Roman Özeti; Zamanda Yolculuk

Roman Özeti; Zamanda Yolculuk

Zamanda Yolculuk: Roman; Gökhan ile Vedat'ın Maceraları I. Bölüm

Gökhan yüksek sesle-kollarını kabartarak seslenir “Vedat!”

Vedat; nazik bir eda ile “Efendim” der.                                                                                   

Gökhan kaba bir sesle ; -Bugün öğleden sonra saat 2’de toplantı yapılacak, odayı düzenle ve sandalyeleri düzgün bir şekilde diz.

Vedat verilen görevi en iyi bir şekilde yerine getirir. Sandalyeleri yerli yerinde dizer. Masaları siler. Toplantı odasına bir çiçek yerleştirir.

Toplantı başlar, toplantıda patron; Gökhan’a şirketin düzen, disiplin ve kuralları üzerine bir konuşma yapmasını söyler.

Gökhan: Evet şeyyy…Benn deniz Sizin başkanınız, yani sizin müdürüniz yani ben deniz buranın genel Müdürünün sahibiyim. Yani ben deniz şeyyyyy yani şeyyyyy” sonra” konuşamaz.

Gökhan’ın heyecandan eli titriyordu. Masanın üstündeki meyve suyunu heyecanından devirdi. Patron ve toplantıya katılan herkes bu anda büyük şaşkınlık içindeydi. Devrilen meyve suyu patronun üzerine döküldü. Gökhan sonra bunu düzeltmek isterken ayağı sehpaya takıldı ve sehpanın üstündeki sürahi yere düşerek kırıldı.

Patron çok kızmış nefesini içine çekerek bekliyordu. Sonra Gökhan’a; “Uzun süre benim gözüme görünme.” dedi.

                                                                                 

                                                                                  **********

Öğle olmuş yemek saati gelmişti. Yemek saatinde şirkette çalışanlar yemekhaneye doğru gitmekteydiler. Şirkette çalışanlar yemek için sırada beklemekteydi. Bu arada Gökhan ve Vedat’ta sırada beklemekteydi. Gökhan Vedat’ın arkasında sırada beklemekteyken, Gökhan sesini biraz kalınlaştırarak:                                                               

-Ya Vedat burada ağabeyi benim, sıranı bana ver, dedi.

Vedat bu duruma hiç ses çıkarmadı. Gökhan hafiften sıyrıldı ve Vedat’ın önüne geçerek Vedat’a doğru uzatılan tabletteki yemeği kendisi aldı.

 **********

Şirket çalışanları için, 15 dakikalık mola saati gelmişti. Gökhan ve Vedat çay içmekteydiler. Gökhan elindeki çaydan bir kaç yudum aldıktan sonra yüzünü Vedat’a dönerek;                                                                 

-“Neden bana ağabeyi demiyorsun?”

 -Neden sana ağabeyi deyim ki?

Gökhan dudağını büzerek;

 -Çünkü ben senden “2” yaş daha büyüğüm.              

  Vedat, olgun ve tok bir sesle;

-Hayır sen doğru söylemiyorsun, bunu ispatlaman lazım.

Gökhan elini cebine atarak cebinden kimliğini çıkardı ve yaşını gösterdi.

-Bak, ben senden iki yaş daha büyüyüm.

Bu arada Vedat’ta eline cebine atarak kimliğini çıkarır ve kimliğini gösterir ve Gökhan’a şöyle der.                                                                  

-Ben senin abinim, bundan sonra bana abi demezsen seni konuşturmam.

Fakat Gökhan Vedat’a abi demek istemez, bu Gökhan’ın zoruna gider. Ama birçok şeyi bilmiyor. Gökhan’ın anlamadığı birçok konuda Vedat’a sorması ve yardım istemesi gerekir. Bunun için mecburen “abi” demek zorunda kalır.

