıdır. Yersiz şakalar, uygunsuz muaşeretler, tekrar tekrar istemek ve kendi yükünü başkalarının boynuna atmak, insanı küçük duruma düşürür.
Üzüntülerini, kaygılarını ve sorunlarını başkasına söyleyen gerçekte kendi şahsiyetini ve kişiliğini bir baltayla yaralamış sayılır.
Peygamberimizin torunlarından İmam Sadık (a.s), Mufazzal’a şöyle nasihat ediyor:
“Ey Mufazzal! Kendi halini başkasına söyleme. Çünkü eğer söylersen insanların yanında zelil ve küçük duruma düşersin.”[26]
İnsanları Barıştırma:
Sosyal muaşeret ve ilişkilerde insanlar arasında anlaşmazlığın, tatsızlığın ve incinmelerin çıkması kaçınılmazdır. Ama bunların devam etmesi yerinde değildir. Birbirlerinden incimiş, küsmüş kimseler bir an önce barışmalıdırlar. Diğerleri de iki Müslümanın arasındaki küskünlüğü gidermekle mükelleftirler. Allah-u Teâlâ da müminleri ara düzeltmeğe emretmiştir: “…Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin…”[27]“ “…Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin…”[28]
Hz. Ali (a.s) bu konunun önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Ben bütün Şialara ve siz evlatlarıma Allah’tan korkmayı, işlerde düzenli olmayı ve ara düzeltmeyi tavsiye ediyorum. Çünkü ceddiniz Resulullah’tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu: İnsanların arasını düzeltmek, bir yıl namaz ve oruçtan daha üstündür.”[29]
Peygamber Efendimiz Salla'llahu aleyhi ve âlihi'nin torunlarından İmam Sadık (a.s) şöyle söylemiştir. : “Ehl'i Beyti takipcilerimizden iki insan arasında bir çekişme görürsen, malımdan harcayarak o çekişmeyi gider.”[30]
Ara düzeltmek konusunda hatta büyük günahlardan olan yalan bile caiz sayılmıştır.
Ahde Vefa:
Ahde vefa, doğruluğun dallarındandır ve insanların birbirlerine güvenmelerine sebep olur.
İslam’da ahde vefanın çok önemi vardır. Kıyamette insandan sorulacak şeylerden birisi de ahit ve ahitleşmelerdir.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “…Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” [31]
Allah-u Teâlâ müminlerin özellikleri hakkında şöyle buyuruyor:
“…Antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin…”[32]
Başka bir ayette de şöyle buyuruyor:
“Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir.”[33]
Ehl'i Beyt'ten nakledilen bir hadiste: “Üç şey vardır ki Allah-u Teâla terk edilmesini hiç kimseye caiz kılmamıştır….. İkincisi, hem iyi insanın ve hem de günahkârın karşısında ahde vefa.”[34]
Peygamber Efendimizin (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem) bir hadisinde şöyle okuyoruz: “Ahdine vefa etmeyenin dini yoktur.”[35]
Bu ve bunun gibi rivayetlerden anlaşılıyor ki din, namaz ve oruçla sınırlı değildir. Aksine sosyal konuları da içine almaktadır.
Bir rivayette şöyle yer almıştır: Bir gün Peygamber Efendimiz (s..), yanından ayrılan birisine “Sen gelene kadar bu taşın yanındayım” der. O adam, epey gecikir ve güneş ışıkları tepeden direk Peygamber Efendimizin (s..) yüzüne vurur. Bunun üzerine ashap şöyle derler: “Ey Allah elçisi gölgeye geçiniz.” Peygamber (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) cevapta şöyle buyurur: “Ben ona burada bekleyeceğimi söyledim (başka yerde değil).”[36]
Yumuşak Huylu Olma:
Müslüman, insanlara karşı yumuşak huylu olmalı, başkalarının olumsuz davranışları karşısında sabırlı olmalıdır. Toplumda değişik fertler yaşamaktadır. İnsan, başkalarının beğenilmeyen ve sert davranışları karşısında sabırlı olmazsa, yumuşak huyluluk göstermezse, ya halkla ilişkilerini kesmeli, bir köşeye çekilmeli veya ruhi ve sinirsel hastalıklarla uğraşıp durmalıdır.
