Kerbela Hadisesi Nedir?
Kerbla Vakası
Hz. Hüseyin: "Benim Gibi Birisi Onun gibi birisine biat etmez", dedi.
KERBELA HADİSESİ NEDİR?
Hz. Ali’nin Bir suikast ile şehit edilmesinden sonra halifelik makamına oğlu Hz. Hasan seçilmişti. Ancak Hz. Ali’nin hilafetine karşı başkaldıran Şam valisi Muaviye, Hz. Hasan’ın hilafetini de tanımayarak isyanını sürdürdü. Hz. Hasan ile Muaviye arasında vuku bulan savaş, büyümeden anlaşma ile noktalandı ve yapılan anlaşmaya göre Muaviye hilafet makamına geçti. Ancak anlaşmaya göre Muaviye yerine kimseyi halife tayin etmeyecek, hilafet Muaviye’nin ölümünden sonra Hz. Hasan’a verilecek, eğer ona bir şey olursa Hz. Hüseyin hilafet makamına geçecekti. Ancak Muaviye bu anlaşma şartlarına sadık kalmadı ve İmam Hasan’ı zehirleterek şehid ettirdikten sonra oğlu Yezid’i veliaht tayin etti… Muaviye'nin ölümü ile yerine Yezid halifelik koltuğuna oturdu. Ancak İmam Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve onun halifeliğini tanımadı. Çünkü hem anlaşma şartlarına göre Yezid halife olamazdı, hem de Yezid şarap içen, gününü eğlenceyle geçiren ayyaş birisi idi… İmam Hüseyin’in Yezid’e biat etmemesinin nedenini çok net bir biçimde açıklayan şu sözü oldukça önemlidir:
“Benim gibi birisi Yezid gibi birisine asla biat edemez.”
Dikkat edilirse Hz. Hüseyin “ben” demiyor, “benim gibi birisi” diyor, “Yezid’e” demiyor, “Yezid gibi birisine” diyor. Bunun anlamı şudur: İslam dinine iman etmiş, Öz Muhammedi İslam’ı yaşamaya ahdetmiş, İslam’ın gerçek hükümlerine bağlı olan hiç kimse, Yezid gibi dinle alakası olmayan, zalim birisine biat edemez… Bu müminler için oldukça önemli bir kırmızı çizgidir.
Ve yine Hz. Hüseyin’in Yezid’in Müslümanların başına halife olmak istemesi ile ilgili çok çarpıcı bir cümlesi daha vardır:
“Eğer Yezid gibi birisi İslam’a halife olursa, artık İslam’ın Fatihasını okumak gerekir!”
Yani artık İslam dini ölmüş olur ve ortadan kalkar… Bu sözler Hz. Hüseyin’in biat etmemesini ve kıyam etmesini net biçimde ortaya koymuyor mu?...
Yezid’e biat etmeyen Hz. Hüseyin, artık Medine’de rahat bırakılmayacağını ve “neden bi,at etmediği” konusunda Müslümanları bilgilendirmesi gerektiğini, bunu da Medine’de yapamayacağını görünce, yaklaşan Hac mevsimi nedeniyle Mekke’ye hareket etti… Orada hac için gelen Müslümanlarla görüşüyor ve Yezid’in hilafetinin neden geçersiz olduğunu ve hangi tehlikeleri barındırdığını anlatıyordu… Bunu haber alan Yezid, bir suikast ile Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırma kararı aldı. Bunun için seçkin suikastçilerini Mekke’ye gönderdi. Plana göre tavaf esnasında Hz. Hüseyin kalabalıktan da yararlanılarak şehit edilecekti…Halbuki Mekke emin belde idi… Hele Hac döneminde orada kan dökülmesi İslamın hükümlerine göre mümkün değildi… Hz. Hüseyin Yezid’in bu alçakça planını öğrenince, Ka’be’nin hürmetini koruyarak, orada kan dökülmesini engellemek için Haccını yarım bırakıp Kufe’ye doğru yola koyuldu…
Bunun üzerine Yezid Kufe’ye vali olarak atadığı Ubeydullah b. Ziyad’a, her ne olursa olsun Hz. Hüseyin’den biat almasını, eğer biat alamazsa öldürmesini emretti… Kufe Valisi de, Hz. Hüseyin’e karşı Hür b. Riyahi komutasında bin kişilik bir ordu göndererek onların Kufe’ye girmelerini engelledi ve Kerbela denilen çölde konaklamaya mecbur etti. Daha sonra da binlerce kişiden oluşan Peygamber Efendimizin sahabelerinden Saad b. Ebu Vakkas’ın oğlu Ömer b. Saad komutasında bir ordu daha göndererek Hz. Hüseyin’in sadece 72 kişiden oluşan küçük ordusunu muhasara etti… Ömer b. Saad’ın yaptığı ilk iş, Hz. Hüseyin ve yaranının Fırat nehrinden su almalarını önlemek için su yolunu kapatmak oldu… Hz. Hüseyin’in yanında kendisini yalnız bırakmayan dostları ile beraber, aile efradı da vardı… en küçüğü 6 aylık olan çocuklar ve kadınlar susuzluk nedeniyle oldukça zor durumda kaldılar… Allah’ın kurda kuşa helal ettiği Fırat suyu, Yezid’in askerleri tarafından Hz. Peygamber’in torunu, Cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin ve ailesine, küçücük çocuklarına dahi yasak ediliyordu… Ve işin en acı tarafı bu İslam dini adına yapılıyordu… Birkaç günü bu muhasara altında kalan Hz. Hüseyin’e yine Yezid’e biat etmesi teklifi yapıldı, ancak Hz. Hüseyin bu teklifi reddetti…