   Gökhan kendi kendisine şaşırmış bir durumda. Vedat ile 2 hafta önce tanışmasından birkaç gün sonra masasının üzerinde Vedat’ın kimliğini görmüştü. Kendisi Vedat’tan 2 yaş daha büyüktü. Nasıl oldu da bu gün gösterdiği kimlikte Vedat Gökhan’dan 2 yaş daha büyüktü. Bu duruma Gökhan oldukça şaşırmıştı. Kendi kendisine;

Ya ben gözümle onun kimliğine baktım, o benden iki yaş küçüktü şimdi benden iki yaş büyük bu nasıl olur, bunda bir bit yeniği var, der ve bunun gerçeğini araştırmaya başlar.

  Bunun için gider bir büyüteç ve bir de mikroskop alır.  Vedat’a  dönerek;                                                                                                                                                                                                                               

-“Bana bir tel saçından verir misin?” der,

-Neden?

-Mikroskopta incelemem gerekir, saçının rengini merak ediyorum da.

O anda hızla Vedat’a yönelir ve Vedat’tan bir tel saç alır, bir de kendi saçından bir tel alır ve mikroskopta inceler ve buradan Vedat’ın yaşını teşhis edemez.

Şirkette çalışanlar Gökhan’ın bu haline şaşırıp kaldılar. Hem Vedat hem de şirkette çalışanlar Gökhan’ın böylesine tuhaf ilgisine bir anlam veremediler.

Gökhan daha sonra elindeki büyüteçle yola koyuldu ve Vedat’ın izini sürmeye başladı.   Vedat’ın akrabalarına ulaşmaya çalıştı.   Nihayetinde Vedat’ın akrabalarından birine ulaşır. Kapının zilini çalar ve bir kadın kapıyı açarak:

-Buyurun

Gökhan:

-Vedat’ı tanıyor musun?

Kadın:

-Evet, benim annemin kardeşinin oğludur.

Gökhan:

-Yani dayın oğlu

Kadın:

O ne demek?

-Annenin kardeşinin oğluysa buna dayı oğlu denir. Annenin kardeşi dayın, annenin kız kardeşi teyze denir. Babanın erkek kardeşi amca, babanın kız kardeşi hala veya bibi denir.

 -Ha öğle mi?

-Evet.

-Sen kimsin neden soruyorsun?

-Şey ben onun arkadaşıyım.

-Ne’oldu?

-Şey ben onun arkadaşıyım.

Kadın iyice endişelenmeye başlar. Gökhan’a yönelerek    

-Ne’oldu? Bir şey mi oldu?

Gökhan kekeler ve  dudağını büzerek;

-Hayır, hayır  ihhmm… bir şey olmadı, sadece ben onun yaşını merak ediyorum da.

-Maden arkadaşısın, git kendisine sor!

-Şey şüpheliyim de on dann….

-Deli midir ya bu herf nedir!

Diyerek sinirlenir ve nazikce kapıyı Gökhan’ın yüzüne kapatır. 

Gökhan elindeki büyüteç ile iz sürmeye devam ediyor.

Sonra Vedat’ın takıldığı bir derneğe gider. Kahvedekilere;

-Vedat’ı kim tanır?

Kahvede oturanlardan biri; “Ben tanırım.”

Gökhan kahvedeki ilgili şahsa; kendisinin Vedat’ın arkadaşı olduğunu ona bir sürpriz yapmak istediğini bu nedenle onun hakkında bir takım bilgilere ulaşmak istiyorum, der.  Kahvedeki adam Vedat’ın akrabalarının evini tarif eder.

Gökhan elindeki büyüteçle iz sürerek denilen adrese varır ve kapı zilini çalmaya başlar. Kapı açılır. İçeriden 18 yaşlarında bir kız kapıyı açar.

-Evet buyurun, kimi aramıştınız?

Gökhan yine kekeleyerek.

-Siz siz siz Vedat’ı tanır mısınız?