Yumuşaklılık, cahilin hidayet olmasına yol açar ve etkisi sert cevaptan daha fazladır. Allah-u Teâlâ, Musa (a.s) ve Harun’a (a.s) şöyle buyuruyor:“Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.”[37]
Bu ayetten anlaşılıyor ki insan, yumuşak sözle isteklerini daha iyi elde edebilir. Peygamber Efendimizin (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ), başarılı olmasında birçok etkenlerin rolü olmuştur. Ama en önemli etken, yumuşak huylu olmasıydı. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi...”[38]
Birçokları, bu yöntem sayesinde İslam’a ve Masum Ehl'i Beyt'e bağlanmışlardır.
Hz. Hüzeyin (a.s)'in oğlu İmam Zeynel Abidin (a.s)’ın mübarek hayatında şöyle okuyoruz: Akrabalarından birisi onun kapısının önüne gelir ve yüksek sesle kötü sözler sarf eder. O Hazret, onun bu sinirli vaziyetine hiçbir şey söylemez. Ama o gittikten sonra ashabıyla onun evine gidip çağırırlar. Adam, İmam’ın (a.s) intikam almaya geldiğini zannederek, tartışmaya hazır bir şekilde evden çıkar. İmam (a.s), ona şöyle der: “Eğer hakkımda söylediklerin bende varsa, Allah’tan beni bağışlamasını istiyorum ve eğer yoksa Allah’tan seni bağışlamasını istiyorum.”
İmam’ın (a.s) bu davranışından şaşkına dönen adam, İmam’ın (a.s) alnından öper ve özür diler. Sonra da İmam’a (a.s) şöyle arz eder: “Sizin hakkınızda söylediklerimin hiçbiri sizde yok ve o sözlere kendim layığım.”[39]
Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) de, bu konuda buyurmuştur: “Biz peygamberler, farzları yerine getirmekle emrolunduğumuz gibi, halkla iyi geçinmeye de emrolunduk.”[40]
Başka bir rivayette de Hz. Peygamber’den (s..) şöyle nakledilmiştir: “Halkın en akıllısı, halka daha yumuşak olandır.”[41]
Başka bir yerde de şöyle buyurmuştur: “Eğer dostça geçinmek, görünen bir mahlûk olsaydı, Allah’ın yarattıklarından hiçbirisi ondan güzel olmazdı.”[42]
Hz. Ali (a.s) da bu konuda şöyle buyuruyor: “Dostça ve hoşlukla geçinmek, kurtuluşun anahtarıdır.”[43]
Yine Peygamber Efendimizden (s..) şöyle rivayet edilir: “İyi ve dostça geçinmek, yaşamın yarısıdır.”[44]
Fedekarlık:
Toplumsal ilişkilerimizde muaşeret adabından birisi de, fedakârlıktır. Yani insanın elinden geldiği kadar başkalarının ihtiyaçlarını gidermeğe çalışmasıdır. Bu konunun önemi hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Örneğin İmam Ali (a.s) buyurmuştur: “Fedakârlık, erdemlerin en üstünüdür.”[45]
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: “Fedakârlık, en güzel ihsan ve iman derecelerinin en üstünüdür.”[46]
Kur’an-ı Kerim’de fedakârlık, müminlerin özelliklerinden sayılmıştır: “…Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…”[47]
Rivayetlerde şöyle yer almıştır: Bir gün İmam Ali (a.s), bağını oniki bin dirheme satar ve hepsini Medine’nin fakirleri arasında dağıtır.[48]
Bir gün Fatime-i Zehra (a.s), Hz. Ali’ye (a.s) “babamın yanına git ve ondan bu günümüzün yiyeceğini sağlayabileceğimiz bir şey al” der. Hz. Ali’de (a.s), Peygamber’in (s..) yanına gider ve ondan bir dinar alıp, yiyecek almak için pazara gider. Yolda Miktad’ı görüp, hal ve hatırını sorar. Anlaşılır ki Miktad da darlıkta ve paraya ihtiyacı var. Bunu gören İmam (a.s), parayı Miktad’a verip, mescide gider. Bir müddet sonra Peygamber Efendimiz (s..), Hz. Ali’yi (a.s) aramağa çıkar ve mescide gelir. Hz. Ali’ye (a.s) “Nerdeydin? Niye eve bir şeyler almadın?” diye sorar. Hz. Ali’de (a.s), Miktad’ı gördüğünü ve onun ihtiyacı olduğundan dolayı parayı ona verdiğini söyler. Peygamber’de (s..) “Olaydan haberim var. Çünkü Allah senin hakkında şu ayeti nazil etti” “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.”[49], der.[50]
Göz Yummak:
Önceden de değindiğimiz gibi, insan sosyal bir varlıktır ve toplumda başkalarıyla yan yana yaşamalı ve onlarla irtibat içinde olmalıdır.