Ömer b. Saad, Aşura günü ordusuna Hz. Hüseyin’e saldırı emri verdi… On binlerce kişiden oluşan koca bir ordu, sadece 72 kişiden oluşan küçük bir birliğe karşı harekete geçti… Hz. Hüseyin’in yaranı, yiğitçe vuruşmalarına rağmen birer birer şehid oldular… Meydanda yalnız kalan İmam Hüseyin, son bir kez 6 aylık yavrusu ile vedalaşmak istedi… Ancak Ömer b. Saad’ın emriyle Hermele adlı keskin nişancı, o masum yavruyu babasının kucağında boğazından okla vurarak şehid etmekten çekinmedi…
Kanlı Kerbela çölünde, merhamet dini İslam adına İslam katlediliyordu, merhamet katlediliyordu, yiğitlik ve şecaet katlediliyordu… Ve sıra Hz. Hüseyin’e geldi… Bir tek kişiye karşı yüzlerce kişi saldırdı… Sadece kılıçla vurmakla yetinmiyorlar, okla, mızrakla, hançerle hatta taşla, kısacası ellerine ne geçse onunla vuruyorlardı… Sanki karşılarındaki Hz. Peygamber’in torunu Hüseyin değildi… Sanki Cennet gençlerinin efendisi olan Hz. Hüseyin değildi vurdukları… Korkunç bir kinle saldırıyor, vuruyorlardı… Ve nihayet mübarek başını bedeninden ayırdılar ve diğer şehitlerin başları ile beraber mızrakların ucuna takarak ve Hz. Hüseyin’in ailesini ve küçük çocuklarını da esir alarak Şam’a; Yezid’e doğru yola çıktılar…
Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra ise yaptıkları ilk iş Hz. Hüseyin’in çadırlarını yağmalamak, küçük çocukların kulaklarındaki küpeleri dahi, hem de kulaklarını yırtarak almak ve çadırları ateşe vermek olmuştu… Bütün bunlar, Hz. Peygamber efendimizin vefatından sadece 50 yıl sonra meydana gelmişti… Yani İslam dini, sadece 50 yıl içinde böylesine değiştirilmiş, bizzat Peygamber’in kendi torununu hem de hunharca katledecek raddeye getirilmişti… Acaba babasının kucağındaki 6 aylık yavruyu oklayan din İslam olabilir miydi? Acaba küçücük çocukları dahi susuzluğa mahkum etmek İslam dinine uygun muydu? Acaba merhamet dini İslam, “cinayet dini” haline nasıl döndürülmüştü?
Kerbela hadisesi, Öz Muhammedi İslam’ın değiştirilmek istenmesinin son noktasıydı… Ve Hz. Hüseyin, bu İslam’ı mecrasından çıkarma harekatına karşı, canıyla, malıyla, evlatları ile, kısacası mümkün olan bütün varlığıyla direnerek, İslam’ın asli çehresini korudu… Sonraları ise, bu Kerbela hadisesinin üzeri örtülmek, içeriği değiştirilmek, Aşura gününün en öenmli olayı olan bu İslam’ı yozlaştırma girişimine karşı konulan direniş hareketini unutturmak için çok çabalar sarf edildi… Ancak Özgürlük aşıkları, her Muharrem Ayı’nda, her Aşura gününde bu olayı anarak unutulmasının önüne geçtiler ve canlı tuttular…
Kerbela hadisesinden sonra, Medine’de Yezid’in bu kanlı cinayetine karşı isyan başladı. Peygamber Efendimizin sahabelerinin başını çektiği bu isyan, Yezid tarafından oldukça kanlı bir şekilde bastırıldı. Tarihe “Harre” olayı olarak geçen bu isyanın bastırılması üç gün sürdü ve bu üç gün içinde Medine’de yüzlerce Peygamber sahabisi şehid edildi, binlerce genç kızın ve kadınların ırzına geçildi, kan su yerine aktı… Yezid’in komutanı, üç gün boyunca Medinelilerin canını, malını ve namusunu helal kıldı… Bu da tarihe “Halife (!) Yezid’in İslam Halifesi olarak İslam adına (!) yaptığı icraatlarından birisi olarak geçti…
Editör: Facebook: Ali KIRAN
KERBELA DESTANI
Arş titremiş, melekler feryat etmişti. Güneş utanmıştı parlamaktan. Sema kan rengine bürünmüştü. Orada, Fırat’ın kenarında insanlığın en yücesi, kainatın varlık sebebi, aşağıların en aşağısı tarafından katledilmişti. Fırat’ın suları ağlıyordu, Kerbela’nın kızgın kumları ağlıyordu, çöl ağlıyordu, kainat ağlıyordu.
