Büyük Selçuklularda Kültür ve Medeniyet

Büyük Selçuklularda Kültür ve Medeniyet

Büyük Selçuklularda Devlet Yapısı, Kültür ve Medeniyet


BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETI'NDE KÜLTÜR VE MEDENIYET
 

 Devlet Teşkilatı:

Selçukluları meydana getiren Oğuzlar, Orta Asya'dan Maveraünnehir ve Horasan'a gelince bütünüyle İslamiyet'i kabul ettiler. Müslüman olmalarıyla eski bozkır kültürünün İslam'a aykırı olmayan müesseselerini sentezleştirdiler. Türk Devlet geleneğinin esasını teşkil ettiği Selçuklu devlet teşkilatı; Karahanlı, Sâmânlı, Gazneli ve Abbasî devletleri teşkilatlarından geniş ölçüde faydalanmış ve bunları kendi bünyesinde mükemmel bir surette uygulamıştır.
 Bu bölüme geçmeden önce Türk devletleriyle ilgili bazı genel bilgileri şu şekilde sıralayabiliriz.

Türk Devletleri İsimlerini Nerelerden Almışlardır?
Kuruldukları bölgelerden (Gazneliler gibi) Kurucularından (Osmanlı ve Selçuklu gibi)
Devleti kuran etnik unsurlardan (Avarlar, Kırgızlar gibi)
Kuruldukları bölgedeki ırmaklardan (idil ve Tuna Bulgarları gibi)

Hükümdar:
Hükümdar; töre ve müesseselerin tanıdığı haklarla devletin tek hâkimidir. Sultan unvanı hükümdara genellikle Sultanü’l Azam denilirdi. Türklerdeki Hakan veya Kağan, batıdaki imparator kelimesinin karşılığıdır. Sultan, Türkçe adının yanında, İslami ad da taşırdı. Halife tarafından künye ve lakap da verilirdi. Sultan Merkezde oturur, ülke toprakları hanedan mensuplarınca idare edilirdi. Merkeze bağlı beylik ve atabeylikleri vardı.

   Hükümdarlık Alametleri:
Türklerde hükümdarlık alametleri olarak tahta çıkan bir kişinin hükümranlığını gösteren bazı işaretlerin olması gerekirdi. Bunlar:

-Hutbe okutması
-Para bastırması
Çetr denilen hükümdar şemsiyesi
-Tuğ
-Hilat giyme ve kılıç kuşanma törenlerinin yapılması
-Hükümdarlık tahtı
-Otağ-ı şerif adı verilen büyük çadır
-Sancak
-Toy (şölen) düzenleyerek halkına ziyafet çekmesi
-Nevbet
-Mühür

 Devlet Yönetimi:
Devletin başında Selçuklu hanedanına mensup birisi bulunurdu. Yönetme hakkının İslamiyet öncesi Türklerde olduğu gibi, Tanrı tarafından hükümdara verildiğine inanılırdı. Yönetim, hükümdarın mutlak otoritesinde toplanırdı. Önemli devlet işleri, Divan adı verilen kurulda görüşülürdü. Divan, devletin en önemli yönetim organıydı.

Büyük Divan'ın dışında gördüğü işleve göre isimler alan Divanlar da vardı. Bunlar:
Divan-ı Arz, (Arz’ül Ceyş ) ismi verilen şahıslar başkanlık ederdi. Milli savunma ve ordunun ihtiyaçları karşılanmak için oluşturulmuş bir divandı. Başkanına emir-i arz denirdi.
Divan-ı istifa, mali işlerle ilgilenirdi, başkanına müstevfi denirdi.
Divan-ı lşraf: Devletin mali ve idari işlerinin yolunda gidip gitmediğini kontrol ederdi. Başkanına müşrif denirdi.
Divan-ı İnşa: Devletin iç ve dış yazışmalarını yürüten divandı. Başkanına “tuğrai” denirdi. Hükümdara ait yazılara hükümdarın tuğrasını çekerdi.
Niyabet-i Saltanat: Hükümdar başkentte olmadığı zamanlarda devlet işleri ile ilgilenen divandı. Bu makamda bulunan ve sultana vekalet eden kimseye “naib” adı verilirdi.
Divan-ı Mezalim: Ağır siyasi suçlar görüşülüp karar bağlanması olayına denmiştir.