Bu ilişkilerde, insanlar birbirlerinin kusurlarını ve ayıplarını öğrenebilirler. Bu kusur ve eksiklikleri yaymak ve başa kakmak uygun değildir. Çünkü göz yummak ve görmezlikten gelmek İslami adaptandır.
Bu konuda Ehli Beyt'ten rivayet edilen bir hadiste: “Yaşam düzeninin ıslahı, dolu bir ölçektir. Üçte ikisi, fetanet[51]ve üçte biri de göz yummak ve kendini gaflete vurmakla olur.”[52]
Sila-i Rahim- (Akraba Ziyareti):
İslam’da muaşeret adabından birisi de, sıla-i rahimdir. Yani akrabalarla ilişki içinde olmaktır. Maalesef günümüzün makineleşmiş hayatında insani duyguların kaynağı kurumuş, aile efradı arasındaki gidiş gelişler, günlük işlerin gölgesinde kalmıştır.
Bir takım bağlar ve eğilimler, insanın varlığını içine almıştır. Bir taraftan yaratana olan bağ ki koparsa insanı helak eder. Diğer taraftan genel olarak topluma ve has olarak anne babaya, yakınlara olan bağ ki Kur’an ayeti buna değinmiştir:“Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.”[53]
Bunun karşısında yakınlarla bağın kapmasına şu ayet değinmektedir: “…Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar…”[54]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yakınlarınızla sıla-i rahim edin, bir selam vermekle olsa bile.”[55]
İşbirliği ve Yardımlaşma
Açıkca bilindiği gibi insan birçok işi toplu şekilde yapmak zorundadır. Cami, okul yapımı ve eğitim-öğretim, yollar, apartmanve şehrin düzeni işbirliği gerektiren konulardandır.
Hayırlı ve yapıcı iş birliklerini, İslam önemle vurgulamıştır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın…”[56]
Bir gencin evlenmesine veya bir müminin borcunu ödemesine yardım etmek, işsiz bir gence yardımlarını esirgememek ve ona maddi yardımda bulunmak, iyiliklerde dayanışma ve işbirliğin açık örneklerindendir.
Hz. Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Gücü yettiği kadar insanların hayrını istemek ve hakkı insanlar arasında doğrultmak, Allah’ın kulları üzerinde farz olan en önemli haklarındandır.”[57]
İnsanların Hayrını İsteme
Dostluk adabından bir diğeri de başkalarının hayrını istemektir. Müslüman birisi, İslami toplumda kesinlikle başkasının zarar görmesini, bir belaya ve soruna müptela olmasını istemez. Kendisi için istediği hayırlı ve güzel şeyleri, başkası için de ister. İnsanın kendi menfaatlerini gütmesi zatında vardır. Ama bu özelliği, başkalarının hakkını zayi etmesine neden olmamalıdır.
Ehl'i Beyt'ten nakledilen bir hadiste şöyle buyruluyor: "Allah rızası için, Allah’ın mahlukatının hayrını isteyin. Çünkü böyle bir amelden daha üstün bir amel yoktur."[58]
Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) de şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü, Allah katında makam yönünden insanların en üstünü, halkın hayrı için en fazla yeryüzünde çabalayan kimsedir."[59]
Hz. Ali (a.s) bir hadiste buyurmuştur: "Başkasının hayrını istemeyenin sevgisi, halis değildir."[60]
Bir hadiste Allah’u Teâla, Adem (a.s)’a bütün sözleri dört sözde toplayıp söyleyeceğini vahy ediyor. Onlardan birisi şöyledir: "Seninle halk arasında olan şudur ki kendin için sevdiğin şeyi başkası için de sev ve kendin için istemediğin şeyi başkası için de isteme."[61]
Affetme:
Başkalarıyla birlikte yaşamayı insana tatlı yapan şey af ve bağışlamadır. İnsanın intikam alabileceği yerde bağışlaması beğenilir bir davranış ve mertliğin nişanesidir. Peygamberimiz (Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Affedin, çünkü af insana izzet/yücelik getirir."[62]
Bu amelin fazileti hakkında birçok hadis vardır. Örneğin Peygamber Efendimiz (Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:
"Sizlere dünya ve Ahret hasletlerinin en üstününü bildireyim mi? Sana haksızlık edeni bağışlaman..."[63]
İnsan, kendisinin de başkaları tarafından bağışlanmaya muhtaç olabileceğini düşünürse, bağışlamanın/af etmenin değerini anlayacaktır.