Esirler kervanı yola koyuldu. Çıplak develerin üzerinde, aç, yorgun, yaralı yol alıyorlardı. Küpelerini almak için yırttıkları kulaklarının acısı, kamçı izlerinin sızısı bile susuzluklarını bastıramıyordu. En acısı ise gözlerinin önünde götürülen mızraklara vurulmuş, babalarının, kardeşlerinin başlarıydı. Buna dayanamıyorlardı işte… Hele Rugeyye… O imam Hüseyin’in üç yaşındaki nazlı kızı… Sürekli babasını çağırıyor, babasını istiyordu.
Esir kervanı, şehir şehir dolaştırılıp, nihayet Şam’a varmıştı. Bir harabede indirdiler onları. Çıplak develere binmenin verdiği acı, açlık ve susuzluk, satılık esirler gibi çarşı pazar dolaştırılmalarının verdiği utanç, kamçı izlerinin sızısı ve kaybettikleri şehitlerinin acısı bitap düşürmüştü onları. Ama Rugeyye’nin feryadı bütün bu acıları bile bastırıyordu. “Baba” diyordu, Rugeyye; “baba neredesin? Baba, bizi dövdüler, halam Zeyneb’i kamçıladılar, abim Seccad’ın boynuna zincir taktılar. Ayaklarımıza dikenler battı baba, diken yerleri acıyor. Bize kamçı ile vurdular, kamçı yerleri sızlıyor. Baba, neredesin, amcam Abbas nerede, abim Ali Ekber nerede? Gel baba, gel!”
Kimse Rugeyye’yi sakinleştiremiyordu. Harabe Rugeyye’nin feryadı ile inliyordu. Düşman da rahatsız oldu bundan. “susturun şunu” diye emretti komutanları. Ona istediğini verin, sussun.” Dedi muzaffer bir edayla.
Harabenin kapısında iri kıyım bir insan müsveddesi göründü. Elinde üstü bezle örtülü bir tepsi vardı. Tepsiyi getirip Rugeyye’nin önüne koydular. Şaşkınlıkla baktı küçük yavru. Ben aç değilim ki.” Dedi. “ Ben babamı istiyorum.” Bir sırtlan gibi sırıttı iri kıyım adam. “Bezi çek de bak” dedi yılan gibi tıslayarak. Önce korktu Rugeyye, sonra minicik ellerini uzattı, örtüyü çekti. Birden bir çığlık yırttı karanlığı, bir feryat titretti arşın temellerini: Baba! Babasının kanlı başını kucakladı Rugeyye, bastı bağrına. “Baba, neden sakalların kana bulanmış, neden yüzün solgun baba.”
Harabe ağlıyordu, yıkık duvarlar ağlıyordu, gece ağlıyordu, Zeyneb ağlıyordu, Rugeyye ağlıyordu ve kesik baş ağlıyordu. Zaman durdu, ay utanarak bir bulutun ardına gizlendi. Gayb aleminde meleklerin feryadı doldurdu arşı.
Rugeyye kucağında babasının kesik başı, uzandı kuru toprakların üzerine yavaşça. Yüzünde babasına kavuşmanın sevinci vardı. Artık unutmuştu yırtılan kulağının acısını, sırtındaki kamçı izlerinin, ayaklarındaki dikenlerin sızısını. Bedeni hafifçe titredi ve ruhu babasına kavuşmak üzere yükseldi göğe. Minicik cansız vücudu topraklar üzerinde kalmış, ne çıkar. O dünyayı da, aşağılık mahlukları da terk edip babasına gidiyordu …
Kayanak: FACEBOOK: ALİ KIRAN