Vatan Bize Emanet

Vatan Bize Emanet


VATAN BİZE EMANET

 Bir vatan ki her karışı şehit kanıyla sulanmış cennet kokulu canım vatanım, senin uğruna nice genç fidanlar, canlar şehit oldu.

Onlar hür yaşamamız için, başı  dik, onurlu ve izzetli bir yaşam için kendilerini bu vatan uğruna feda ederek şahadete yürüdüler. 

Onlar bize özgürlüğü, hürriyeti emanet ettiler. 

 Bize daha neleri emanet ettiler;

-şehirleri, köyleri, yolları emanet ettiler.

-nehirleri, akarsuları, dağları, ovaları emanet ettiler.

-bağları, bahçeleri, ormanları, tarım ürünlerini ve tohumlarını emanet ettiler.

-yeraltındaki değerli madenleri emanet ettiler. 

-yüksek İslam kültürünü ve güzel ahlakı emanet ettiler.

      Tüm bunlar bize emanet.  Bu emanetleri gelecek nesillere aynı şekilde aktarmak görevimizdir ve bundan sorumluyuz

      Bazen bazı şeyleri anlamakta ne yazık ki güçlük çekiyoruz.  Avrupa Ortak Birliği'ne girdik  diye belki bazılarımız çok sevinmişti. Oysa Avrupa Ortak Gümrük Birliği'ne dahil edilen ürünler kafa karıştırıcı şeylerdir. Avrupa’da üretilen ihtiyaç fazlası ürünler dahil edildiği halde Türkiye’de üretilen ve Türkiye’nin ihtiyaç fazlası ürünleri Avrupa Ortak Gümrük Birliğine dahil edilmediği ileri sürülmektedir. İleri sürülen iddialara göre Türkiye ihtiyaç fazlası ürünleri Avrupa’ya satamadığını, ama onlar ihtiyaç fazlası ürünleri bize satabildiğidir. Mesele Türkiye’nin ihtiyaç fazlası ürünleri salça ve meyve suyu gibi bazı gıda ürünleri Ortak Gümrük Birliğine dahil edilmediğini görmekteyiz. Çünkü Türkiye domates ve meyve zengini bir ülkedir.

     Yine Türkiye’de tarım ve hayvancılık ileriye dönük olarak tarım ve hayvancılık ürünleri bakımından dışa bağımlı hale gelirse sonraki yıllarda Türkiye ile Avrupa arasında çıkabilecek bir sorun yüzünden Türkiye’ye konulacak bir ambargo ülkeyi sefalete sürükleyebilir. İnsan teknolojisiz yaşayabilir ama aç yaşayamaz. Bu nedenle tarım ve hayvancılık teşvik edilmeli kendi kendimize tarım ve hayvancılık yönünden yeterli hale gelmeliyiz. Türkiye Dünya ülkeleri arasında kendi kendine yeterli nadir ülkelerden biridir. Hükümetimiz güven ellerde kimsenin korkmasına gerek yok diye düşünmekteyim. Bununla ilgili gerekli adımlar atılarak tarım kredileri ile çiftçiler desteklenmesi gerekir.. Zaten öğle yapılıyor da.  Eğer yukarıda ileri sürülen iddialar doğru olsa bile bu dönemin hükümetinden kaynaklanmıyor. Daha önceden yapılan uygulamalardır bunun etkisi şimdi görülüyor.

      Sözleşmeli tarım ve çiftçilik diye bir proje üzerinde durulmuş, hatta uygulamaya konulmuş. Bu sözleşmeli tarım tuzağına düşmemek gerekir. Zira sözleşme ile köylerdeki kooperatiflerin eli kolu bağlanabilir, çiftçiler istedikleri ürünleri üretmelerinin önü kesilebilir. Avrupa Ortak Gümrük Birliği tarım sanayi ürünlerine kota uygulaması yaptığı bir gerçek. Bunu yapmalarındaki amaçlarının ise şirketlerin önünün açmak ve bu şirketler aracılığı ile ülkemizin tarım denetimin ele geçirmek olabilir. Yani tarımsal alanda şirketleşmeye gidişte tuzağa düşmemek gerekir. Çiftçilerin ve tarım sektörü ile uğraşan çiftçilerin eli kolu bağlanarak şirketlerin önü açılmaya çalışılabilinir. Osmanlılarda tımar sisteminin terk edilerek toprakların iltizam yoluyla mütesellimlere peşkeş çekilmesi toprak ağalarını doğurdu. Zamanla bunlar devlet karşısında bir güç haline gelerek "ayan" adında ortaya çıktılar. Toprak ağalarının yaptıkları baskı nedeniyle köyler boşalarak şehirlere göçler oldu.. Şehirlerde işsizlik çoğaldı. Böylece işsiz kalan insanlar isyan çıkardı.. Tarihte böyle bir hata yapılmıştı. Günümüz Türkiye’sinde de aynı hataya düşmemek gerekir.  Çünkü şirketler tarım ürünlerinin denetimini ele geçirdikleri yerlerde ürünleri köylüden en ucuza satın alıp tüketiciye en pahalıya satma yoluna gitmeyeceğinin bir garantisi yok.

