Yükseliş Dönemi Osmanlılarda Devlet Anlayışı
Osmanlı Devlet Yöneticileri
Osmanlılar, devlet teşkilatlanmasında kendinden önceki Türk devletlerinin tecrübelerinden yararlanmakla birlikte Türkiye Selçuklularını ve İlhanlıları da örnek almışlardı.
İlk Türk devletlerindeki adil yönetim, Türk cihan hâkimiyeti ülküsü ve kanunun üstünlüğü anlayışı Osmanlı Devletinde de aynen devam etmiştir. Bun anlayış;
-Devletti ebet müddet: devletin sonsuza kadar yaşatılması
-Nizamı alem: alemde nizamı korumak
-Kanununu kadim: Osmanlı devletinde kamu düzeninin sağlanması
Esasları ile sürekliliğini devam ettirmiştir.
Fatih kanunnamesi ile Osmanlı devlet hukuku gerçek anlamda düzene konulmuş; devlet işleyişinde memurların statü ve yerleri belirlenmiştir. Böylece devlet-toplum ve devlet fert arasındaki ilişkileri düzenleyen kanunlar meydana getirilmiş ve bütün tebaanın genel olarak kanun önünde eşitliği kabul edilmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Rum, Yahudi ve Ermenilerin devletin müdahalesi olmaksızın kendi dini kuruluşlarını tesis etmelerine müsaade etmiştir.
Osmanlı Devleti’nde güçlü bir merkezi otorite tesis edilmiştir. Özel mülkiyet sınırlandırılmış, kentler zanaatlar ve ticaret yakından denetlenmiş ve sonuçlar “tahrir defterine kaydedilmiştir.
Osmanlı Devleti merkeziyetçi bir yapıya sahipti. Osmanlı devlet yönetimin merkezinde padişah ve ülkenin yönetildiği saray teşkilatı bulunuyordu. Devletin yönetim merkezi İstanbul’da bulunan saraydı. Saray; merkez ve taşra birimlerinin bağlı olduğu yerdi.
Padişahlar Fatih döneminden itibaren cülus töreni ile tahta çıkarak Eyüp Sultan Türbesi’nde kılıç kuşanarak padişahlık görevini üslenirdi.
Padişahlar mutlak yönetme gücüne sahiptiler ve sonsuz yetkiye sahip değillerdi. Devlet yönetiminde şerri kanunlara ve töreye (geleneklere) göre yönetmek zorundaydılar. Şerri kanunlarda değişiklik yapma yetkileri yoktu ancak örfi kurallarda yönetimle ilgili çağın ihtiyaçlarına göre bazı değişiklikler yapma hakkına sahiptiler. Osmanlı Devleti’nde padişahlar devlet kurumlarının işleyişiyle ilgili örfi kanun adı verilen iç yönetmelikler çıkartabiliyorlardı.
Padişahlar çıkardıkları kanunları; kanunname, ferman ve berat adıyla çıkarmışlardır.
Padişahlar çıkardıkları kanunlar İslâm hukukiyle çelişmemek zorundaydı. Padişahların yasama ve yönetimle ilgili uygulamaları ilmiye sınıfı tarafından denetlenmekteydi.
Osmanlı Padişahlarının görev ve yetkileri:
Yasama ve yürütme gücü padişahın yetkisinde idi.
Osmanlı Padişahı;
-devlet başkanı
-divanıhümayun
-ordunun başkomutanıydı.
-Üst kademe devlet memurlarını atamak
-Savaş ve barışa onay vermek
-Orduyu komuta etmek
-Ülkesini adaletle yönetmek
-Halkın refah ve güvenliğini sağlamak
İSTANBUL YÖNETİMİ
Devlet merkezi olan İstanbul’un yönetiminde diğer illerden farklı özellikler bulunmaktaydı. İstanbul’un disiplin ve güvenliği veziriazamın (sadrazamın) sorumluğundaydı. Veziriazam sefere çıktığında yerine vekil olarak sadaret kaymakamını bırakırdı. İstanbul’da görev almak, bir ayrıcalıktı. Bütün memurların en üst yetkilisi İstanbul’da otururdu. Bunlar protokolde taşra görevlilerinden daha üst durumdaydılar.
İstanbul’un en büyük mülki amiri (vali) İstanbul kadısıydı ve taht kadısı olarak adlandırılmıştır. Şehrin güvenliğinden yeniçeri ağası sorumluydu. Belediye işlerini İstanbul şehremini (belediye başkanı) yürütürdü.
İmar işlerini mimarbaşı düzenlerdi.
Muhtesipler de pazar ve ticaret işlerini denetlerdi.
|
Divanıhümayun
-Divan-ı Hümayun Orhan Bey döneminde kurulmuştur. Fatih dönemine kadar Divana Padişah başkanlık ederken Fatih´ten sonra Vezir-i azamlar başkanlık etmeye başladılar.