Kız:

-Evet, o benim babamın annesinin kızının en küçük oğlunun abisidir.  

Gökhan:

Yani dayın oğludur ama en küçüğü değil.

Kız:

-Evet, o da ne demek;  neden sordun. Sen kimsin?

-Ben onun arkadaşıyım. Onun yaşını öğrenmek istiyorum.

-O zaman git kendisinden sor, deli mi ya bu herif diyerek kapıyı yüzüne kapatır.

Gökhan tekrar kapının ziline basar. Kız tekrar kapıyı açar.

Gökhan:

Şey şey ben onun için bir sürpriz yapmak istiyorum, bu nedenle onun haberi olmasın istiyorum, doğum tarihini öğrenerek ona doğum günü sürprizi yapmak istiyorum.

Kız:

O zaman anneme sorayım. Onunla görüşün.

 Kız dudağını büzerek: “Anne, anne az bir bakar mısın?”

 Annesi o anda mutfaktadır ve elinde lastik eldivenler var, kapıya kadar gelir. Eldivenleri elinden çıkarır, sonra:

-Buyurun, ne istemiştiniz?

-Ben Vedat’ın çok samimi arkadaşıyım.

-Sen Vedat’ı tanır mısın?

Kadın:

Sen kimlerdensin, seni birilerine benzetiyorum. De bakalım, senin annenin babanın adı ne, hangi boydan hangi soydansın.

Gökhan:

Benim baba tarafım Kafkas Oğuzlarındandır. 93 harbinde Anadolu’ya gelmişler. Anne tarafım da Karaman Türklerine dayanır. Anne tarafımın ataları Yıldırım Bayezit döneminde Balkanlara sürülmüş.

Balkan Savaşlarında ise zor canlarını kurtarmışlar, zar zor kendilerini Anadolu’ya atmışlar. Annemin ismi Hatice Beyim, Babamın ismi de Abbas.

-Sen Vedat’ı tanır mısın?

Kadın:

-Evet tanırım ben Vedat’ın annesinin babasının oğlunun hanımıyım.

Kadın:

Evladım; senin Anneni tanıyorum. Annen benim çocukluk arkadaşım. O zaman baban ile evlendikten sonra Taşburun’a gelin olarak gitti. Tıpa tıp annenin fotokopisisin. Buyur eve gel.

Gökhan elini kadına uzatarak kadının elini öpmek istedi ama kadın elini vermeyerek çekti. 

Kadın:

Dinimizde haram kusra bakma ben el vermeyeceğim. Buyur eve gel bir kahvemizi iç.

Gökhan ayakkabısını çıkarıp eve girer. Selamunaleykum diyerek koltuğa oturur. Kadın da “Aleykum Selam”der.  Evde ayrıca yaşlı bir bayan var. Gözünde gözlük örgü örmekteydi.

 Kadın.

Ben anneni çok yakından tanırım, maşallah çok ağırbaşlı biriydi, ama biraz dersleri başarısızdı. Yani tembel tenekeydi. Ama ev işlerinde çok titizdi. Derslerine hiç çalışmazdı. Hep benden kopya çekerdi. Ben olmazsam annen sınıfta kalırdı. O benim en iyi arkadaşımdı.

Örgü ören yaşlı bayanı işaret eder.

Bu bayan Kibariye Hatun benim Misafirimdir. Aynı zamanda kocamın ablasının eşinin kız kardeşidir. Vedat’ı çok yakından tanır.

Gökhan:

-Yani Vedat’ın Halasıdı. Vedat’ı tanır mısın, onu yaşı kaç?

Yaşlı Kadın:

Ben Vedat’ın babasının ablasıyım.

Gökhan:

Yani halasısın.

Vedat’ın Halası Vedat hakkında oldukça bilgi sahibidir.

Yaşlı Kadın:

Ben Vedat’ı büyüttüm. Bu dizlerimde laylay dedim. Hatta ona kendi sütümden bile verdim. Çocukluğunda çok hastalanırdı.