Divan-ı Tuğra, Ferman ve beraatla ilgilenirdi

 Ülke Yönetimi:
Büyük Selçuklular eyalet sistemini benimsemişlerdir.
Bazı eyaletlerin başına da "Melik" unvanı verilen hanedan mensubu şehzadeleri atamışlardır.
Her eyalette, devlet merkezinde olduğu gibi divanlar bulunurdu. Bu divanlarda da eyaletle ilgili konular görüşülür ve karara bağlanırdı.

Not: Meliklerin siyasi ve askeri bakımdan oldukça geniş yetkileri vardı. Bu nedenle Büyük Selçuklularda merkezi devlet otoritesini korumak oldukça güç olmuştur. Bu durum, Hanedan mensubu erkek çocuklar arasındaki taht mücadelesini de artırmıştır.

Atabey: Sultan çocuklarının eğitimi ile ilgilenen görevlilere verilen unvandı. Merkezde meydana gelen taht kavgaları veya merkezi yönetimin zayıfladığı dönemlerde bu kişilerin kendilerine ait devlet oluşumu içerisine girmeleriyle siyasi bir kimlik kazanmışlardır.

Atabeylik: Selçuklarla birlikte İslam dünyasına giren ve kendilerinden sonraki devletleri etkileyen kurumlardan biri de haline gelmiştir. Atabeylik; Devlet hanedan üyelerinin ortak malı olduğundan şehzadeler daha küçük yaşlarda eyaletlere melik olarak gönderiliyor; kendileri iyi bir devlet adamı ve asker olarak yetiştirmek üzere onlara birer atabey tayin ediliyordu. Şehzadeler büyüdüklerinde onları vezir, komutan veya danışman olarak atarlardı. Atabeyler şehzadelerin devlet adamı olarak yetişmelerinde ne kadar faydalı olmuşlarsa onları aynı şekilde kışkırtarak isyanlara neden olmuşlardır.
   

 O  R   D   U
Döneminin en güçlü askeri gücünü oluşturan Büyük Selçuklu ordusu üç gruptan oluşmaktaydı.
 1. Hassa Askerleri:
         -Gulam Sistemi'ne göre toplanan askerlerden meydana gelmekteydi.
          -Sultana bağlı özel birliklerdir.
          -Hizmetlerinin karşılığında kendilerine ikta denilen belirli bir arazi tahsis edilirdi.
2. Glaman-ı Saray:
          -Doğrudan sultana bağlı özel muhafız birlikleridir.
          -Farklı milletlerden seçilip özel olarak yetiştirilen ücretli askerlerdir.
 3.  Sipahiler: Eyaletlerdeki ikta sahiplerince yetiştirilen atlı askerlerdir. Bunların masrafları ikta sahiplerince karşılanırdı. Savaş zamanında ikta sahibinin komutasında hükümdarın ordusuna katılırlardı.

 Not: Büyük Selçuklu ordusunun en kalabalık ve en önemli gücü  sipahiler (tımarlı sipahiler)’den oluşmaktaydı.
4. Eyalet Askerleri: Melik ve eyalet valilerinin askerleriyle birlikte orduya katılmasıdır.
5. Türkmenler: Devlet başkanının daveti sonucu Türkmenlerden savaş zamanında orduya katılan askerlerdir.
 6. Yardımcı Kuvvetler: Bağlı beylik ve devletlerden gelen askerlerle, gönüllüler ve Türkmenler bu gruba dahildi. Bunlar da savaş zamanlarında orduya katılırlardı.

 H U K U K:
Bilindiği gibi İslamiyet öncesi Türklerde, devlet ve toplum düzeni, "Töre" adı verilen yazısız hukuk kurallarıyla sağlanmaktaydı. Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra en büyük değişikliklerden birini de hukuk sisteminde yaşadılar. Ancak, töre tamamen terk edilmedi. Karahanlılarla birlikte başlayan yeni süreçte, bir taraftan örfi hukuk, diğer taraftan da şer'i hukuk sistemi varlığını sürdürdü. Bu nedenle Büyük Selçuklularda da uygulanan hukuk sistemi şer'i ve örfi hukuk olmak üzere ikiye ayrıldı.