Orhan Bey döneminde kurulan Divanıhümayun’da Fatih döneminde önemli değişiklik yapılarak Divanıhümayun danışma kurulu haline çevrildi. Çünkü Fatih döneminden sonra Divanıhümayun toplantıları sadrazamların başkanlığında toplanmıştır.
Divanıhümayunda; idari, mali, askeri, örfi ve şeri, ülke ve toplumu ilgilendiren her türlü mesele görüşülüp karara bağlanırdı.
Halkın şikayetlerini iletebildiği ve padişah tarafından durumun incelendiği bir karar organıydı.
İkindi divanı: Veziriazamlar divan toplantılarını bir sonuca vardıramadıklarında ikindi ezanından sonra sadrazam konağında toplanarak çözüm bulmaya çalıştıkları divana verilen addır.
- Divan-ı Hümayun’a en yüksek devlet görevlileri katılırdı.
1. İlmiye,
2. Kalemiye
3. Seyfiye sınıfına mensup görevlilerdi.
Divanıhümayun görev ve yetki bakımından bugünkü bakanlar kurulu özelliğini taşımaktaydı ve kendi içinde üç kısımdan oluşmuştur.
Osmanlılarda Devlet Yönetimi:
|
PADİŞAH |
|
SEYFİYE Asker, Bürokrasi |
İLMİYE Din,Eğitim, Hukuk, Bürokrasi |
KALEMİYE Sivil Bürokrasi |
Sadrazam,
kubbealtı vezirler,
kaptan-ı derya,
yeniçeri ağası
|
Şeyhülislam
Kazasker
kadı
müderris
|
deftertar
nişancı
|
Seyfiye: Asker kökenli Divan üyeleridir. Divandaki temsilciler; veziriazam, kubbealtı vezirleri ve kaptanıderyadır.
Görevleri:
Seyfiye sınıfı, hem yönetim görevini hem de askerlik görevini padişah adına idare eden sınıftır.
Halkın rahat, adalet ve huzur içerisinde yaşamasını sağlamak temel görevdir.
İlmiye: Medrese kökenli divan üyeleridir. Şeyhülislam, kazasker, kadı, müderris ilmiye sınıfının üyelerini oluştururdu. Padişah adına yaptıkları bu görevde adaleti olmaları temel kuraldı.
Görevleri:
-Yargılamak, fetva verme ve eğitim işleri ile uğraşırlardı.
-Ayrıca yönetimi denetleme görevi bulunan ilmiye sınıfının divandaki temsilcileri kazaskerler ve şeyhülislamdır.
Kalemiye: Bürokrasi yani memur kökenli devlet adamlarıdır. Mali ve yazışmaları yürütürlerdi. Divandaki temsilcileri; defterdar ve nişancıdır.
Görevleri; -devletin idari ve mali yönetim ile ilgili yazışmalar,
-hazine ile ilgili kayıtların tutulması kalemiye sınıfı tarafından yapılırdı.
Vezir-i Azam: Padişahın mutlak vekili, Padişahtan sonra en yetkili kişi günümüz başbakan benzeri.
Vezirler: Veziri azamın verdiği görevleri yerine getirir. Günümüz Bakan benzeri.
Yeniçeri Ağası: Yeniçeri askerinin komutanı, günümüz Kara kuvvetleri komutanı benzeri.
Kaptan-ı Derya: Donama komutanı günümüz Deniz kuvvetleri komutanı.
Kazasker: Yargı işlerinden sorumlu en büyük hâkim-yargıç idi günümüz Adalet Bakanı.
Şeyhülislam: Fetva verir, medreseleri yönetirdi.
Defterdar: Tüm ekonomik-mali işlerden sorumlu idi. Günümüz Maliye bakanı.
Nişancı: Devletin tüm yazışmalarını hazırlar padişahın Tuğrasını çekerdi.
TAŞRA VE EYALET YÖNETİMİ
İstanbul’un merkez kabul edildiği Osmanlı Devleti’nde, başkentin dışındaki kalan Osmanlı yönetimindeki yerlere taşra denilmiştir.
Tımar sistemi taşra teşkilatının ana temelini oluşturmuştur.
Vergi gelirleri tımar sisteminde dirilik denilen küçük birimlere bölünerek askeri hizmet karşılığı devlet görevlilerine verilmiştir.
XIV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde güçlü bir toprak yönetimi, buna bağlı olarak da ekonomik ve askeri gelişimi sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde taşra idaresi; eyalet, sancak, kaza, köy şeklinde teşkilatlanmıştır.