İntikam, haksızlığa uğrayan bir ferdin hakkı olmasına rağmen bazı zamanlarda aile ya da toplumun birbirinden ayrılmasına sebep olabilir.
Siniri Yutma-Öfkeyi Yenme
Öfkelenmek, insanın zatıyatındandır. Allah, sevgiyi ve acımayı insanın benliğinde karar kıldığı gibi bu özelliği de onun varlığında karar kılmıştır. İnsanın, sinirlenmede aşırıya gitmesi bazı kötü sonuçlar doğurabilir.
Hz. Ali (a.s)’ın oğlu İmam Hasan (a.s)’a vasiyetinden birisi de şudur:
"Öfkeni yut. Ben öfkeyi yutmaktan daha tatlı bir yudum görmedim."[64]
Gazap, birçok günahın kaynağıdır ve insanın en tehlikeli ruhi haleti bu durumda meydana gelir. Örneğin bir katil gazap halinde birisini öldürür. Eğer öfkesinin esiri olmasaydı ve sinirini yennebilseydi böyle bir günahı işlemeyecekti.
Allah, muttakileri överken bir ayette şöyle buyuruyor: "…öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. "[65]
Müminleri de vasf ederken başka bir ayette şöyle buyuruyor:
"… kızdıkları zaman da affederler."[66]
Hz. Peygamberimiz (Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) torunlarından İmam Sadık (a.s)’ın yaşantısında şöyle okuyoruz:
Onun akrabalarından birisi bir konu hakkında İmamın gıyabında kötü laflar söylüyordu. İmam da birisi aracılığıyla onun o sözlerinden haberdar oldu. Hiç bir tepki göstermeden büyük bir sakinlik içerisinde kalkarak abdest aldı ve namaz kılmaya başladı. Orda bulunlardan Hammad isminde bir şahıs şöyle der:
Ben imamın ona beddua edeceğini sandım ama imam, namazdan sonra şöyle dua etti: (Allah’ım) Ben hakkımı ona bağışladım. Sen benden daha bağışlayıcı ve cömertsin. Benim hatırıma onu affet ve cezalandırma.[67]
ve sonra şöyle buyurdu:
"İsteseydi siniri doğrultusunda hareket edebileceği halde, sinirini yutanın kalbini, kıyamet günü Allah’u Teâla, rızası ile doldurur."[68]
Misafirperverlik:
Muaşeretin adabından birisi de misafirperverliktir. Rivayet edilir ki İbrahim Halilu’r-Rahman (a.s) misafir ağırlamaya o kadar düşkündü ki misafir gelmediğinde kendisi misafir peşine düşerdi.[69]
Bir gün imam Ali (a.s)’ı üzgün gördüklerinde sebebini sorarlar. İmam şöyle buyurur: "Yedi günden beridir bir misafir gelmedi."[70]
İslam kültüründe misafir, Allah’ın habibidir ve ona saygı büyük bir değer taşır.
Ehl'i Beyt'ten şöyle bir hadis nakledilmiştir:
"Peygamberin (s.../Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) huzuruna esirleri getirdiklerinde onlardan birisini öne çıkarıp cazalandırmak istediler. Cebrail arz etti ki; Ey Peygamber Rabbin sana selam gönderdi ve buyurdu: Senin esirin, başkalarına yemek veriyor, misafir ağırlıyor ve zorluklara karşı sabr ediyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.../Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) esire dedi ki Cebrail, bana senin misafirperverliğini bildirdi. Ben de bundan dolayı seni azad ediyorum/serbest bırakıyorum. Esir, Allah’ın bu hasleti sevip sevmediğini sorduğunda Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurur: Evet.