Şer'i Hukuk: İslam dini kurallarına göre düzenlenmiş olan hukuk sistemidir.
     Şer'î davalara kadılar bakardı. Kâdı'l-kudât denilen baş kadı, Bağdat'ta bulunur, merkezde mahkeme başkanlığı yapardı. Baş kadı, diğer kadıları da teftiş ederdi. Kadılar, şer'î davalar, tereke (miras), hayrât ve vakıf işlerine bakarlardı. Selçuklu Türkleri, Hanefî mezhebinde olduklarından, davalar ve meseleler, bu mezhebin hükümlerine göre halledilirdi. Yanlış bir karar verilmişse, öteki kadılar, durumu sultana bildirerek,

Örfi Hukuk: Örf, adet, gelenek ve göreneklerdeki kuralların İslamiyet’e aykırı olmamak şartıyla düzenlenmesi sonucu oluşan hukuk kurallarıdır.
Örfî mahkemelerin başında, Emîr-i dâd denilen adalet emîri bulunurdu. Bunlar, devlete, kanunlara ve emirlere karşı gelenlerin davalarına, siyasî suçlara bakarlardı. Bir nevi olağanüstü mahkemeler demek olan Dîvan-ı mezalim'e başkanlık ederlerdi. Kazaskerler (Kadıaskerler), ordu mensuplarının davalarına bakardı. Dine aykırı görülen her harekete, muhtesip, anında müdahale ederdi. Adliye mensupları, bağımsız olup, büyük dîvana ve eyalet dîvanlara bağlı değildiler.

     EĞİTİM VE B İ L İ M:
     Devlet, ilim ve âlimlerin yanında olup gelişmesi için bütün imkânlarını seferber etmişti.
Türk-İslam devletlerindeki bilimsel çalışmalar medreselerde yapılmıştır. Dinî eğitim ve öğretimin yapıldığı medrese, tekke ve zaviyeler ülkenin her tarafında yaygındı.
      İslâmiyet’i kabul eden Türk toplumlarında ilk medreseler Karahanlılar döneminde açılmıştır (Semerkant Medresesi). Bu dönemin en önemli medresesi, şüphesiz Büyük Selçuklular döneminde açılan Nizamiye Medresesi'dir. Medreselerde Arap-İslâm devletlerinde olduğu gibi dini bilimlerle, pozitif bilimler birlikte okutulmuştur. Nizamiye Medreseleri, toplu yapı sanatının ilk örnekleri olarak da nitelendirilir. Bu kurumlar içerisinde öğrenci yurtları, derslikler, imarethaneler gibi öğrencilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri yerler bulunmaktadır. Bu yönüyle Nizamiye Medreseleri, günümüzdeki modern üniversitelerde görülen kampüs sistemine benzemektedir.
    İlk Müslüman Türk devletleri döneminde, birçok bilim adamı yetişmiş ve önemli çalışmalar yapmışlardır. Bunlardan bazıları ve önemli etkinlikleri şu şekilde sıralanabilir.
     Farabi: Kendisi Muallim-i Sani (Ikinci Öğretmen) olarak da isimlendirilir. Aristo'nun fikirlerini en iyi açıklayan kişidir. Türk toplumları arasında pozitif bilimlerle uğraşı Farabi ile başlar.
    Ibn-i Sina: Birçok alanda çalışmışsa da en önemli etkinliği tıp alanındadır. Yazdığı eserleri ileriki dönemlerde Avrupa'daki üniversitelerde Latinceye çevrilerek okutulmuştur.
El Biruni: Matematik, fizik ve coğrafya alanında çalışmalar yapmıştır.
Ömer Hayyam: Matematik ve Astronomi ilmiyle uğraşmıştır. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah adına düzenlenen Celali (Meliki) Takvimi hazırlayanlardandır. Ömer Hayyam ayrıca edebiyata da ilgi duymuştur. Rubaileriyle ünlüdür.
     Matematik ve Astronomi alanında Ömer Hayyam, Muhammed Beyhaki, Ebü’l-Muzaffer Isferyâni, Vâsıtî, Ahmed Tûsi ve daha pek çok âlim yetişip değerli eserler verdiler. Fakat bu eserler Moğol ve Haçlı saldırılarında yakılarak yok edildi. Avrupalılar bu eserlerin birçoğunu kendi ülkelerine götürdüler.

Mimari Yapı ve Sanat:

Türk-İslam devletlerinde sanat, Arap İslam devletlerinde olduğu gibi İslam dinine göre şekillenmiştir. Bu dönem mimari eserlerinin en güzel örnekleri camiler, türbeler ve kervansaraylardır. Bunların yanı sıra dokumacılık, kuyumculuk, bakır işlemeciliği ve taş işçiliği gelişen sanatlar arasında gösterilebilir.
    Selçuklular önemli ticaret yolları üzerinde kervanların güvenliğini sağlamak için büyük bir özen göstermişler, zengin ticaret kervanlarına muhafızlar tayin etmişlerdi. Konaklama yerlerinde kervansaraylar inşa edilmiştir. Kervansaraylarda konaklayanlar arasında ayrım yapılmamıştır.
    Kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim ve seccadeler Selçuklular döneminde el işçiliğinin en güzel örnekleridir.
     Çadır şeklinde yapılan kubbeler de Selçuklu mimari eserlerinin bir özelliğidir.