Taşra Yönetimi:
YÖNETİM | GÖREVLİ | GÜVENLİK |
Eyalet | Beylerbeyi | Beylerbeyi Komutanı |
Sancak | Sancak Beyi | |
Kaza | Kadı | Subaşı |
Köy | Köy Kedhüdası | Yiğitbaşı |
Eyaletler:
Eyaletler, beylerbeyi tarafından yönetilirdi. Taşra teşkilatının en büyük birimi, sancakların birleşmesiyle oluşan eyaletlerdir. Beylerbeyi kendi bölgesinde hükümdarın temsilcisidir.
Beylerbeyi, Paşa Sancağı adı verilen vilayet merkezinde otururdu. Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya, Rumeli Beylerbeyliği’nin merkezi Manastır şehri idi.
Beyler Beyliğinde çalışan kalabalık memur topluluğu vardı.
Adli ve hukuki işler vilayet merkezinde kadılar tarafından görülürdü. Zamanla eyaletlerin sayısı arttıkça beylerbeyi sayı da çoğalmıştır.
Beylerbeyinin Görevleri:
Kendi oluşturduğu divanda askeri meseleleri görüşürdü.
Bölgesindeki güvenliği sağlardı.
Tımarların düzenlenmesi için gerekli tedbirleri alırdı.
Emrindeki sancak beyleri ile istenilen yerde orduyu toplardı.
Sancak:
Kazaların üst idari birimine sancak denirdi ve sancak beyi tarafından yönetilirdi.
Sancak beyi sancağındaki tımarlı sipahilerin ve zeamet sahiplerinin komutanıdır. Kendine bağlı birliklerle seferlere katılmak zorundaydılar.
İdari görevleri;
-halkın rahat ve huzur içinde yaşaması için sancağın düzeninin, emniyetini sağlamak ve bununla ilgili gerekli tedbirleri almak.
-Şehrin asayişini temin etmek ve adaletin uygulanmasını gözetmek
-Düzenin teminatı olan şer’i ve örfi hukuka aykırı durumları önlemek hususunda kadı ile birlikte hareket etmektir.
Kaza:
Günümüz kasaba yapılanmasına benzeyen idari yapıyı oluşturan kazalarda en yüksek dereceli yönetici kadılardı.
Kadı;
Taşra yönetiminde kadılar bulunduğu yerleşim yerindeki kentlerde;
-Askerlik dışındaki tüm işlerden sorumluydu.
-Belediye ve adliye işleri
-Kazanın ihtiyaç duyduğu para,
-Devlet merkezinden istenen şeylerin teminini yerine getirmekle yükümlüydü.
Taşradaki diğer görevliler;
Taşrada yüksek dereceli yöneticilerden başka alt kademede görev yapan memurlar vardır. Bunlar:
Muhtesip:
Esnafın denetimini yapar, üretimin kalitesini kontrol ederdi. Belirlenen fiyatlara uyulup uyulmadığı kontrol edilirdi.
Kapan Emini: Büyük şehirlerde bulanan ve bugünkü meyve hallerine benzeyen pazarlara gelen ürünlerin tartılması, adaletli dağıtımının yapılması işlerini yürütmekle görevliydiler.
Gümrük ve Bac Emini:
Ticarethane, zanaat ve ticaret faaliyetlerinde bulunan kişilerden vergi toplamakla görevliydiler.
XVI. yüzyılda eyaletler kendi içinde vergi düzenine göre üç gruba ayrılmıştır. Bunlar
1. Saliyaneli: Yıllıklı olup Tımar sistemi uygulanmayan fakir Arap eyaletleridir. Bu eyaletler: Mısır, Habeş, Yemen, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Bağdat
Bu eyaletlerden elde edilen gelirler bölgede görev yapan memurlara ve devlet görevlilerine ödenir geri kalan kısmı doğrudan merkeze aktarılırdı.
2. Salyanesiz: Tımar sisteminin uygulandığı eyaletler salyanesiz eyaletlerdi. Bunlar; Rumeli, Budin, Bosna, Anadolu, Karaman, Sivas, Musul, Erzurum
Toprakları has, zeamet, tımarlara ayrılmıştı.
3. Özel yönetimli eyaletler: İç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlı, yöneticileri ise padişah tarafından atanırdı. Bu eyaletler ihtiyaç duyulduğunda asker de gönderirlerdi. Başlıca bu eyaletler; Hicaz, Kırım, Erdel, Eflâk, Boğdan’dı.
Hicaz bölgesi kutsal yerlerin olduğu özel yönetime sahip bir bölgeydi. Buradan vergi alınmaz asker toplanmazdı.
3. Bağlı hükümetler: Kırım-Eflak-Boğdan gibi
O S M A N L I O R D U
Kara Kuvvetleri, Kapıkulu Askerleri, Eyalet Askerleri ve Yardımcı Kuvvetler olmak üzere üçe ayrılırdı.