Esir de bunun üzerine der ki: Seni gönderene ant olsun ki asla hiç kimseyi malımdan mahrum etmeyeceğim. Daha sonra da müslüman oldu."[71]
Müminlerin İhtiyaçlarını Karşılama:
Muaşeret adabından bir diğeri, başkalarına yardım etmek ve ihtiyaçlarını gidermektir. Bu, müminlerin özelliklerinden birisi de sayılır. Peygamber Efendimiz (s.../Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem )’in siyerinde şunu görüyoruz:
Hatem’ın kızı Müslümanların esiri olmuştu. O, Peygambere (s.a.a) şöyle arz etti:
Uygun görürsen beni serbest bırak ve arap kabilelerinin azarlamasından uzak tut. Babam köleleri azat eder ve zor günlerde insanlara yardım ederdi. Peygamber Efendimiz (Salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ), kıza bunun müminlerin sıfatı olduğunu buyurup babasının güzel ahlakından dolayı onu serbest bırakmalarını emr etti.
Bir Müslüman gücünün yettiği kadar müminlerin ihtiyacını gidermede çaba göstermelidir. Gücü yetmezse de en azından onun dertlerine ortak olmalıdır.
Başkalarının ihtiyacını giderme konusunda bir çok hadis naklolunmuştur. Örneğin Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse, mümin kardeşinin bir hacetini giderirse bir ömür Allah’a ibadet etmiş sayılır."[72]
Başka bir rivayette de şöyle yer almıştır:
"Her kim (yardım etmek için) kardeşiyle gider, onun işini halletsin ya da halletmesin Allah’ı bir ömür ibadet etmiş gibi sayılır. Birisi sordu: Kardeşinin hacetini halletmk için tavafı bırakıp gitse de mi? İmam (a.s) buyurdu: ‘Evet.’"[73]
Müminin ihtiyacını gidermenin Kabe’yi tavaf etmekten daha üstün olduğunu İmam Sadık (a.s)’ın siyerinde de görmekteyiz:
Zeyd bin Usame, İmam Seccad (a.s)’ın zamanında yaşayan Müslümanlardan birisiydi. İmam onun hasta ve evde yattığını öğrendi. Imam onun ziyaretine gittiğinde onu ağlar bir vaziyette gördü ve neden ağladığını sorduğunda Zeyd şöyle dedi:
On beş bin dinar borcum var. Ağlamam, bu yüklü borcum içindir ve geride de bu borcu karşılayacak bir malım da yok.
İmam Seccad (a.s), bunun üzerine şöyle buyurdular: Ağlama ve üzülme. Borçlarını ben üstleniyorum. Daha sonra İmam, (a.s) onun bütün borçlarını ödedi.[74]
Özürleri Kabul Etme:
Bazen insana kötülük erderler ve sonra pişman olup özür dilerler. İslam’da muaşeret adabından birisi de özürleri kabul etmektir. Peygamber Efendimizin (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) torunlarından İmam Seccad (a.s), oğluna vasiyetinde şöyle buyuruyor: "Birisi sana sağ tarafından kötülük ederse daha sonra senin sol tarafına geçer ve senden özür dilerse, özrünü kabul et."[75]
Tevazu/Alçak Gönüllülük:
Alçak gönüllülük, beğenilmiş toplumsal adaptandır. İslam’da da bunun üstünde vurgular yapılmıştır. Mütevazı insana herkes saygı gösterir. Ama kibirli insan, korkunç yanlızlığında tutulup kalmış ve insanaların içinde yeri yoktur.
İnsan, Allah’ın kullarından bir kul olduğunun, acizliğinin, hastalıklara düçar olabileceğinin ve ecelin her an onun peşinde olduğunun bilincinde olursa, işte o zaman, tevazulu olur. Hz. İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Zavallı ve çaresiz Âdemoğlu! Eceli gizli (ne zaman geleceğini bilmez), hastalıkları örtülü (nereden saldıracağı bilinmez), ameli ise korunmuştur (kaybolmaz). Sivrisinek ısırsa, canını yakar; bir lokma boğazında kalırsa, onu öldürür; terlerse, pis kokar."[76]
Nasıl olur da insan bu kadar güçsüzlüğü ile böbürlenebiliyor?
