Demokrasi Tarihi

Demokrasi Tarihi

Demokrasi; Halk egemenliğine dayalı yönetim demektir.

TARİHTEN GÜNÜMÜZE DEMOKRASİ

“Demokrasi” kavramanın sözlük anlamı:

Demos:Halk

Kratos: erk, iktidar, egemenlik

Dolaysıyla Demokrasi: Halk egemenliğine dayalı yönetim demektir.

     Avrupalılara göre; ilk demokrasi örnekleri MÖ 4. ve 5. yüzyıllarda Yunanistan’ın Atina’sında görüldüğü iddia edilmektedir. Roma devleti ise bu uygulamalardan etkilenerek bir soylular sınıfı olan aristokratlardan oluşan ve adına “senato” adı verilen bir parlamento oluşturulmuştur. Romalılar döneminde demokratik bir yönetim olmamıştır. Roma Devleti bir kent devleti olmadığı için siyasal sistemi eşitlik ve katılıma dayalı değil, eşitsizliklere üzerine kurulu bir seçkinler yönetimi olmuştur.

     İlk demokrasi örneklerin görüldüğü Eski Yunan’da birer şehir devleti olan siteler (kentler) bulunmaktaydı. Bu sitelerin siyasal sistemi demokrasiydi. Atina, bütün vatandaşların katıldığı bir meclis tarafından yönetilmekteydi. Ancak ne var ki Atina’da kölelik sistemi vardı ve oy kullanmak için Atinalı olmak gerekirdi. Köle olmayan her Atinalı erkek, doğrudan doğruya siyasal kararların alınmasında oy kollanabiliyordu. Atina’da oy kullanma hakkına sahip olanlar daha fazla zaman ayırarak siyasete etkin biçimde katılmaya çalışmaktaydılar.

Atina’da en etkili organ sayılan Atina Meclisi;

-temel kararları veriyor

-yürütme konseyi ile mahkemelerde görev yapacak olan yargıçları seçerdi.

     Atina’daki vatandaşlar arasında ekonomik bakımdan büyük bir zenginlik ve servet farkı vardı. Bu ekonomik eşitsizlik, siyasi eşitsizliğe neden olmaktaydı.

 Demokratik yönetim biçimleri Eski Yunan düşünürleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.
     Sofistlere göre doğal olan ile sonradan yapılan arasında fark vardı ve doğal olan, sosyal olandan daha üstündü. Uygulanması gereken yasalar, sonradan yapılanlar değil, doğal yasalar olmalıydı. Herkesin doğruları farklı olacağı için ideal bir toplum düzeninden bahsetmek olanaksızdı. Bu nedenle yaşadıkları toplumun ideal bir toplum olduğu, bir yalandan ibaretti. 
 
     Sokrates (MÖ 469-399)
Sokrates’e göre toplumu erdemli kimseler yönetmemiydi. Ancak, var olan sisteme göre herhangi bir vatandaş, yönetimde söz sahibi olabiliyor ve çeşitli makamlara gelebiliyordu. Sokrates’e göre bu akıl almaz bir şeydi. Çünkü politika bir yönetim sanatıydı ve bunu bilmeyen kişilerin yönetici olarak seçilmeleri mutlak bir başarısızlığı getir. Ona göre insan, önce kendini tüm yönleriyle tanımalı, vasıflarının farkında olmalı ve bu farkındalıkla yönetimlerde görev almalıydı. “Kendini bil.” İfadesi, Sokrates’in bu konudaki yaklaşımını belirten ve felsefi açıdan günümüzde de geçerliliğini koruyan bir düşünce tarzının sembolüdür. 
 
     Platon MÖ 427-347 yılları asarında yaşadı.  
Soylu bir aileye mensup olan Platon Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. 
20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur. Platon’a göre demokrasi, yoksullarla zenginlerin savaşı sonucu ortaya çıkan bir yönetim biçimidir.
      Yönetimi ele alan yoksullar, önceleri yasalara saygılıdırlar. Herkes eşit haklara sahip ve özgürdür. Ancak özgürlük düzeni, kölelerin kendi hürriyetlerini satın alacak kadar ileri boyutlara gidebilir ki bu da toplum düzeninin sarsacak olaylara neden olabilir. Bu durumda tiranlık adı verilen yönetim biçimi ortaya çıkar. Özgür vatandaşların zorba bir yöneticinin buyruğu altına girmesi olarak tanımlayabileceğimiz tiranlık yönetimi hiçbir yasa ya da kurala bağılı olmaksızın işler. Bu nedenle demokrasi; yönetimlerin en kötüsüdür. 
 
Monarşi ile Demokrasinin birleşimi olan bir yönetim tarzı (Meşrutiyeti) önerir;
Platon; eserlerinde, iyi bir devletin nasıl olması gerektiğini sorgulayan Platon, “Namoi” (Kanunlar) adlı eserinde, monarşi ile demokrasinin birleşimi olan bir yönetim şeklini önermiştir. Buna göre yöneticiler koymuş oldukları yasaları hep bir amaca, yani devletin iyiliğine yöneltecekleridir. Ayrıca, yöneticiler töre ve yasalara uygun davranmak zorundadır. 
 