Osmanlı ordusu, kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kapıkulu askerleri ise:
a- Kapıkulu askerleri
b- Eyalet askerleri
c- Yardımcı Kuvvetler olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Ordu; Kara ve deniz olamak üzere iki kısma ayrılırdı.
1. KARA KUVVETLERİ
2. DENİZ KUVVETLERİ
Kara Kuvveti ise kendi içinde üç kısma ayrılmıştır.
1. KAPIKULU ASKERLERİ 2. EYALET ASKERLERİ 3. YARDIMCI KUVVETLER
Tımarlı Sipahiler Bağlı Devlet ve Beyliklerin
Kapıkulu Kapıkulu Yaya ve Müsellemler gönderdiği askerlerdir
Piyadeleri Suvarileri Azapla
Akıncılar
Acemi Ocağı Silahtarlar Yörükler
Yeniçeriler Sipahiler Deliler
Cebeciler Sağ ulufeciler Beşliler
Topçular Sol ulufeciler Sakalar
Top Arabacılar Sağ garipler
Lağımcılar Sol garipler
Humbaracılar
Bostancılar
a.Kapıkulu askerleri:
-Bunlar devşirme kökenli olup saray da yaşarlar üç ayda bir ulufe adı verilen maaş ve cülus bahşişi alırlar evlenmezler askerlik dışına başka meslekle uğraşmazlardı.
-Yayalar (piyadeler) ve Süvariler olarak iki bölümdürler.
Yaya (piyade) ocakları şunlardır:
1.Acemi Ocağı: Devşirmelerin ilk geldiği ve diğer ocaklara asker yetiştiren ocaktır.
2.Yeniçeri Ocağı: Savaşlarda padişahı diğer zamanlarda sarayı koruyan askerlerdir.
3.Cebeci Ocağı: Silahların yapım ve onarımıyla görevli ocaktır.
4.Topçu Ocağı: Top döken ve savaşlarda kullanan ocaktır.
5.Top arabacıları ocağı: Topları cepheye taşıyan ocaktır.
7. Lağımcı Ocağı: Kale kuşatmalarında kalenin altına tüneller kazan ocaktır.
8. Humbaracı Ocağı: El bombası havan topu yapımını ve kullanımını gerçekleştiren ocaktır.
9. Bostancılar: Saray ve köşkün korumasını yapan askerlerdir.
Kapıkulu Süvariler ise şunlardır:
Sipahiler: Savaş sırasında padişahın çadırını korumakla görevliydiler
-Silahtarlar: “ “ “ “ “
-Sağ Garipler: Ordunun ağırlıklarını ve hazinesini korumakla yükümlüydüler.
-Sol Garipler: “ “ “ “ “
-Sağ Ulufeciler: Savaş ve konak yerlerinde saltanat sancaklarını koruyan askerlerdir.
-Sol Ulufeciler: “ “ “ “ “
b.Eyalet askerleri:
-Osmanlı ordusunun en kalabalık ve en savaşçı bölümüdür.
-Taşralarda otururlar.
- Meslekle uğraşabilirler evlenebilirler kendi evlerinde yaşarlar.
-Eyalet askerleri başlıca aşağıdaki kısımlardan oluşmuştur.
Tımarlı Sipahiler: Eyalet askerlerinin en önemli kısmıdır. Maaşlarını diriliklerden alırlardı.
-Akıncılar: Sınır ve uçlarda bulunur Atlı birliklerdir. Keşif savaşları yaparlardı.
-Gönüllüler: Sınır şehir ve kasabalarını korurlar, sınırlarda halkın içinden seçilirlerdi.
-Beşliler: Sınır boylarında bulunur. Her beş aileden seçildiği için bu isimle anılmışlardır.
-Azaplar: Bekâr erkeklerden oluşur, savaşlarda yeniçerilerin önünü açardı.
-Yayalar(Müsellemler) : Ordunun geri hizmetinde bulunur, yollar ve köprü yapardı.
-Deliler: Sınırları koruyan hafif süvari birliklerdir.
-Sakalar: Ordunun su ihtiyacını karşılayan askerlerdir.
Osmanlı Ordusu:
XVI. Yüzyılda Osmanlı kara ordusunda ok, kılıç, topuz, kalkan, gürz gibi hafif silahlar kullanılmaktaydı. İstanbul’un fethedilmesinde kullanılan şahi topları ateşli silahların surlar üzerindeki etkisini göstermektedir. Fatih Sultan Mehmet döneminde Topçu Ocağı çok gelişti ve Top Arabacılar Ocağı kuruldu. İstanbul’un Fethi esnasında kullanılan büyük toplar devrin teknolojisine göre olağanüstü nitelikler taşır. Tophane, baruthane, demirhane gibi atölyeler dönemin en gelişmiş tezgâhının kullanıldığı yerlerdi. Fatih’in yeni topçuluğun temel taşları sayılabilecek olan balistik sahasındaki keşifleri, surları yıkan büyük toplarla havan topu ve tahrip bombaları Osmanlı Devleti’nin teknolojideki seviyesini gösterir.