Bir bilsen o var ya çok yaramazdı. Çok sinirliydi. Ben hayatımda öğle yaramaz elleme çocuk görmedim. Maymun gibiydi maşallah, ağaçtan ağaca daldan dala atlardı.  Ama maşallah şimdi çok akıllı. Şimdi mühendis olmuş, bilmiyorum bazıları ona bilim adamı da diyor. Ama o hep bunu gizliyor. Maşallah onun babası da çok araştırmacıydı, elinden her şey gelirdi. Köydeki ahali diyorlardı ki, ona devlet imkân verse uçak bile yapar. Vedat maşallah sürekli araştırıyor. Ama bilmiyorum ne araştırıyor benim aklım hayalim ermiyor böyle şeylere.

Gökhan:

 Vedat kaç yaşında yaşını bilir misin?

Kadın:

Benim kızım Fatma’dan 4 yaş büyüktür. O zaman pamuk toplanma zamanıydı. Bir yıl sonra da köyü sel aldı. O sel baskınında Vedat 6 aylıktı.

Gökhan burada Vedat’ın gerçek yaşını öğrenir. Gökhan daha sonra elindeki büyüteci öperek iz sürmeye devam eder. Vedat’ın peşinden bir gölge gibi takip etmekteydi. Gördüklerine inanamadı. Bölgedeki, bazı milletvekilleri, bazı doktorlarla irtibat içinde olduğunu gördü. Onlara siyasi, toplumsal sorunlar hakkında bilgi verdiğine şahit oldu. Vedat’ın bu durumu Gökhan’ı hayretlere düşürmüştü.  Artık Vedat’ın oldukça bilgili birisisi olduğunu anlamıştı.  Zaman zaman toplumun saygın şahıslarına dini, ilmi, bilgiler anlattığını görür. 

Gökhan hala uzaktan Vedat’ı takip etmekteydi. 

Vedat bir bahçeden geçerek garaj gibi bir yerin kapısını açıp içeri girer. Vedat; kapıyı kapattır ama kilitlemez. Kapı tahtadandı. Belli ki Vedat gizli bir şeyler yapmaktaydı. Gökhan yavaşça kapıyı hafiften aralayarak kapının arasından Vedat’ı süzer.  Vedat’ın arkası Gökhan’a taraf bir cihazla uğraşmaktaydı.

Vedat o anda Gökhan’ı fark ediyor.

-İçeri gel Gökhan.

Gökhan çekingen bir tavırla içeri girer ve gördüklerine inanamaz. Sonra Vedat’ın elini öpmek istediyse de Vedat elini öptürmez. Gökhan Vedat’a dönerek:

-Ben biliyordum, ben sezmiştim senin farklı biri olduğunu ben biliyordum.

Vedat:

-Sana görev verirsem yapar mısın?

Gökhan hazır ola geçerek asker selamında:

-Emret, öl de öleyim, vur de vurayım, geber de gebereyim, sürün de sürüneyim.

Vedat:

-Ne öl diyorum, ne de vur derim. Ne de benim emrime gir derim. Ben sadece senin benimle ortak çalışmanı istiyorum. Ve burada gördüğün cihaz ve benimle ilgili kimseye bilgi verme. Aramızda olan her şey her ikimizin arasında bir sır olarak kalsın. Eğer bunu bir kimseye bildirirsen aramızdaki arkadaşlık sona erer.

Gökhan:

-Görevim ne başkanım!

Vedat:

-Dünya’daki kötülükleri yok etmek, iyilikleri yaygınlaştırmak ahlakı tavsiye etmek, kötülüklerle mücadele etmek. Bazı tarihi gelişimlerin ve olayların akışını değiştirmek. Bu elimdeki cihaz, “Zaman Aşıran Usturlap Cihazı”dır. Uzun süredir yaptığım araştırma ve icadımdır. Tam 10 yıldır bu cihazı yapmak için uğraşıyorum. Bir türlü başaramıyordum. Bir gün rüyamda ak sakallı birisi beliriverdi. “Evlat, sana yardımcı olayım diyerek bana yardım etti.” İşte o aksakallı dedenin yardımıyla ben bunu başardım.