      Tarihte Osmanlılar” Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi” ile İngilizlere verdikleri ayrıcalıklar topraklarımızdaki ticaretin yabancıların eline geçti. Böyle olunca Osmanlı devleti önce borçlandırıldı, sonra borçlarını ödeyemediğinden Duyunu Umumiye ile gelir getiren gelir kaynaklarına el koydular.  

      Bir diğer’e iddia da tarım ürünlerinin tohumları kısırlaştırılarak dışarıya muhtaç hale getirilmek istenmemiz. Köylümüz tohumları yüksek fiyatlara almak zorunda kalıyor. Bu iddia doğrudur. Ama bu dönemde yapılmamış. Daha önceden yapılmış etkileri şimdi ortaya çıkmaya başlatmıştır. Bununla ilgili önlemler alınmaya çalışılıyor ve devletin kendisi tohumları üretmeye başladığı ile ilgili belgeseller var. 

     Yine ülkemizdeki baraj ve akarsularımız üzerine 1700’ün üzerinde hidroelektrik santrali kurulduğu iddiası vardır. Bunların birçoğunun hidroelektrikle ilgisinin olmadığı ileri sürülmektedir.  İlk görünüşte bu iyi bir gelişme gibi görünse de bu da bağımsız yaşamaya alışmış bir millet için tam bir felaket olabilir. Çünkü bu akarsular üzerine kurulan barajlar devlet eliyle değil şirketler eliyle yapıldığı iddiası var.  Hidroelektrik santrali kuran şirket aynı zamanda akarsuyu kullanma hakkına sahip olur. Bu şirketler kendilerine verilen bu haklar ile o akarsularda tek bir ördeğe dahi su içtirmeme haklarının olduğu ve  akarsular üzerine kurulan barajlar ve hidroelektrik santralleri şirketlerin eline geçeceği haberleri zaman zaman gündeme taşınmaktadır. Bu sular özel şirketlere ait olacağı ve yağan yağmur suları ile oluşan akarsuları bize parayla satabilecekleri söylenmektedir. Eğer bu iddialar doğru ise köylümüz, çiftçimiz o akarsularda tek bir ineğine bile su içiremez hale getirilebilinir. Bu da demek o ki kendi suyumuzu kendimize satacakları anlamına gelir. Çünkü bunun örneği Afrika’da görülmüştür. Afrika’da Fransa bu uygulamayı yapıyor. Suların kontrolünü Fransız şirketler ele geçirip halka suları parayla satıyor. Halk da bu durum karşısında çevredeki birikinti sulara yönelmişler. Evlerinin üzerinde yaptıkları su tanklarına su doldurmuşlar. Fransızlar bu durum karşısında evlerin üzerindeki su tanklarını ikna etmiş. Bir de adamları siz şirketlerin sularını çalıyorsunuz, diyerek; hırsız çıkarmış.  Birikinti sularından ihtiyaçlarını gidermeye çalışan halk arasında, kolera ve tifo hastalıkları yayılmış. Fransa ayrıca bununla yetinmeyerek bir de bölgedeki belediyeleri  “Neden şirketlerin denetimindeki suları kullanmayı engellemiyorsunuz” diye Dünya Ticaret Örgütüne şikâyet etmiş. 

Ama burası da bir gerçektir ki bu günkü dünya kapitalizm sistemi “küreselleşme” adıyla insanlar yeni bir sistemle köleleştirmeye doğru sürükleniyor.

-Tarım arazileri şirketleştirilerek köylülerin elinden çıkarmak

-Tohumlar kısırlaştırılarak dışa bağımlı hale getirmek

-Sular hidroelektrik santralleri adı altında özelleştirerek kendi denetimlerine almak

-Diğer enerji kaynaklarını ele geçirerek kendi kontrollerine almak

    Bu nedenle milletçe bu gelişmeler karşısında çok daha dikkatli ve duyarlı olmamız gerekir.

  Tüm bu gelişmeler hem insan haklarına hem de özgürlüğü benimsemiş hür milletin haklarına büyük bir saygısızlıktır. Biz özgürlüğümüzü savaş meydanındaki cephelerde kazandık. Oysa şimdi dikkatli olmazsak özgürlüğümüz elden kayıp gidebilir. Bu ahmakça gelişmeler ne demokrasiye ne de insan haklarına uygun bir gelişme değildir. 

   Burası da bir gerçek ki; tahıl ambarı konumdaki Türkiye  olarak devletimiz sırf “Avrupa Ortak Pazarı”na girdik diye kendi köylümüzün elindeki buğday almayıp dışarıdan “İTHAL GEDEOLU” buğday alınması yanlıştır. 

     Bu tür gelişmeler karşısında duyarsız kalmak yarının Türkiye’si için bir felaket getirir. Gelecekteki nesillerimize kölelik getirir. Bu demek oluyor ki kendi topraklarımız üzerinde bizi köleleştirilmek istiyorlar? 

     Düşman Çanakkale’de ulaşamadığı amacına bu tür oyunlar ve uygulamalarla ulaşmaya çalışmaktadır. Ne demiş atalarımız; “Su uyur düşman uyumaz.” Tüm halk olarak, millet olarak, devlet adamları olarak, eli vicdanında olan tüm insanlık olarak halkın özgürlüğüne milletin bağımsızlık anlayışına bu şekilde kısıtlamalar getirmek için yapılan sinsi faaliyetler karşısında daima uyanık olmamız gerekir. 

Google+ WhatsApp