XVI. yüzyıl Türk deniz gücünü sağlayan en önemli etken, Türk gemilerinin hafif ve manevra kabiliyetine sahipti. II. Bayezit döneminde gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi.
Bu dönemde Osmanlı top tekniği çağının çok üstüne çıkarılmış ve her yöne dönen yivli toplar yaptırılmıştır. Bu taşınabilir toplar, Yavuz’un Mısır’ı almasını da kolaylaştırmıştır.
OSMANLI’DA EĞİTİM:
Osmanlı Devleti, kişinin topluma yararlı ve meslek sahibi bir insan olmasını, kanunlara uymasını hedefleyen bir eğitim anlayışını uygulamıştır. Bu sistemde eğitim, devletin okullarında verildiği gibi esnaf örgütleri, camiler, tekke ve zaviyelerde de verilirdi.
Köy köy dolaşan halk şairleri ile tüccarlar ise bir yerden bir başka yere haber taşırlardı.
XVII. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nde mevcut örgün eğitim kurumaları şunlardı.
Sıbyan Mektepleri: sivillere açık eğitim kurumlarıydı.
Medreseler: Yüksek okul düzeyindeydi.
Acemi Oğlanları Ocağı: askeri eğitim yapılırdı.
Yeniçeri Ocağı: askeri eğitimin verildiği okullardı
Yaygın eğitim: camiler, tekkeler, zaviyeler, loncalar, saray ve konaklarda olurdu.
Enderun Mektebi:
Devletin ihtiyaç duyduğu ilmiye sınıfının yetiştiği okullardı. Enderun’daki temel amaç iyi bir Müslüman, güvenilir, kabiliyetli devlet adamları yetiştirmekti. Enderun’da devşirmelerin eğitimi koğuş denilen odalarda yapılırdı. Enderunlar 7 oda bulunurdu. Bunlar;
-Büyük Oda
-Küçük Oda
-Doğancılar Odası
-Seferli Odası,
-Kiler Odası,
-Hazine Odası
-Has Odası
Her odanın eğitimi öğrencilerin kabiliyetlerine göre bir ya da iki yıl olabilirdi. Enderunun özelliği sarayın içinde olmasıdır.
Askeri eğitimden güzel sanatlara hatta musiki derslerinin de verildiği çok yönlü bir eğitim kurumuydu.
Türk ailelerinin yanında Türk İslam gelenek v göreneklerini öğrenen çocuklar iç oğlan olarak saraya alınırlardı.
İç oğlanlar; sarayda; matematik, tarih gibi konularda üst seviyede eğitim görürdü.
Meslek Eğitimi:
Osmanlı Devleti’nde esnaf teşkilatı birer eğitim kurumu olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin sosyal kurumlarından olan esnaf teşkilatları eğitimde önemli rol oynuyorlardı. Türkiye Selçuklu Devleti’nde esnaf teşkilatı olan Ahilik, Osmanlı Devleti’nde lonca teşkilatı adıyla devam ettirildi. Bu teşkilat esnaf, zanaatkâr ve çalışanları bir çatı altında toplamıştı. Ahilik kurumu bu özellikleri nedeniyle sanat okulu düzeyindeydi.
Lonca teşkilatına alınanlar teşkilatın eğitim öğretim kurallarını uyarak çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa kadar yükselebilirdi. Ustalık belgesi almaya icazet denirdi. İcazet alanlara iş yeri açma izni verilirdi.
Harem:
Harem aynı zamanda bir eğitim ve terbiye yeriydi.
Padişahın eşleri, çocukları ve cariyelerinin bulunduğu ve özel hayatını geçirdiği yere harem denir. Haremde Padişahın yaşadığı bölüme Hünkâr Dairesi denirdi.
Hareme alınan cariyeler kalfaların sıkı denetimi altında eğitim gördüklerinden okul özelliğini de yansıtması bakımından önemlidir. Haremde yetişen cariyeler özel yeteneklerine göre müzik, resim, edebiyat, örgü gibi dersler alır, bu arada dini bilgileri öğrenmelerine de önem verilirdi.
Harem halkı boş zamanlarını kitap okumak ve tarih öğrenmekle geçirirlerdi.
Haremde ayrıca padişahın erkek çocukları olan şehzadeler saray içerisinde ilköğretim düzeyindeki “şehzadegan” mektebinde görürlerdi.