 Ama bunu kimseye söylememen gerekir, yoksa dünyanın bütün ajanları bu cihazı elimizden almak için harekete geçer. Sakın ola ne hanımının, ne oğlunun, ne yiyeninin hiç kimsenin yanında böyle bir cihazdan bahsetme. Yoksa ağızdan ağza, dilden dile herkese ulaşır. Bizim bu cihazı elimizden almak için seni de beni de gözlerini hiç kırpmadan yok ederler.

Sonra Usturlap hakkında bilgi verir. Usturlap ile nasıl da zamanlar arasında yolculuk yapıldığını anlatır.

Gökhan:

-Evet anlaşıldı, ne annemin annesinin oğluna, ne de babamın dedesinin torununun neticesine söylemeyeceğim. Emret başkanım!

Vedat gülümseyerek;

-O da sen mi olursun,der.

Ama hala Gökhan’ın aklına takılan bir olay var. Bunun için birden yüzünü Vedat’a çevirerek;

-Yalnız başkanım bir şey sana sora bilir miyim, bir türlü içinden çıkamadım?

-Evet sor.

Senin kimliğini masanın üzerinde görmüştüm. O zaman orada senin yaşına baktığımda senin yaşın benden 2 yaş küçüktü. Ama sonra, iki hafta sonra, sen bana kimliğini gösterdiğinde 2 yaş benden büyüktün. Ben bana oyun mu oynandın? Yoksa bu cihazla yeni bir kimlik mi çıkardın?

-Hayır, kayıp olan kimliğimi yeniden nüfustan çıkartmıştım. Fakat bir hafta sonra fark ettim ki nüfusta yaşımı 2 yaş küçük yazmışlar, ben de bunun için tekrar baş vurarak değiştirttim.   

……..

 HE-ASR

 

 

II. Bölüm.

 

Gökhan ile Vedat tüm hazırlıkları yaparlar.

 Vedat’ın dikkatini ABD’deki konuşulan İngilizce dili çeker. Burada neden İngilizce konuşuluyor, burada Almanca dilinin konuşulması için harekete geçerek planlar yapar. İlk görevi bu.

 Vedat bütün tecizatı ve bilgileri yanına alır ve planı aralarında gizlice konuşurlar.  

Gökhan’ın Kıyafeti: Limonata satan insanların kıyafeti gibidir (Eski Osmanlı Kıyafeti).  Gökhan; dönemin özelliklerine uygun eski Türk kıyafetler giyinir.

 Vedat: Maskeli kovboy kıyafeti giymiştir. Gözünde kocaman siyah gözlük vardır. Bu kıyafetleri ile tarihe yolculuğun ilki gerçekleşecektir. Ya Allah Bismillah diyerek 1880’li yıla giderler.

 Tarih:1789,

Yer: ABD Meclis Binası önü.

ABD’de resmi bir devlet kurulmuş ve 1789 yılında yapılan ilk başkanlık seçimlerinde başkomutan George Washington ABD'nin ilk başkanı seçilmişti. Fakat resmi dil konusunda anlaşmazlık vardı. Özellikle üç dil üzerinde durulmaktaydı

İspanyolca mı?

İngilizce mi?

Almanca mı olacaktı?

Kongrede bu tarihte bir oylama yapılacaktı. Vedat’ın amacı burada İngiliz temsilcilerinin sayısını azaltmaktı. Yapılan hesaplara göre kongredeki oylamada Almanca 1 oy farkla kayıp etmişti. İşte bu tarihi akışı değiştirmek için gitmişlerdi.