Dil ve Edebiyat:

Türklerin İslamiyet’e girmesinden sonra Türk diline Arapçadan ve Farsçadan kelimeler girmeye başlamıştır.
Karahanlılar döneminde bu değişim fazla hissedilmemiştir. Bunun nedeni de Karahanlıların resmi yazı dili olarak Türkçeyi kullanmaları ve Türk kültürüne büyük önem vermeleridir.
Gazneliler döneminde ise, Arapça ve Farsça etkisini giderek artırmıştır.
Selçuklularda ise Arapçadan ziyade Farsça ön plana çıkmıştır. Büyük Selçuklularda resmi yazı dili Farsça olmuştur. Bilim dili olarak da Arapça kullanılmıştır.
    Selçuklu sarayında, devlet kurumlarında ve edebî eserlerde genellikle Farsça, medrese çevrelerinde Arapça, Selçuklu hanedanı ile Türkmenler arasında ve orduda da Türkçe konuşulup yazılırdı.
SSadi-i Şirazî, Ömer Hayyam, Enveri, Ebyurdî, Ezrâki gibi edip ve şairler yetişti.

 Not:  İlk Müslüman Türk devletlerinde dil konusunda görülen bu farklılıkların temelinde yatan sebep, İslam diini ve devletlerin kurulmuş oldukları bölgelerdeki etnik yapıdır.
 Not: Büyük Selçuklularda Arapça ve Farsçanın etkili bir dil olarak kullanılması, Türkçenin gelişimini yavaşlatmıştır. Ancak Türkçe, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bunun nedeni de Türklerin çok eski ve köklü bir kültüre sahip olmaları ve Türkçenin zengin bir dil olmasıdır.

 Yusuf Has Hacip tarafından yazılan, Kutad-gu Bilig

Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan, Divan-ı Lügat-it Türk, 

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılan, Divan-ı Hikkmet 

Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan, Atabet-ül Hakayık.

Sosyal Hayat:
Selçuklularda sosyal yapı, Orta Çağ Avrupa’sı ve Hindistan’dan tamamen farklı bir yapıdaydı.  Oralardaki gibi sınıf ve zümreye ve Hindistan’daki kast sisteminden farklı bir özellikteydi.

 Toplum, Selçuklu hanedanı ve mensupları başta olmak üzere;
 1-Yönetenler: askeri ve mülki rical
 2- Yönetilenler: devlet teşkilatı dışında kalan ahaliden meydana gelen farklı iki sınıftan oluşmuştur.
     Hanedan ve devlet ileri gelenlerinin önemli yetkileri olmasına rağmen, şehirde ve köyde yaşayan halkın, kanun karşısında hak ve  vazifeleri vardı.

     Köylü hür olup toprağın hâs ve ikta oluşuna göre hükümetin himayesin altında çalışırdı. İkta ismiyle devletten kiraladığı toprağın kirasını vergi  olarak verirdi.  Ayrıca halk topraklar üzerinde mülk edinme hakları da vardı.  Mülk  topraklar, veraset yoluyla çocuklara geçerdi.

Selçuklularda mülkiyeti devlete ait olan miri topraklar dört bölümden oluşur.

Toprak Yönetimi:

Büyük Selçuklularda toprak kullanılış amaçlarına göre dörde ayrılmıştır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir.
 1. Has Arazi: Vergi gelirleri hükümdara ait arazilerdir. Hükümdar, bu arazilerin gelirlerini hanedan mensuplarına da bağışlayabilirdi.
 2. İkta Arazi: Gelirleri devlet memurlarına ve savaşta yararlılık gösterenlere maaş karşılığı verilen arazilerdir. İkta sahibi olanlar gelirlerinin bir bölümü karşılığında devlete asker yetiştirmekle de yükümlüydüler.
 3. Mülk Arazi: Şahsa ait arazilerdir. Bu araziler alınıp satılabilir ve miras olarak bırakılabilirdi.
 4. Vakıf Arazi: Gelirleri cami, medrese, hastane gibi sosyal amaçlı hizmetlerde bulunan kurumlara ayrılan arazilerdi. Bunlar alınıp, satılamaz, miras olarak bırakılamazdı.