Askeri Eğitim:
Kapıkulu ordusunun içerisinde birçok ocak bulunmaktaydı. Her ocak uzmanlaştığı alanda kendi eğitimini verirdi. Acemi ocağına alınan devşirmeler Türk-İslâm geleneklerine göre eğitilirdi. Belirli bir askeri eğitim aldıktan sonra Yeniçeri Ocağı’na geçerlerdi. Yeniçeriler kışlalarda düzenli askeri talip ve eğitim alarak her an çıkabilecek savaş için daima hazırlıklıydılar.
Padişahların düzenledikleri av tatbikatları da bir askeri eğitim niteliği taşımaktaydı. Osmanlılarda Fatihten sonra denizcilik alanında da düzenli eğitim verilmiştir. Kanuni döneminde Cezayir Beylerbeyi Barbaros Hayrettin Paşa’nın Osmanlı Deniz Kuvvetleri’nin komutanlığına getirilmesinden sonra Osmanlı donanması çağın en güçlü donanması konumuna ulaşmıştır.
Medrese Eğitimi:
Ders verilen yere bugünkü anlamda okul niteliği taşıyan yere medrese denirdi. Osmanlı Devleti’nde medreseler eğitim öğretim sisteminin temel kurumuydu. Osmanlılarda II. Mehmet Fatih ve Kanuni döneminde eğitim öğretim zirveye ulaştı.
Medreselerde; müftü, kadı, müderris, hekim, astronomlar ve matematikçiler yetişiyordu. Medreseler kendi aralarında öğretim verdikleri alanlara göre uzmanlaşmışlardır.
Sıbyan mektebi: Muhalle mektebiydi. Burası bugünkü anlamda ilkokul niteliğindeydi. Sıbyan mektebini okuyanlar daha sonra medrese eğitimine başlardı.
Hariç ve Dahil Medreseleri: Medrese öğreniminin son ayağı burada olur. Bundan sonra bugünkü üniversite düzeyindeki Sahnıseman ve Süleymaniye Medreselerine devam ederlerdi.
Bu medreseler kadılık ve müderrislik düzeyine yönelikti. Buradan mezun olanlar kadı veya müderrislik icazeti (diploması) alırlardı.
Medrese eğitimi alarak ilmiye sınıfına dahil olanlar şeyhülislamlık makamına kadar yükselme şansları vardı. Atamaları çeşitli usullere göre yapılırdı.
Darüttıp Medreseleri: Buralardı tıp eğitimi verilirdi. (Tıp Fakültesi), İlk defa Yıldırım Beyazıt döneminde Bursa'da açıldı.
Darülhadis Medreseleri: Hadis alanında ileri düzeyde eğitim verildiği bir eğitim öğretim kurumuydu.
Darülkuran Medreseleri: Kur’an-ı Kerim ezberleyen veya okuyan hafızlar yetiştirilirdi.
Darülhendese medreseleri: Matematik ve astronomi alanlarında eğitim verilmekteydi.
Dinî Kurumlardaki Eğitim:
Osmanlı Devleti’nde halkın dinî eğitim aldığı yerler öncelikle cami, tekke ve zaviyelerdir. Müslümanların ibadet yerleri olarak yapılan bu yerler aynı zamanda sosyal etkinliklerin gerçekleştiği kültür merkezleriydi.
Camilerde ibadet için Cuma günleri camiye gelenlere Cuma hutbesinde dini öğütler ve toplumsal ahlak kuralları anlatılırdı.
Tekke ve zaviyelerde; fıkıh, hadis, hat ve tezhip dersleri verilirdi.
Zamanla Osmanlılarda Ahilik Teşkilatı’nın yerini alan Lonca Teşkilatı’nda da dini eğitimler veren önemli bir kurumdu.
EKONOMİK GELİŞMELER:
Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Tarım üretiminde tımar sistemi uygulanmaktaydı. Tımar sistemi sayesinde toprakları boş kalmıyor ve üretimin devamlılığı sağlanıyordu. XV ve XVI. yüzyıllarda sınırların genişlemesiyle birlikte ticaret faaliyetleri de gelişti. İstanbul ve Mısır’ın fethinden sonra İpek ve Baharat yolu tamamen Türklerin kontrolüne girdi. Ticaret yolunun güvenliğini korumak ve geliştirmek için bir takım önlemler alındı. Bunun için;
Menzil Teşkilatı: Osmanlı topraklarından geçen yol ağının her biriminde, taşımacılığın en hızlı şekilde yapılmasını sağlıyorlardı. Ticaret yolları üzerindeki menziller arasında at, katır ve deve kervanların sefer yapmaları için gerekli imkân hazırlanmıştı. Menziller arasındaki uzaklık, atın ortalama hızına göre belirlenmişti.
