Kıskançlık

Kıskançlık

Eğer sizin de bir kıskan kardeşiniz olursa ve size karşı büyük haset içine kapılan kardeşleriniz olursa ne yapardınız

Bir Televizyon Hikayesi -

Kıskançlık
Zengin   çiftçi bir ailenin çocuğuydum. Çocukluğumda babamdan bisiklet istiyordum. Ama almıyordu. Babam zengindi ama bir o kadar da cimriydi.  İlk okul 1.sınıfı bitirdiğimde yaşım 8 veya 9 olmuştu.  Kendime harçlık toplmamıştım. Kumbaramı açtım, içinden çıkan paraları babama uzatarak: "B?" dediğimde Babam; davarlar için çoban aradığını söyledi. Eğer çobanın işini ben yapacak olsam, yani kendi çobanımız kendim olsam,  o zaman çobana vereceği parayı bana vereceğini söyledi. Ben buna çok sevindim. Hemen kabul ettim. O günün gecesini sevincimden uyuyamadım. Sabah kalktığımda çoban gibi giyindim, davarları otlatmak için kendime bir tane sopa ağacı keserek ateşte ısıtarak kabuğunu soydum ve sopamı elime aldım. Yemeğimi Derstağan adındaki bez sofraya sardım ve sonra belime bağladım.  

Günler çok zorlu geçiyordu. Köyden kilometrelerce uzakta davarlarımızı otlatıyordum. Yaklaşık 15 ile 20 civarında davarımız vardı. Bunları 7 veya 8 tanesi camıştı, geri kalanı da inek türünden davarlardı. Yaklaşık 7, 8 tane de süt emen buzağı (bijo) vardı. Onlar ise evde kalıyordu. Tabi ki günler çok yorucu geçiyordu. Yoruluyordum. Kimsenin bağına, bahçesine tarlasına zarar vermiyordum. Ailemizi tanıyanlar bu duruma şaşırmıştı. Bana baban çok zengin, baban çok cimri, seni neden çoban yapmış. Babanın parası çok, çoban tutabilir diyerek yakınıyorlardı. Benim samimi olduğum arkadaşlarım da çobanlığa başlamışlardılar. Onlar da beni örnek almışlardı. Köyden kilometrelerce uzakta suyun kiymetini anladım. En çok sıkıntı çektiğim suydu. Çünkü sabah erkenden hayvanları alıp götürür gün batışından hemen sonra eve dönüyordum. Susadığımda kanaldaki sulardan içiyordum. 

Bir gün annem beni yanına çağırdı, oğlum, bu davara gitmeyi bırak. Babanın parası var. Gitme baban çoban tutsun. Bak senden önce ağabeyini de davarları otlatmaya gönderdi, o gitmedi, gitti davarları bıraktı ağalayarak geldi ben yapamıyorum dedi. Bu nedenle baban hayvanları nahıra gönderdi. Sen de öğle yap. Hayvanları bırak gel, yapamıyorum de. Ben anneme anne ben ineklerimize kıyamam. Nahırcı hayvanlara iyi bakmıyor. Hem babam bana söz vermiş bisiklet alacak. Hem evde kalanda ben sizinle baş edemiyorum. Siz beni dövüyorsunuz. Sen benim ağzıma tuz doldurup ayakkabımla beni dövüyorsun.  

Aradan seneler geçmişti ne yazık ki; babam sözünde durmadı. Babam çobana vereceği parayı bana vermedi. Sadece evde kırık ve eski bir bisiklet vardı onu onararak bana verdi. Benden 2 yaş küçük kardeşim ben evde olmadığım zaman lastiklerini mahvetmişti, bir daha o bisikleti binemedim. Çünkü evde olmadığımda bisikletin havasını kaçırıyor ve havasıs havasız binerek lastiğini mahvetmişti. Babam ben liseyi bitirdiğim yılda nihayetinde bir bisiklet aldı. Ama benim adıma değil. 