Hz. Ali (a.s), tevazunun muaşerette rolü ve önemi hakkında şöyle buyuruyor:
"Ağacı (tabiatı) yumuşak olanın dalları (dostları) çok olur."[77]
Aynı şekilde başka bir hadiste buyuruyor:
"Tevazu, faziletleri yayar."[78]
Allah’u Teâla, mümin kulları hakkında şöyle buyurmuştur:
"Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…"[79]
Hz. Peygamberimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden mütevazı insanları gördüğünüzde onların önünde tevazu gösterin. Mütekebbir insanları gördüğünüzde de önlerinde mütekebbir olun."[80]
Mü’münlerin Haklarını Koruma
Başkalarıyla arkadaş olmak, arkadaşların haklarını korumayı gerektirir. Bu, arkadaşlık adabındandır. Hz. Ali (a.s), bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Dost, kardeşini üç halde korumadıkça sadık dost olamaz: Sıkıntıda, gıyabında ve ölümünde."[81]
Peygamberimizin torunlarından olan İmam Kazım (a.s) bir defasında Irak’a gittiğinde, Ali bin Yaktin, kendi halini İmam’a şikâyet etti ve şöyle dedi: "Halimi görüyorsun, kimin hükümetinde görev yapıyorum, kimlerle yüz yüze geliyorum?"
Bunun üzerine İmam (a.s), şöyle buyurdu: "Allah’u Teâla’nın zalimlerin içinde sevdiği insanları vardır ki onların vesilesi ile kendi kullarını koruyor ve sen Allah’ın sevdiği insanlardansın."[82]
Müminleri gıyaplarında korumak, insana düşen görevlerdendir. Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimsenin yanında Müslüman bir kardeşinin gıybeti yapılırsa, onu koruyabileceği halde korumayan kimseyi Allah, dünya ve Ahret’te zelil eder."[83]
Uyarma ve İyiliklere Yönlendirme:
İslam öğretilerinde, iyiliğe emretmek ve kötülükten alıkoymak, en önemli muaşeret adabından birisidir. Uyarma ve nasihat, kemale erme sebeplerinden ve toplumun kötülükten temizlenmesinde ve güzel adetlerin canlanmasında etkili olan unsurlardandır. İslam açısından iyi arkadaşın özelliklerinden biri uyarma sıfatına sahip olmasıdır. Yani iyilikleri ona hatırlatması ve kusurlarını ona söylemesidir. Ehli Beyt'ten nakledilen bir hadiste:
"En iyi arkadaşım, bana kusurlarımı hediye eden kimsedir."[84]
Birisi böyle yapmazsa gerçekte arkadaşına hıyanet etmiş sayılır. Yöne başka bir hadiste: "Birisi arkadaşını kötü bir işte görür ve gücü yettiği halde onu o işten alıkoymaz ise arkadaşına hıyanet etmiştir."[85]
"Bir kötü işi görür de gücü yettiği halde önünü almaz ise Allah’a isyan edilmesini sevmiştir/istemiştir. Bir kimse de Allah’a isyan edilmesini severse şüphesiz Allah ile açıkca düşmanlığa kalkışmıştır."[86]
Haris bin Muğeyre şöyle diyor: Medine sokaklarında Resullullah' Efendimizin torunlarından İmam Sadık (a.s)’a rastladım. İmam (a.s), beni gördüklerinde şöyle buyurdular: "Ey Haris! Bunu bil ki bilgilileriniz, bilgisizlerden sorumlu olacaktır." Bunu söyledi ve gitti.
İlk fırsatta evine gittim. İzin aldıktan sonra huzuruna çıktım ve arz ettim: Sizin sokakta buyurduğunuz, beni çok etkiledi. Bu konuda biraz daha fazla açıklama yapabilir misiniz?
İmam (a.s) buyurdular: "Sizden biri, bizi inciten ve bize yakışmayan kötü bir amel işlediğinde sizi ona nasihat etmekten ve onu güzel sözle kötü işinden caydırmaktan alıkoyan şey nedir?