Derbentçiler: Ana yollar üzerindeki geçitlerin denetimini yaparak ve güvenliğini sağlamakla görevliler bu isimle anılmıştır.
Mekkâri Taifesi: Ticaret yolları üzerinde taşımacılığı meslek edinen kimselere denirdi.
OSMANLI TOPLUMU:
Osmanlı toplumu, seyfiye, reaya ve ilmiye sınıfından oluşmaktaydı. Bu sınıflar arasında bir birine geçiş mümkündü. Reaya sınıfını teşkil eden birisi yaptığı hizmetler ve yeteneklerine göre seyfiye veya ilmiye sınıfına geçebilirdi. Bunlar:
A. Seyfiye
1. Seyfiye (ehl-kılıç, askeri): Beylerbeyi, sancak beyleri, kapıkulu zabitleri, neferler, tımarlı sipahiler, deniz askerleri idi.
Seyfiye; Görevleri icabı vergiden muaf olan; yöneten ve askeri sınıfı ifade eder.
2. İlmiye: müderrisler, noterlik ve hâkimlik görevi bulunan; kadılar ve cami görevinde bulunan imamlar.
3. Kalemiye: Devlet dairelerinde bulunan görevli bürokrat ve memur olarak çalışan bu sınıfın en yüksek Anadolu ve Rumeli defterdarı, nişancı, reisülküttüp, defter emeni
B. Reaya:
Toplumun askeri sınıfın dışında kalan yönetilenlerini; köylüler, göçebe ve şehirlilerden oluşan ve vergi vermekle mükellef olan kısımdır. Bunlar tarım, ticaret ve sanayi alanlarında üretim yaparak geçimlerini sağlarlardı. Yine Osmanlı toplumunu oluşturan reaya içinde dil, din ve mezhep farklılıkları vardı.
Osmanlı Devleti’nde yaşayan topluluklar; hukuk, siyasi ve idari yapısı ırk esasına göre değil, “Millet Sistemi denen inanç temeline göre şekillenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlere hoşgörüyle davranmış, dillerinde, inançlarında, kendi aralarındaki ilişkilerine karışmamışlardır.
adetiağnam: Devletin hayvancılıkla uğraşanlardan adlığı vergiye adetiağnam denmiştir.
çift: Tımar sistemi içinde köylülere dağıtılan topraklara çift denirdi.
Not: Osmanlı toplumunun her kesimi tabi bulundukları kanun ve nizama göre hareket etmek zorunluluğu vardı. Seyfiye, reayayı oluşturan Müslüman ve Gayrimüslümlar kanun önünde eşit haklara sahiptiler ve haklarındaki yargılama kendi inanç esaslarına göre yargılanmaktaydılar. |
Osmanlı toplumunda günlük yaşam; İslâm gelenekleri gereği sabah namazıyla başlardı. Mesai saatlerini belirleyen unsur sabah ve akşam namazı arasında geçen vakitti. Mahalleler aynı dinde ve sosyal gruptan, genelde hemşerilik anlayışı ile bir araya gelmiş gruplardan oluşuyordu.
Yardımlaşma her mahalle sakininin bir görevi gibi algılanır, düğün, cenaze ve hastalık gibi durumlarda birlik içerisinde sıkıntılar giderilmeye çalışılırdı.
Küçük yerleşim birimleri olan köylerde ise yerleşim şekli akrabalık bağı ile şekillenmişti. Her köyün misafirleri ve özel toplantıları için köy odaları bulunurdu. Köylerde yaşayanlar yardımlaşarak köyün ortak işlerinin de beraber yaparlardı.
Konargöçerler ise yazın yaylaklarda kışın ise kışlaklarda geçinir ve geçimleri hayvancılığa dayanmaktaydı.
VAKIF SİSTEMİ:
Vakıf; kişilerin kendilerine ait menkul, gayrimenkul mallarını veya paralarını toplum yararına oluşturulacak eğitim, din, sağlık, bayındırlık gibi sosyal ve kültürel alanlarda daimi kamu hizmeti verecek kuruluşlara bağışlamasıyla oluşan bir yapılanmadır.
Osmanlı toplumunda vakıflardan şu hususlardan yararlanılmıştır;
-İskân faaliyetlerinde
-Sosyo-kültürel ihtiyaçların karşılanmasında
-Yol, han, kervansaray, köprü gibi binaların yapım ve işletiminde
-Halkın sağlık, eğitim ve öğretim alanlarındaki ihtiyaçlarının karşılanmasında
-Vakıflarda biriken paralardan, ihtiyacı olan güvenilir tüccarlara kredi verilerek ticaretin gelişmesine destek verilmiştir.