Kongre binasın önünde; üç milletin ordu komutanları ayrı ayrı yerlerde silahlar tetkikte beklemekteydiler. Her birisinin 3 yardımcı askeri vardı. Her birisi gergin bir şekilde beklemekteydi. Kongre binasının önündeki bir yerde, Gökhan Limonota satmaya  başlar. Limonata, limonata diyerek bağırıyor.

Kongre üyelerinden biri kongre binasına girerken Gökhan ve elindeki limonata dikkatini çeker; “Limonata”da ne demektir diye sorar.

Gökhan: Bu Türk limonudur, “içecek, içeçek” diyerek eliyle işaret eder. “Çok soğuk, kuvvet verir, kanı durultur, kalp krizine iyi gelir, damar açıcı, böbrek temizleyicidir. Hem insanın “C” vitaminini yükseltir.

Kongre temsilcisi, “C” vitamini de ne demek?

-Bir iç çok leziz, “şimek gut”

Siz Türkler, bura nasıl geldiniz, diye sorar.

-bir cihazla geldik,

Anında Vedat devreye girer. Gökhanın kulağında küpe vardır o küpeyle uzaktan konuşmaktadır. “Biz taciriz, bu limonata bu da ayran bunları pazarlamak için geldik” de der.

Gökhan aynısını tekrarlar.

Elinde iki farklı limonata kovası vardı. Limonata içenlere hep sağ tarafındaki kovadan veriyordu. Fakat birisine sol taraftaki limonatadan verdi. Bu şahıs İngiltere’yi temsil eden kongre üyesidir.

Arkasından Alman temsilci ister. Gökhan sağ taraftakinden vermek ister, ama bu kabul etmez, hayır ben sol taraftakinden içeceğim. Gökhan vermek istemez, temsilci silahını çeker Ey Türk bana bu sol taraftakinden ver der, Gökhan da vermek zorunda kalır. Bir süre sonra her ikisi de zehirlenerek yere düşer. Alman ve İngiliz askerleri Gökhan’ı kovalamaya başlar. Fakat Gökhan elindeki tası ve limonataları yere atarak kaçmaya başlar. Askerler Gökhan’a ateş eder, Gökhan kendisini zor Vedat’ın yanına atar, “Hadi kaçalım, bizi öldürecekler, der ve “Ya Allah Bismillah” diyerek olay yerinden Usturlop ile ayrılırlar. Vedat sorar:

-“Neden Alman Kongre üyesini öldürdün, seninle biz böyle mi konuşmuştuk?

Gökhan vallah ben ne yapayım adam tutturdu ben diğerinden içeceğim. Ben de vermek zorunda kaldım.

Tarihe yolculuklarının ilki başarısızlıkla sonuçlanır. Bir süre sonra kendi zamanlarına geri dönerler.

 

  

III. Bölüm

Konu: Elektriği Kim İcat Etti?

Aslında elektriği Edison icat etmemiştir, ama herkes elektriği Edison’un icat ettiğini sanmaktadır. Elektriği ilk icat edenler Mısırlılardır, Daha sonra Hz. Musa olayından sonra Fravun ve adamları suda boğulur, şehir de kurbağaların istilasına uğrar, böylece elektriğin icadı unutulur.

Vedat bir gün sınıfta işlediği dersi hatırlar.  Fen Bilgisi öğretmeni Cesim Kaya sınıfta ders işlediğinde; öğrencilere, elektrik diye bir şey vardır, ama onu bir türlü bilim adamları icat edemedi. Tarihte birçok bilim adamı bunu denemiştir ama bunu bir türlü başaramamıştır. Elektriği bulmak için en kapsamlı deneyi Edison yapmıştır. 9999’tane deney yapmış ve 10 bininci deneyi yapmayarak pes etmiştir. Bundan dolayı insanların hayatı çok zorlaşmıştır. Ne yapıp edip bu elektriği bulmak lazım.” Dediğini hatırlamakta.