1991 yılının ocak ayında memuriyete yen başlamıştım. Aile içindeki kavga sonucundan ailemiz İstanbul’a taşınmıştı. Daha doğrusu taşınmak zorunda kalmıştık. Evimizde televizyon yoktu. 1 Haftalığına izine gelmiştim. Ailemiz televizyon istiyordu. Benden yaşça küçük bir kardeşim vardı adı Günger. Onu da yanıma alarak televizyon bayilerine gittim. Televizyonların fiyatını sordum. Niyetliydim beğendiğim bir televizyonu almaya karar verdim. Ama Günger kardeşim beni oyalayıp durdu. Yok falan yere gidelim, yok şu televizyonun markası böyle, yok bu televizyon böyle. Bu şekilde beni oyalayıp durdu. Ben istiyordum ki birlikte bu işi yapalım. Kardeşimin yüreğinde taşıdığı gizli niyetini bilmiyordum. Hala bana karşı olan hasedini hiç bilmiyordum. Kardeşlerimi seviyordum. Onların da beni sevdiğini sanıyordum. Yüreklerinde benim için taşıdığı kıskançlığı ve hasedi hala hiç bilmiyordum. Kardeşlerimle zaman zaman büyük tartışma ve gerilim yaşıyordum. Bazen de aramızda kavga çıkıyordu. Çünkü onların bir çok hata ve yanlışlıkları vardı. Ben bu yanlışlıklar karşısında uyarmak zorunda kalıyordum. Uymadıklarında ise zorla yaptırıyordum. 
Kardeşim Günger televizyon almak istediğim günü beni o kadar strese sokmuştu ki, ben karşıdan karşıya geçerken hızla ilerleyen otomobili fark edememiştim. Sarı renkli taksi bana bir çarptı, beni yolun bu şeridinden diğer karşı şeride fırlattı.
Neyse ki bana bir şey olmamıştı. Çevredekiler taksinin vurduğu adamı arıyordu. Görenler yardıma koşuşmuş ama ortalıkta kazaya uğrayan adamı bulamıyorlardı. Bana vuran taksi şoförü 50-60 metre sonra durabilmiş ve yerinde öğlece dona kalmıştı. Birisi bana yahu burada bir adama araba çarptı, yolun diğer şeridine fırlattı, o dam nerede, nere kayboldu?
 “Benim” dedim. Şaşırdı, “Verilmiş sadakan varmış, şikayetçi ol, hastaneye götürelim” dedi. Ben: “Hayır, iyiyim,” dedim. 
O günü biz  televizyon almadan eve gittik. Televizyon alma işini benden 2 yaş küçük kardeşime bıraktım. Çünkü zamanım yoktu. Ertesi günün akşamı görevli olduğum taşraya gitmek için yola çıkacaktım.
Evet aradan seneler geçmişti. Kardeşimin benim için taşıdığı kıskançlığın ve bana beslediği hasedin farkına vardığımda aradan 19 yıl geçmişti. Kardeşim Günger ben gittikten sonra televizyonu almış ama sanki kendisi almış gibi aileye yansıtmış. Oysa parayı kazanan bendim, parayı kardeşime gönderen bendim. Bendeki niyete bak, dostça. Kardeşimdeki niyete bak, sinsice. Ben birlik ve beraberlik içinde olmasını istediğim ailemize elimden gelen tüm fedakârlık ve cömertliği gösterirken, kardeşim bana karşı olan kıskançlığından dolayı benim ismimi hiç anmamış. Benim yaptığım yardımı hiç dile getirmemişti. Kendisine mal ederek aile içinde kendisini yüceltmeye çalışmıştı. Aynı şekilde bende olmayan kusurları bana yakıştırarak giybetimi yapmış annem, babam ve kardeşlerimin yani ailemizin gözünden düşürmek için çaba sarfeddiğini yıllar sonra öğrendim. Hem sadece bununla yetinse iyi, beni memurluk ve eğitmenlik görevinden el çektirmek için atmadıkları takla, kalmamıştı. Bana yalan vaatler etmiş ve beni görevimden etmişlerdi. Evliydim ama karım yoktu, çocuğum vardı ama yanımda değildi. Memurdum ama artık memur değildim. Babamın mirasına da el koymuşlardı. Babam bir gün benden yardım istediğinde param olmadığı için babamın yardımına gidemedim. Sessizce göz yaşı döktüm. Babam bataklığa saplanan birisinden yardım istemişti. Zamanında babam bana değer vermemişti. Böylece babamı da kandırmışlardı, babam da bataklığa saplanmıştı. Bataklığa saplanan babam bataklığa saplanan benden yardım istemişti. Böyle kardeş kardeş olamaz, ancak karındaş olur. Hem beni ailenin diğerlerinin de gözünden düşürmüşlerdi. Ailemiz içinde beni seven, benimle arası iyi olan kız kardeşlerim ise şizofren olmuştu. Bunda büyük şüphelerim vardı. Beni cinnet geçirmenin eşiğine getirmişlerdi. Ne yazık ki kıskançlıkları insanlıklarını, şahsi karekterlerini yıkmış gözlerini kör, kulaklarını sağır etmişti. Benim mahvolmam için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bana Allah korusun bir şey olsa günlerce belki aylarca sevinçlerinden uyuyamayacaklardı. 