Osmanlı Hastaneleri:
Osmanlı hastanelerinde din ve ırk gözetilmeksizin her kesimden insana hizmet verilmekteydi. II. Bayezit tarafından 1485’te Tunca Nehri kenarında yaptırılan caminin yanına, akıl hastalarının su müzik ve kuş sesiyle tedavi edildiği bir hastane inşa ettirilmiştir.
Fatih kendi döneminde (1470) kurdurduğu medresenin yanına bir hastane de inşa ettirmiştir. XV. Yüzyılda İstanbul’da 110 hastane vardı. Kasımpaşa Tersanesi’nde ve Girit, Basra ve Preveze’de bahriye hastaneleri kurulmuştur.
T I M A R S İ S T E M İ
Osmanlı Devleti’nde taşra yönetimi tımar ve iltizam sistemi üzerine kurulmuştur.
Tımar Sistemi; I.Murat döneminde, İltizam Sistemi Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren uygulanmıştır.
Tımar sistemi ile devlet bazı memurlarına ve askerlerine maaş vermez bunun yerine bazı toprakların gelirlerini hizmetlerine karşılık olarak bu görevlilere verirdi.
Tımar Sistemi, askeri bir sistem olmasının yanı sıra aynı zamanda idari bir sistemdir. Bu sistemde köylüler devlete vermeleri gereken vergiyi tımar sahibine verirlerdi. Tımar sahipleri de bu vergilerle arazinin vergi gelirine göre belirli sayıda atlı asker(cebelü) yetiştirirlerdi. Ayrıca o bölgenin güvenliğinden de sorumluydular
Dirlik sisteminde toprağın;
1-Mülkiyeti devlete,
2-Vergisi dirilik sahibine,
3-Kullanım hakkı köylüye aittir. Bu topraklar devredilip, satılamazlardı
Dirlik sistemine göre devlete ait olan topraklar vergi gelirlerine göre 3’e ayrılırdı:
-Has -Zeâmet -Tımar
1. Has Topraklar:
Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan topraklardır.
Bu arazilerin gelirleri vezir-i azam, beylerbeyi veya sancakbeyleri gibi üst düzey devlet görevlilerine maaş karşılığı olarak verilirdi.Bu arazilerin gelirlerinin bir kısmı ile cebelü askeri yetiştirilirdi.(Her 5000 akçe için 1 asker)
2. Zeâmet Toprakları:
Yıllık geliri 20.000 ile 100.000 akçe arasında değişen arazilerdir.Bu topraklar, taşra yönetiminde görev alan üst düzey yöneticilerin maaşlarına karşılık olarak verilirdi. Zeâmet sahipleri 20.000 akçeyi kendilerine ayırırlar, geriye kalan her 3.000 akçe için 1 atlı asker(cebellü) yetiştirirlerdi.
3. Tımar Toprakları:
Yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan arazilerdir.
Tımar sahibi arazilerden elde edilen gelirin 3.000 akçesini kendine ayırır,geri kalan her 3.000 için 1 atlı asker(cebelü) yetiştirirdi.
Ancak, tımar sahipleri sorumluluklarını yerine getirdikleri sürece ömür boyu bu arazileri kullanma hakkına sahiptirler.Ölümlerinden sonra ise aynı koşulları devam ettirmeleri şartı ile tımarlar çocuklarına geçebilirdi.Tımar sahipleri aynı zamanda bulundukları yerlerin de yöneticileriydi.
Yetiştirdikleri Cebelû askerleri ile aynı zamanda bulundukları taşrada güvenliği de sağlarlardı.
Savaş zamanı gelince, tımarlı sipahi emrinde ki askerlerle birlikte bağlı olduğu sancakbeyinin emrine girerek cepheye katılırlardı. Taşrada topraklarda üretimin devam etmesini ve sürekli olmasını sağlarlardı.
Tımarlı Sipahi,
-Köylü toprağı sebepsiz yere terk ederse,
-Sebepsiz yere 3 yıl üst üste ekmezse,
-Sebepsiz yere vergisini vermezse toprağı geri alabilirdi.
Tımarlı Sipahinin Köylüye Karşı Görevleri:
1)-Köylünün güvenliğini sağlamak,
2)-Köylünün tohum,gübre vb. ihtiyaçlarını temin etmek,
3)-Köylünün vergisini en kolay şekilde ödemesini sağlamak
Tımar Sisteminin Yararları:
1-Taşrada güvenlik sağlanmıştır.
2-Vergi toplanması kolaylaşmış ve vergilerin yerinde kullanılması sağlanmıştır.
3-Hazineden para çıkmadan devlet, her zaman savaşa hazır asker yetiştirmiştir.
4-Tarımsal üretimin sürekliliği sağlanmıştır.