Türkiye'de Demokrasinin Önündeki Sorunlar
Temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir.
Demokrasi çok kısaca "temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir".
Gerek "temel hak ve özgürlükler" anlayışı, gerekse buna dayalı bir yönetim olan "demokratik yönetim", "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkan kavramlar olduklarından, "demokratik rejimler" "bir kültür ürünü olarak" endüstri toplumlarının sonuçlarıdır.
Dolayısıyla, "demokrasi kültürüne ilişkin sorunlar", özellikle "endüstrileşmelerini henüz tamamlayamamış olan" ülkelerde daha yoğun olarak göze çarpar.
Demokrasilerin, özellikle de "gelişmekte" olan demokrasilerin önünde hem kültürel hem de siyasal ve ideolojik olarak iki tuzak vardır:
Birinci tuzak, "temel hak ve özgürlüklere saygılı olması gereken", yani "azınlıkta kalan düşüncelerin de bir gün çoğunluk haline gelebilmelerine olanak sağlayan, çoğunluk iradesinin" bu özelliğinin göz ardı edilmesi ve dolayısıyla rejimin bir "çoğunluk diktatörlüğüne" dönüşmesi tehlikesidir.
Bu tehlike, "demokrasi kültürünün" yeterince gelişmediği toplumlarda, temel hak ve özgürlüklerin ihmal edimesi sonucunda ortaya çıkan ve uç örnekleri "devlet terörü" uygulamalarında görülebilen bir olaydır.
İkinci tuzak ise, demokrasinin temel ögelerinden biri olan "çoğunluk iradesinin" yerine, bir "azınlık iradesinin" konulması isteğinin, ve dolayısıyla, "bilim adına", ya da "Allah adına" "doğruları savunduklarını öne süren bir azınlığın" diktatörlüğünü savunan görüşlerin ağırlık kazanmasıdır.
Bu tehlikenin uç örnekleri de genellikle "terörist" nitelik taşıyan eylemlerin ortaya çıkmasında görülür.
Türkiye Cumhuriyeti, endüstrileşme sürecini kaçırmış olan bir imparatorluğun, Osmanlı İmparatorluğu'un mirasçısı olarak, endüstrileşme süreci sonucunda değil de, yenilmiş ve yıkılarak işgal edilmiş bir devletin topraklarında verilmiş bir "Bağımsızlık Savaşı" yoluyla kurulmuş olduğu için, bu her iki tuzağa da yakalanmış bir "demokrasi kültürü tarihine" sahiptir.
Çok Partili döneme geçildikten sonra, iktidara gelen ve 1950-1960 yıllarını kapsayan "Demokrat Parti dönemi", "temel hak ve özgürlükleri" geliştireceğine, bunları sınırlayan ve kısıtlayan bir yaklaşım uyguladığından, tipik bir "çoğunluk diktatörlüğü" tuzağına yakalanmış olan bir yönetimin uygulaması olarak görülebilir.
Türkiye Cumhuriyeti, 1950-1960 arasında, "demokrasiyi geliştirmek ve yerleştirmek" bakımından çok büyük fırsatı tarihin çöplüğüne atmıştır.
Bunun temel nedeni, o dönemde, henüz endüstrileşmenin ivme kazanmamış olması ve geniş köylü kitlelerinin "seçmen tabanını" oluşturmasıdır.
Yönetimi devir aldıkları "Tek Parti Yönetiminin" uygulamalarıyla yetişmiş olan Demokrat Parti yönetcileri, kendi iktidarlarında da, "temel hak ve özgürlükleri" geliştirmek yerine eski baskıcı yöntemlere başvurmayı kendi yönetimleri açısından daha kolay bulmuşlardır.
Dinci ve milliyetçi söylemlere yatkın olan "geniş halk kitleleri" de, kendilerini topraktan bağımsızlaştıran, özgürleştiren, işçileştirerek ve kentlileştirerek demokrasi bilincini geliştiren bir "toplumsal-siyasal-ekonomik-kültürel süreci" yani endüstrileşmeyi yaşamamış oldukkları için bu yönetime destek vermişlerdir.
Her ne kadar, bu süreç, sonunda "Demokrasi adına yapılan bir askeri darbe" ile, 27 Mayıs 1960 tarihinde son bulmuş ve bu darbe dünyanın en ileri ve en demokratik Anayasalarından biri olan 1961 Anayasası'nı uygulamaya koymuşsa da, bu kez Türkiye, demokrasilerin önünde bekleyen ikinci tuzağa yakalanmıştır:
1968'lerin sonunda başlayan bir "ideolojik azınlıklar terörü" solda ve sağda Türkiye'yi pençesine almıştır.
Sağda, kendilerine "ülkücü" diyen ırkçı-milliyetçi teröristler, solda ise "devrimci" olduklarını öne süren goşist eylemciler, "demokrasinin sınırlarını" silahlı eylemler ve cinayetler ile "kendi dar azınlık görüşlerine göre" daraltmaya çalışmışlar ve sonunda 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile, ne denli demokratik olduğu çok tartışmalı görünen 1982 Anayasası, yani "temel hak ve özgürlükleri" korumaktan çok sınırlayan ve kısıtlayan bugünkü Anayasamız ortaya çıkmıştır.
Ama Anayasa'dan çok daha önemli olarak, Türkiye'deki demokrasi tarihi, yukarda sözünü ettiğim her iki tuzağın trajik sonuçlarına da tanık olmuş bir toplum yaratmıştır.
Bugün Avrupa Birliği ile aramızdaki en önemli teknik problemlerden birini oluşturan "temel hak ve özgürlülerin geliştirilmesi" sorununun altında, işte Türkiye'deki "demokrasi kültürü" açısından yaşanan bu tehditlerin günümüzdeki Anayasaya yansıyan gölgeleri önemli bir yer tutmaktadır.
Ama hemen belirtmek gerekir ki, bu arada endüstrileşme sürecinde de önemli adımlar atan toplum, 1982 Anayasası'nı "daha demokratik bir çizgide" değiştirmeye başlamıştır.
Her ne kadar bu "Daha demokratik bir Anayasa, şeffaf toplum, sorun çözen ve yöneten bir demokrasi" gibi özlemlerin altında, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda uymak zorunda olduğu Kopenhag ölçütleri önemli hedefler olarak ortaya çıkmışsa da, son tahlilde, Türkiye'deki demokrasinin, "kendi vatandaşları" için geliştirileceği ve endüstriyel bir toplumun gereklerini karşılayacağı varsayılabilir.