İkta ve Ticari Hayat:
Selçukluların hâkim olduğu Horasan, İran, Irak, Anadolu ve Suriye bu devirde, ekonomik bakımdan en üst seviyeye çıkarak, milletler ve kıtalar arası ticarette köprü görevi görüyordu. Selçuklu ülkesinde her türlü tarım ürünlerini yetiştirmeye uygun iklim, coğrafi ve doğal zenginlikler bulunuyordu. Tahıl sıkıntısı çekilmeyip, o günkü şartlarda fiyatı da ucuzdu. Ticareti geliştirmek için yollar ve kervansaraylar yapılmıştı.
Selçuklularda istikrarla birlikte ticaret gelişmiş şehirlerin nüfusları artmıştı. Şehirlerde büyük bir sermayedar sınıf meydana gelmişti. Ticaret ve ekonomi alanında geliştirilen yeni modellerle birlikte şehir ve bölgeler arasında sermaye aktarımı kolaylaştırıldı. Bu dönemde kullanılan çek yötemi para ekonomisinde uygulanan ileri düzeydeki anlayışı ifade ediyordu. Avrupalılar bu sistemi İslam Dünyası’ndan öğrenerek Avrupa’ya aktardılar. Bu durum modern bankacılığın doğmasına neden oldu.
Fütüvvet, esnafın kendi aralarında birleşerek kurdukları dini-iktisadı bir teşkilatlanmadır. Her zanaat kolu, bir lonca teşkilatına bağlıydı. Loncalar, meslek ve erbabını kontrol altına tutmuştur  Ahi Evren Moğol baskısından nedeniyle Anadolu’ya gittiğinde Anadolu’da “ahi” (kardeş) adı ile esnafları örgütlemiştir. . Bu teşkilat Osmanlılarda da uygulanmıştır. Bu teşkilat  hem bireylere bir meslek kazandırırken hem de bireyleri  bilgi bakımından eğitiyordu. Ayrıca bu teşkilata üye olanlar savaş strateji; kılıç kullanma gibi öğretilirdi. Bu nedenle devletin başı ne zaman darda kalsa bu teşkilat gönüllü olarak devlete yardım etmiştir. Bu teşkilat Osmanlılar döneminde özellikle Yavuz Sultan Selim’in İran ve Memlükler ile yaptığı savaşa karşı çıktıkları için Yavuz Sultan selim tarafından dağıtılmış yerlerine devşirme usulü ile atamalar olmuştu. Devşirmelerin bu teşkilata el atmasıyla bu teşkilatta bozulmalar oldu ve zamanla özelliklerini yitirdiler. Bu teşkilat sayesinde yaren sohbetlerinde halk eğitilir, dini dersler alır, hem dinlerine bağlı kalır hem toplumsal sıkıntı giderilir hem de yardımlaşma sağlanırdı. Bu teşkilatın bozulması ile toplum cehalete sürüklendi ve bu da Osmanlı Devleti’ni yıkılışa götüren en önemli etkenlerden biri olmuştur.
Hayat pahalılığı yok denecek kadar azdı.

Devlet’in Gelir Kaynakları
-Selçuklular; şeker ve eşya alıp, at, halı, ipek ve maden satarlardı.
-Harç : arazi vergisi
-Öşür:  ziraat vergisi
-İltizam, Devlet topraklarının ihale usülü kiraya verilmesi
-Ganimet: Savaşta düşmana ait ele geçirilen değerli eşyalar.
-Bağlı ve komşu devletlerden gelen hediye

Soru: Selçuklularda Fütüvvet Anlayışı ne demektir?

Aynı işi yapan esnaf lonca denilen teşkilatları kurmuştu. Loncalar iş ve üretim faaliyetlerini dini esaslar içinde düzenleyerek ekonomik hayatın gelişmesinde etkili oldular.

Selçuklularda esnafın kendi aralarında birleşerek kurdukları dini iktisadi teşkilata “Fütüvvet” denilmekteydi. İlk defa bu tür bir yapılanma Abbasiler döneminde ortaya çıkmıştır. Bir dönem “ahilik”, “fütüvvet” teşkilatının içinde örgütlenmiş ise de sonraları ayrı bir biçimde yapılanmıştır.  Fütüvvet teşkilatı ortadan kalktıktan sonra da ahilik Anadolu’da varlığını uzun süre devam ettirmiştir.

D İ Ğ E R    K O N U L A R

        BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETI'NDE KÜLTÜR VE MEDENIYET için tıklayın.

 

 

 

Google+ WhatsApp