Aristo (MÖ 384-322):
Platon’un öğrencisi olan Aristoteles  hocasının ölümüne kadar onunla akademide kalmıştır. Atina’da yaşadığı süre içerisinde Aristoteles, başka hocaları da izlemiş ve politik dersler almıştır. Daha sonra yazdığı ”Politika” adlı eserinde devlet ve siyasetle ilgili düşünceleri ortaya koymuştur. Ona göre insan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle ancak toplum içerisinde ahlak kavramı gelişebilir. Bunu sağlayacak en önemli organ da devlettir. Toplumun ahlaken düzelmesini ve iyiliğini amaçlayan hükümet şekli doğru, ancak zorbalık (tranlık) yanlıştır. 
Bilgiye dayalı ve en iyilerin başta olduğu aristokrasi doğru, doğum ve servete dayanan oligarşi düzeni yanlıştır. 
Herkesin yönettiği durumlarda yasalar dayalı bir düzen olan politika doğru, yığınların anarşisi olarak nitelendirdiği demokrasi yanlıştır. 
Platon ve Aristoteles gibi düşünürler, yaşadıkları toplumu çok iyi tanıdıkları ve demokrasi olarak tanımladıkları Eski Yunan demokrasisine eleştirel bir gözle yaklaşmaktaydılar. Endişe duydukları diğer bir nokta da toplum yönetiminde bilginin ve bilgeliğin ikinci plana atılmasıydı. 
 
Eski Yunan demokrasisinden esinlen Romalılar döneminde ise aslında demokratik bir yönetim olmamıştır. Roma bir kent devleti olmadığı için siyasal sistemi eşitlik ve katılma dayalı değil, eşitsizlikler üzerine kurulu bir seçkinler yönetimi olmuştur. 
 
İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ

“İnsan Hakları ve Demokrasi” ne demektir, diye düşündüğümüzde, aklımıza ilk gelen düşünce, insanca yaşama hakkıdır, deriz. Bu düşüncenin hayatın içinde yer bulması anlamına baktığımızda, şunu görmekteyiz: İnsan Hakkı, insanın insanca yaşaması ve devletiyle olan ilişkisinin düzenli olmasıdır. Devlet vatandaşıyla bütünleşmişse, insan haklarının genel anlamda varlığından söz edile bilir. Şayet, devlet vatandaşıyla bir takım gereksiz ve anlamsız girişim içine girmiş ise, orada insan hakkı aramak beyhudedir. Devlet yapması gereken sosyal ve ekonomik işlevi bir kenara bırakmışsa, o zaman neyi nerede aramaya başlarız. İşte bu zamanda oturup düşünmek ve bu olumsuzluğu nasıl aşarız diye mücadele vermemiz gerekir. İşte, temel insan hakkı bu olsa gerek, diye düşünüyorum. O zaman kendini vatandaşıyla bütünleştirmesini bilmeyen bir devlet, vatandaşından fazla bir şey bekleme hakkına sahip olmamalıdır. Böyle bir sistem içerisinde yönetilen vatandaşın, hiçbir zaman insan hakkından söz edilemez. Çok önemli bir gerçeğin altını çizerek söylemek zorunda olduğumuz şey; bilinmesi gereken ve sahip çıkılması mutlak olmalı bir durum vardır ki, o da “İnsan hakları ve insanın kendisinin haklı olduğunu bilmesidir.” Bu bağlamda genel bir değerlendirme yapacak olursak, olaya şöyle bakmamız gerekir: İnsanların içinde bulunduğu ırkı, dini, rengi, inanışı ve cinsiyeti ne olursa olsun, hiçbir ayırım yapmadan elde ettiği haklara sahip çıkması anlamında gerçekleşmiş olur.
     Sizleri biraz gerilere götürerek, bu hakların nasıl elde edildiğini izaha çalışacağı. 1215 yılında, İngiltere Kralına sunulan” Manga Karta” belgesi, Avrupalılar tarafından bir derece insan hakkı bildirgesi olarak sayılmaktadır. Bir diğer önemli bildirge Amerika’da yayınlanan “Bağımsızlık” bildirgesidir. Bunu haricinde, ö
zgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramlar 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilalı sonucunda yayınlanan bildirgedir.
İkinci dünya savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, kabul edilen ve 10 Aralık 1948 yılında yürürlüğe giren “İnsan Hakları Beyannamesi”yle duyurulmuştur.
Bildirgenin giriş bölümünde, aynen şu ibare yer almaktadır ve bu o gün bütün dünyaya duyurulmuştur. “Bütün uluslar kendi insanlarının temel haklarına saygılı olmalı ve insanlarını devletin hâkim güçleri karşısında korumalıdır. Bu korumanın temel öğelerinden birisi de, hukukun evrensel değerlerine uygun hareket etmeli ve hukukun üstünlüğü ilkesi, birinci derece de hâkim kılınmalıdır.”

     İnsan hakları bildirgesinde yer alan bir takım maddeler incelendiğinde, bizim anayasamızla bire bir örtüştüğü görülecektir. Ne var ki zaman zaman insan hakları ihlalleri, bizleri derinden yaralamıştır. Bu oluşumun meydana gelişi bir takım çıkar çevrelerinin genel menfaatlerinden kaynaklandığının da bilinmesinde fayda vardır. Bu gün dünyada var olan 190 ülkeyi aşan devletlerin var olmasına karşın, insan hakları ihlalleri birçok yerde devam etmektedir. Bu ihlallere son verilmesi, bütün dünyada demokrasiye geçilmesiyle mümkün olacaktır.

     Toplumların çağdaş değerlere ulaşması için, reel gelirden kendine düşen payı almalıdır. Toplumsal barışın ve insanca yaşamanın bütün kuralları ve değerleri buna bağlıdır. Aksi halde her şeyden mahrum insanların, insan hakkından bahsetmek beyhudedir.

     Türk tarihinde; demokratikleşme yolunda atılan ilk adımlar; Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmişti. Bu fermanların ilan edilmesindeki asıl amaç batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasını önlemektir. Bu ferman tamamen saray tarafından hazırlanmış ve ilan edilmiştir. Halkın bu fermanın ilan edilmesinde hiçbir etkisi yoktur. 

Google+ WhatsApp