Ben arz ettim ki: Onlar bizi dinlemiyorlar. İmam (a.s) buyurdular: Öyleyse size düşen görev, onlardan ayrılmanız ve onlarla muaşeret etmemenizdir.[87]
İslam şeriatında iyilere emretmenin özel bir yeri vardır. Hz. Ali (a.s), bu konunun önemi hakkında şöyle buyurmuştur:
"Bütün iyi ameller ve Allah yolunda cihat, marufu emredip münkerden alıkoymak karşısında, engin denizdeki bir damla gibidir. Marufu emredip münkerden alıkoymak (iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak) ne eceli yaklaştırır, ne de rızkı azaltır.Bunların hepsinden daha üstünü, zalim bir önderin karşısında hak bir söz söylemektir."[88]
Hz. Ali (a.s)’dan başka bir rivayette iyiliğe emretmek, dinin gayesi olarak açıklanmıştır:
"Dinin gayesi, iyiliğe emretmek ve kötülükten nehy etmektir."[89]
Başka bir hadiste Peygamber Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve âlihi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:"Allah’u Teâla, dini olmayan zayıf müminden nefret eder. Dini olmayan mümin kimdir diye sorulduğunda şöyle buyurdular: Kötülükten alıkoymayan kimse."[90]
Birisi, diğerlerine iyiliği emreder ama kendisi amel etmezse sözü etkili olmayacaktır. Bu, taşın üzerine yağan yağmurun etkisiz olmasına benzetilmiştir.
Başka bir rivayette Hz. Ali (a.s), bu konuda şöyle demiştir:
"Marufu emredip kendisi terk edene, kendisi işlediği halde münkerden nehyetmeye kalkışana Allah lanet etsin!"[91]
Allah’u Teâla, böyle kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?"[92]
Namaz, dinin direği ve mektebin simasıdır. Bununla birlikte toplumda bütün amellerin hatta namazın bile ayakta kalması, bu ilahi farizenin icra edilmesine bağlıdır. İslami camia, sadece iyiliğe emretmek ve kötülükten nehy etme unsuru ile islami bir şekil alabilir ve toplumda islami hükümler tahakkuk eder.
Hayâ:
Hayâ, iffetle eş anlamlıdır ve şehveti kontrol eden nefsani bir özelliktir. Başka bir tabirle söylersek, caiz olmayan işlerden alıkoyan halete, hayâ denir. Çirkin ve kötü sözlerden (sözdeki hayâ) ve uygun olmayan elbiselerden ve yersiz şakalardan kaçınmak (ameldeki hayâ) mauşeretteki hayâya örnek gösterilebilir.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
"İbadetlerin en üstünü, hayâdır."[93]
Başka bir rivayette de şöyle buyurmuştur: "Bütün hayırların başı, iffettir."[94]
Aynı şekilde diğer iki rivayette şöyle buyurmuştur: "Dünya elbiselerinin en güzeli, hayâdır."[95]"Erkeğin hayâsının çokluğu, imanının nişanesidir."[96]
Bazıları, hayâyı utangaçlık manasında zannederler. Hâlbuki utangaçlık, İslam’da beyenilir bir durum değildir.
Rivayetler ve İslami öğretilere göre hayâ insanı çirkin işleri yapmaktan alıkoyan bir güçtür. Aklına gelen her şeyi söylemesinin önünü alır. Nitekim İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "İffet, nefsi (kötülük yapmaktan) korur."[97]
Hayâ herkeste güzeldir, fakat kadında daha güzeldir.
İmam Sadık (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Hayâ on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir."[98]
Birisi, hayâ perdesini yırtmışsa, İslam açısından onun şahsiyeti ve saygısı kalkmıştır. Dolayısıyla böyle insanların gıybeti caiz olur. Peygamber Efendimiz (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Hayâsı olmayanın (hayâ perdesi kalkan kimsenin) gıybeti caizdir."[99]
Muaşeret adabı ile ilgili başka başlıklar da bulmak mümkündür. Ama biz bu kadarı ile yetiniyoruz.
[1]- Kalem, 4
[2]Ali İmran, 159
[3]Usul-u Kafi, c. 3, s. 161
[4]Müheccetü’l-Beyza c. 3, s. 284
[5]Biharu’l-Envar, c.74, s. 288
[6]Müheccetü’l-Beyza, c. 3, s. 284
[7]Vesailu’ş-Şia, c. 11, s. 324
[8]Gureru’l-Hikem, h.6112
[9]Ali İmran, 134
[10]Bakara, 195
[11]Kasas,77
[12]Ğureru’l-Hikem, h. 8473
[13]Ğureru’l-Hikem, h. 8715
[14]Furkan, 63
[15]Ğureru’l-Hikem, h. 7919
[16]Ğureru’l-Hikem, h. 2273
[17]Sünen-in-Nebi s.75
[18]Nehcü’l-Belaga, hikmet 158
[19]Nisa, 86
[20]Hilyetu’l-Muttakin, s. 350
[21]Hilyetu’l-Muttakin, s. 406
[22]Mearif ve Meariyf, c. 1, s. 254
[23]Biharu’l-Envar, c. 71, s. 9
[24]Biharu’l-Envar, s. 255
[25]Nur, 19
[26]Biharu’l-Envar, c. 47, s. 44
[27]Hucurat, 10
[28]Enfal, 1
[29]Biharu’l-Envar, c. 72, s. 24.
