Televizyon Alma Hikayesi ve Kıskançlık

Kıskançlık bir ruh hastalığıdır, zamanında tedavi edilmezse hasede dönüşür. Haset içinde olan bir şahıs Kabil gibi zararlı hale dönüşüverir.

Bir Televizyon Hikayesi -

Kıskançlık
Zengin  çiftçi bir ailenin çocuğuyum. yaklaşık 6, 7 yaşlarından itibaren babamdan bisiklet istiyordum. Ama almıyordu. İlk okul 3.sınıfı bitirdiğimde yaşım 9 olmuştu.  Kendime harçlık toplmamıştım. Kumbaramı açtım, içinden çıkan paraları babama uzattım. Baba bana bisiklet alır mısın dedim. Babam davarlar için çoban aradığını söyledi. Eğer çobanın işini ben yapacak olsam, o zaman çobana vereceği parayı bana vereceğini söyledi. Ben buna çok sevindim. Hemen kabul ettim. Çoban gibi giyindim, davarları otlatmak için kendime bir tane sopa ayarladım. Ama babam sözünde durmadı. Sene değil hatta senemler geçmişti babam çobana vereceği parayı bana vermedi. Sadece evde kırık ve eski bir bisiklet vardı onu onararak bana verdi. Ama kıskanç kardeşim ben evde olmadığım zaman lastiklerini mahvetmişti, bir daha o bisikleti binemedim. Çünkü evde olmadığımda bisikletin havasını kaçırıyor ve havasıs havasız binerek lastiğini mahvetmişti. Ama babam kaç yıl sonra yeni bir bisiklet oldı ama benim adıma değil. İşte o zaman kıskanç kardeşim artık bisiklete zarar vermedri. 

1991 yılının ocak ayında göreve yeni başlamıştım. Evimiz İstanbul’a yeni taşınmıştı. Daha doğrusu taşınmak zorunda kalmıştık. Evimizde televizyon yoktu. 1 Haftalığına izine gelmiştim. Ailemiz televizyon istiyordu. Benden yaşça küçük bir kardeşim vardı adı Günger. Onu da yanıma alarak televizyon bayilerine gittim. Televizyonların fiyatını sordum. Niyetliydim beğendiğim bir televizyonu almaya karar verdim. Ama Günger kardeşim beni oyalayıp durdu. Yok falan yere gidelim, yok şu televizyonun markası böyle, yok bu televizyon şöyle. Bu şekilde beni oyalayıp durdu. Ben istiyordum ki birlikte bu işi yapalım. Kardeşimin yüreğinde taşıdığı gizli niyetini bilmiyordum. Hala bana karşı olan hasedini hiç bilmiyordum. Kardeşlerimi seviyordum. Onların da beni sevdiğini sanıyordum. Yüreklerinde benim için taşıdığı kıskançlığı ve hasedi hala hiç bilmiyordum.
Kardeşim Günger beni o günü o kadar strese soktu ki, ben karşıdan karşıya geçerken hızla ilerleyen otomobili fark edememiştim. Sarı renkli taksi bana bir çarptı, beni yolun bu şeridinden diğer şeride fırlattı.
Neyse ki bana bir şey olmamıştı. Çevredekiler taksinin vurduğu adamı arıyordu. Görenler yardıma koşuşmuş ama ortalıkta kazaya uğrayan adamı bulamıyorlardı. Bana vuran taksi şoförü 30 metre sonra durabilmiş ve yerinde öğlece dona kalmıştı. Birisi bana yahu burada az önce bir adama araba çarptı, 2- 3 metre öteye fırlattı, o dam nerede, nere kayboldu?
 “Benim” dedim. Şaşırdı, “Verilmiş sadakan varmış, şikayetçi ol, hastaneye götürelim” dedi. Ben: “Hayır, iyiyim,” dedim. 
Biz bu gün televizyon almadan eve gittik. Televizyon alma işini benden 2 yaş küçük kardeşime bıraktım. Çünkü zamanım yoktu. Ertesi günün akşamı görevli olduğum taşraya gidecektim.
Evet aradan seneler geçmişti. Kardeşimin benim için taşıdığı kıskançlığın ve bana beslediği hasedin farkına vardığımda aradan 19 yıl geçmişti. Kardeşim Günger ben gittikten sonra televizyonu almış ama sanki kendisi almış gibi göstermişti. Oysa parayı kazanan bendim, parayı kardeşime gönderen bendim. Bendeki niyete bak, dostça. Kardeşimdeki niyete bak, sinsice. Ben birlik ve beraberlik içinde olmasını istediğim ailemize elimden gelen tüm fedakârlık ve cömertliği gösterirken, kardeşim bana karşı olan kıskançlığından dolayı benim ismimi hiç anmamış. Benim yaptığım yardımı hiç dile getirmemişti. Kendisine mal ederek aile içinde kendisini yüceltmeye çalışmış.

 

Google+ WhatsApp