Hatırlıyorum da bunlarda düşünce ve ruh bozukluğu var. Dayımın 19 yaşındaki oğlu vardı, bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde benden 4 yaş büyük erkek kardeşim buna çok sevinmişti. Bu da demek oluyor ki kardeşimin kıskançlığı tek bana değildı. Ben ailemizin refahı, mutluluğu için nice on yıllarımı verdim, onlar ise beni alt etmek için nice planlar yapmışlar. Kahrolsun böyle kardeşe, lanet olsun böylesi kıskanç kardeşe. Kardeşlerimle nihayetinde mahkemelik oldum. İftiraları sonucunda neredeyse hapse düşecektim. Kur'anı ellerine verdim, yemine verdiğimde, benden on yaş küçük kardeşim Ergin beni dövmek istedi. Hem de en güvendiğim kardeşim. Ailemiz içinde uluslar arası ajanlığı aratmayacak şeyler yaşanmıştı. 

Üniversite giriş sınavlarında ilk yüzde 3 ve 4. sırada bir başarı göstermiştim. Kardeşlerim bana karşı büyük kıskançlık içine girmişler, ama bunu tarafıma yansıtmamışlardı. Ben üniversiteyi kazandığımda beni tebrik etmemişlerdi, ben ise bunu görmezlikten gelmiştim.  Şimdi sıra onlardaydı. Beni görevimden etmek ve fakirleştirerek rezillik durumuna düşürmek. Hakkımda öğle iftiralara işittim ki buna inanamadım. Hatta inanmak bil istemedim. Beni tutuklattıracaklar, hapise attıracaklardı. 

Benimle anlaşma yapmış, imza atmı, bunu yaparken bana ilaç içirmişler, benim bu anlaşmayı yaptığımı hatırlamayacağımı sanmışlar. Bunun için imzalarına sahip çıkmadılar. Hakim de beni suçlu bulmuştu. Bana istinaf hakkı tanınmıştı. Ben de istinaf hakkımı kullanmıştım. 

Birimiz Allah katında, diğer kardeşim ise aile gözünde yücelmişti. İşte bu bir bakış açısıdır ki, hala kardeşim Günger televizyonu kendisinin aldığına inanıyor, tabi aileyi de inandırıyor. Hatta o sıralarda bir de İstanbul'da 3. Katta Güneye yönüne bakan bir daire almıştık. Aradan 19-20 yıl geçmişti. Bana bir gün ses kaydı atmış. İstanbul'daki evi kendisinin aldığını söylemiş. Aileyi de inandırmış. Ne ahmakça bir şey bu, şaşırdım. Ne olacak kalın kafalı geri zekâlı olmak gerekir. Niyetler bozuk olunca bakış açısı da bozuk olur.

Kendisine sordum: Sen İstanbul'daki ev alındığında çalışıyor muydun?

Cevap: Hayır.

Peki: Peki birisinden borç alarak mı aldın?

Bana cevap verdi: Allah bana verdi.

Nahır: Sığır sürüsü

Hahırcı: Sığır sürüsünü otlatan çoban


 

Google+ WhatsApp