Vedat o günden itibaren elektriği bulma konusunda Edison’a yardımcı olmaya karar vermiş ama nasıl?

Bu anda; elektrikli cihazların yerine motorlu cihazlar vardır. Herşey benzin veya mazotlu motorlarla çalışmaktadır.

Bunun için tarihe yolculuk yaparak Edison’a elektriği icat etmedeki püf noktayı öğretmek için hazırlıklar yapılır.

Gökhan yaşlı bir dede kıyafetine bürünür. Kontrol kalemi ve birçok cihaz ile birlikte yolculuk başlar. Gökhan ile Vedat uzun ak saçları, ellerinde baston ile Usturlop’un önüne geçerler.

Vedat komut düğmesine basarak “Ya Allah Bismillah” diğerek yolculuk başlar. Bir süre sonra Edison’un çalıştığı binanın önüne gelirler. Vedat ise uzaktan Gökhan’ı gözetlemektedir.

Bu arada Edison 9987. Deneyi yapmasına rağmen hala elektriği bulamamıştı. Hemen her gün araştırma yerine gelir, çalışmalarını yapar ama bir türlü istediği sonuca ulaşamaz.

Sonra işyerinden ayrılırken asistanına buraları topla ve düzenle.

Edison çalışma yerinden ayrıldıktan sonra Gökhan Edison’un kapısına dayanır ve kapıyı vurmaya başlar. Asistan kapıyı açar. Gökhan Edison’un asistanına’ sorar;

-Bulamadınız değil mi, Asistan hayır bulamadık’ der.

Her defasında Edison sabahleyin geldiğinde dün ben ayrıldıktan sonra ne oldu ne yaptın diye sorar. Asistan da hep aynı hikâyeyi anlatır. “Bir yaşlı adam geldi, bulamadınız değil mi diye sordu ben de hayır dedim” cevabını verir.

Edison bu defa asistanına şöyle söyler.

-Ben gittiğimde o yaşlı adam geldiğinde yine aynı soruyu sorduğunda sen ona şöyle de: Neden bulamıyoruz bunu bize söyler misin, de” diyerek işyerinden ayrılır.

Tam da öğle olur. Edison ayrılır ayrılmaz her zamanki gibi Gökhan kapıya dayanarak kapıyı vurmaya başlar. Kapı açılır ve Gökhan, Asistan’a sorar:

-Bulamadınız değil mi?

-Hayır, ama neden bulamıyoruz, bunu sen biliyor musun?

-Evet, çünkü ampülün içinde hava var onu boşaltın.

Der ve sonra Gökhan hızla olay yerinden ayrılır. Ertesi gün Edison gelir Asistan’a sorar, “O yaşlı adam dün yine ben ayrıldıktan sonra geldi mi” der.

-Evet,  tam 14 gündür o yaşlı hep gelip aynı soruyu soruyor. Ben söylediğimde neden yanmıyor onun cevabı şöyle oldu: “Ampülün içindeki havayı boşaltın” dedi ve hızla ayrıldı.

Bunun üzerine “Edison” denileni yapar ve elektriği bulur.

Bu anda Gökhan görevini başarıyla tamamladığı inancıyla hızla Vedat’ın yanına varır.

-Çabuk gidelim, birazdan elektrikler gelecek, o anı yaşamak istiyorum.

Ya Allah Bismillah” diyerek her ikisi de Usturlap ile geri döner ve tam bu sırada elektrikler gelir, şehirler aydınlanır. Şirkette herkes ayağa kalkarak ıslıkla bu durumu kutlarlar.

Gökhan şirkette bağırarak,

- Edison’a elektriği bulmasını ben öğrettim! diyerek nara atar, çığlıklar atar. Gökhan’ın bu durumuna her kes şaşar, ne demek istediğini anlayamazlar 

Google+ WhatsApp