[30]Kafi, c. 2, s. 209, h. 3
[31]İsra, 34
[32]Bakara, 177
[33]Muminun, 8
[34]Biharu’l-Envar, c.75, s. 92, h. 2
[35]Mizanu’l Hikmet, c. 3, s. 2147
[36]Biharu’l-Envar,c.75, s. 95
[37]Taha, 43 ve 44
[38]Ali İmran, 159
[39]İrşad-ı Müfid, c. 2, s. 146
[40]Mizanu’l Hikmet, c. 2, s. 1103
[41]Mizanu’l Hikmet, c. 2, s. 1103
[42]Kâfi, c. 2, s. 120
[43]Gureru’l-Hikem, s. 294
[44]Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 1102
[45]Mizanu’l-Hikmet, c. 1, s. 16
[46]Aynı kaynak
[47]Haşr, 8
[48]Ferhengi Suhenan-ı Hz. Zehra, s. 21
[49]Haşr, 8
[50]Mearif ve Meariyf, c. 1, s. 321
[51]Fetanet, akıllı, zeki ve uyanık olmak demektir.
[52]Biharu’l-Envar, c. 46, s. 230
[53]Ra’d, 21
[54]Ra’d, 25 ve Bakara, 27
[55]-Biharu’l-Envar, c.74, s.191
[56]Maide, 2
[57]- Biharu’l-Envar, c. 41, s. 152, h. 46
[58] Kafi, c. 2, s. 208
[59] Kafi, c. 2, s. 208
[60] Mizanu’l-Hikmet, c. 4, s. 3279
[61] Kafi, c. 3, s. 317
[62] Kafi, c. 2, s. 108
[63] Mizanu’l-Hikmet, c. 3, s. 2013
[64] Biharu’l-Envar, c. 71, s. 168
[65] Ali İmran, 134
[66] Şura, 36
[67] Ferazhayı Berceste, c. 2, s.181
[68] Tefsir-i Nurus’s-Sakaleyn, s. 390
[69] Mearif ve Meariyf, c.5, s.2182
[70] Mearif ve Meariyf, c.5, s.2182
[71] Biharu’l-Envar, c. 71, s. 149
[72] Amali Şehy Tusi, s.481
[73] Mearif ve Meariyf, c.2, s.657
[74] Ferazhayı Berceste, c.2, s.170
[75]Vesailu’ş-Şia, c.8, s.553
[76] Nehcu’l-Belağe, hikmet 411
[77] Nehcu’l-Belağe, hikmet 205
[78] Mizanu’l-Hikmet, c. 4, s. 3554
[79] Furkan, 63
[80] Camiu’s-Seadet, s. 2405
[81] Nehcu’l-Belağe, hikmet 129
[82] Siyrey-i Pişvayan, s. 456
[83] Mearif ve Meariyf, c.1, s.170
[84] Tuhefu’l-Ukul, s.273
[85] Biharu’l-Envar, c.75, s.65
[86] Mizanu’l-Hikmet, c. 3, s. 1942, h. 12701
[87] Mearif ve Meariyf, c.1, s.263
[88] Nehcu’l-Belağe, hikmet 374
[89] Ğurelu’l-Hikem, h. 6373
[90] Mizanu’l-Hikmet, c. 3, s. 1941, h. 12698
[91] Nehcu’l-Belağe, hutbe 129
[92] Saf, 2
[93] Biharu’l-Envar, c. 71, s. 270
[94] Ğurelu’l-Hikem, h. 730
[95] Ğurelu’l-Hikem, h. 2997
[96] Ğurelu’l-Hikem, h. 17097
[97] Ğurelu’l-Hikem, h. 1339
[98] Biharu’l-Envar, c. 71, s. 336
[99] Mişkatu’l-Envar, 234-235
Araştırmacı Yazar: Taki AKBULAK